DUÂYA HAZIR OLMAK
- Hadis
Allah güzeldir. Ancak güzel ve temiz şeyleri kabul eder. Allah mü’minlere, peygamberlere de emrettiği şeyleri emrederek şöyle buyurmuştur:
"Ey Peygamberler! Temiz şeylerden yiyin, yararlı iş işleyin; doğrusu ben, yaptığınızı bilirim." [1] Bir diğer ayette de şöyle buyurmuştur:
"Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin." [2] (Hz. Peygamber (s.a.v.)) sonra şunu zikretti:
“Bir kimse (Hak yolunda) uzun sefere çıkar. Saçları dağılmış, toza toprağa bulanmış bir halde ellerini semâya uzatarak ‘Yâ Rabbi, yâ Rabbi, yâ Rabbi!’ diye duâ eder. Hâlbuki yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, (hâsılı) haramla beslenmiştir. Böyle birisinin duâsı nasıl kabul edilir?”[3]
Somuncu Baba Diyor ki:
“Lokma bir tohum, amel ise mahsuldür. Mü’min, lokmasını temiz kılmalıdır ki, muhlis kullarınınkini kabul ettiği gibi, Allah onun da amelini kabul etsin.”
Hadisin Yorumu
Bazen içimiz öyle daralır, öyle sıkışırız ki; dertler bizi öyle ezer ki; sığınacak, derdimizi dökecek ve gözyaşlarımızı yanında rahatça akıtacağımız birini ararız. Çünkü içimizi dışarı aktarıp ağlayarak üzerimizdeki baskıdan bir nebze kurtulmak isteriz. Böylesi durumlarda en rahat sığınacağımız, sıkıntımızı gönül huzûruyla arz edebileceğimiz, gözyaşlarımızı bir kayda tâbi tutmadan akıtabileceğimiz yegâne zat Allah’tır. O, bizden öncekilerde olduğu gibi, bizleri de merhamet ve şefkatiyle huzûruna kabul eder ve duâmızla birlikte biz âcizlere yönelir. Onun huzûrunda derdimizi açtığımızda, içimizi döktüğümüzde rahatlarız; sırrımız onunla aramızda kalacağı için bir endişeye de kapılmayız. Çünkü Allah sırlarımızı hiç kimseye açmaz ve bu yönüyle de o bizim için en iyi sırdaş olur. Hâlbuki insanların çoğu böyle değildir. İyi dönemlerinizde paylaştığınız sırrınızın, aranız bozulduğunda ortalıkta gezindiğini çok görmüşsünüzdür. O yüzden dertlenilecek insan bulmak gerçekten çok zordur. Lâkin Allah böyle değildir.
Duâda Allah’a Yakın Olmak
Şu bir gerçektir ki, duâ kulun Allah’a en yakın olduğu zamanlardan biridir. Çünkü kul duâda Allah ile doğrudan iletişime geçer. Arada herhangi birini bulundurmadan gönlünden geldiğince içini döker ve ondan yardım diler. Duâda bir başkasını kandırma, gösteriş gibi hususlar yer almadığından, yalvarmanın ardından insanda oluşan iç huzur kişiyi mutlu eder, Rabb’ine münâcât etmenin verdiği haz tarifi imkânsız rahatlama sağlar. Bu duyguyu hepimiz hayatımızda yaşıyoruzdur. Özellikle de yüreğimiz dertle yüklü olduğunda.
Kullarının kendisine yönelmesine ne kadar ihtiyaçları olduğunu bilen Allah, ona yönelerek duâ etmemizi, derdimizi ve sorunlarımızı açmamızı ve zâtından yardım dilememizi ister. Bir âyette şöyle buyurur:
“Bana duâ edin, duânızı kabul edeyim.”[4] Hz. Peygamber (s.a.v.) de bir hadislerinde şöyle buyururlar:
“Allah’ın fadl-ı kereminden (geniş hazînesinden) isteyin. Zira Allah kendisinden istenmesini sever.”[5]
Allah’ı Her An Hatırlamak
Peygamberimiz duâyı tavsiye ettiği gibi, hayatının hemen-hemen her diliminde Allah’ı hatırlayarak ona duâ ederdi. Evine girip çıkarken, yemek yiyince, yeni bir elbise giyince, turfanda bir meyve tadınca, yolculuğa çıkarken velhasıl hayatının her karesinde Allah’ı anar ve münâcâtta bulunurdu. O böyle yaparak hem Allah’ı aklından çıkarmaz, hem de her vakit ona olan ihtiyacını ve kulluğunu arz ederdi.
Bu sebeple, sıkıntılı anlarımızda Allah’ın duâlarımıza yönelmesini istiyorsak, derdimiz olmadığı zamanlarda da Allah’ı unutmamalıyız. Her hâlükârda ona şükran ve hamdimizi arz etmeliyiz. Bunu yaparsak, başımız sıkıştığında huzura yönelmeye yüzümüz olur. Bu hususa değinen Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
“Kim, üzüntüler ve güçlüklerde duâsının kabul olunmasını isterse, bolluk ve mutluluk zamanlarında çok, çok duâ etsin.”[6]
Duânın Kabulünün Şartları
Birincisi, duânın içten yapılmasıdır: Allah’a yönelerek yapılan her şey bir ibâdet olduğundan duâ da ibâdettir. Bu sebeple samîmî yapılması gerekir. İnsan Allah’ın huzûrunda olduğunu bilmeli ve yaradanına bütün kalbiyle yönelmelidir. Hz. Peygamber (s.a.v.),
“Kabul olunmayan duâdan Allah’a sığınırım.” buyurmaktadır.
[7] Bununla herhalde, kişinin kendisini vermeden, gelişigüzel yaptığı duâyı kastetmektedir. Bu yüzden duâlarımızın ezberlediğimiz birkaç cümlenin tekrarından ibaret mi olduğunu, yoksa gerçekten Allah’a niyâz mı ettiğimizi hesap etmeliyiz. İsteksiz, bir şeyler demiş olmak için sözde duânın bir değeri olmadığını söylemeye gerek yoktur. İsteksiz iş insanlar nezdinde makbul olmadığı gibi Allah nezdinde de muteber değildir.
Duânın kabul edilmesi için gerekli olan ikinci önemli şart ise, insanın haram lokmadan kaçınmasıdır. Başkalarının mallarını haksız yere zimmetine geçirmekten, kamu hakkını sahiplenmekten, hayvanlar da dâhil canlılara her türlü zulümden uzak durmalıdır. Hayatını haram yollardan kazanmakla geçiren, çoluk çocuğunu helal olmayan gıdayla besleyen insanların yapacakları duâ elbette kabul olunmaz. Zaten böyle bir insan içten duâ da edemez. Duâsının kabul edilmeyeceğini de bilir. Nitekim yazımızın başındaki hadiste Allah Rasûlü bunu açıkça beyan etmektedir.
Bu durum bize şunu göstermektedir: Sözlü duâdan önce fiilî duâda bulunmak gerekir. Fiilî duâ da insanın yaşantısını Allah ve Rasûlü’nün istediği çizgide tutmaya gayret etmesidir. Bunu yapmadığı takdirde duâsı anlamsızlaşmaktadır. Hatta insanın Allah inancını sorgulamayı gerektiren bir durum karşımıza çıkmaktadır. Şöyle düşünün: Akşama kadar onun-bunun dedikodusunu yapan, her fırsatta başkalarına haksızlık eden, helâlinden kazanma hususunda hassas olmayan bir insan bütün bir hayatını haramlarla mahvedip sonra da namaz sonrasında veya başka vakitlerde Allah’a el açtığı takdirde Allah onun niyâzını kabul eder mi? Elbette etmez. Dolayısıyla yaptığı, sıradan bir alışkanlık olarak kalır. Ayrıca insan, kendisini yaratanın bütün yapıp ettiklerini ve söylediklerini bildiğini mutlaka göz önünde bulundurmalı ve ona göre Allah’a duâ etmelidir. Allah’ın hiçbir şeyi unutmadığını aklının bir kenarına kazımalıdır. Bu gerçeği kalbine kabul ettirdiği zaman ise tekrar eden ezber cümlelerini Allah’a karşı tekrarlayıp durmaktan utanır. Bu durumda yapılması gereken, kendisine çeki düzen vererek tevbeyle hayatına âdetâ yeniden başlamasıdır. Bunu yapabilirse duâsından ve diğer ibâdetlerden gerçek anlamda lezzet almaya başlayacak, en önemlisi imanıyla barışık bir hayat yaşamaya başlayacaktır.
Fiilî duâ sadece insanın kendisini düzeltmesiyle sınırlı değildir. Duâ, sıkıştığımızda Allah’ın yardımını talep etmek olduğuna göre, bizim de sıkışık ve birilerinin yardımını bekleyen insanlara sadaka, zekât veya diğer yardım çeşitleriyle destek olmamız gerekmektedir. Bu bazen nasîhat etmek, bazen yanlış husûsunda uyarmak bazen de bir hayrı hatırlatmak şeklinde söz ile de olabilir. Allah Rasûlü şöyle buyurmaktadır:
“Her kim duâlarının kabulünü, gam ve üzüntülerinin def olup kaldırılmasını arzu ederse sıkıntıda bulunanların imdâdına yetişsin.”[8]
Duâlara İcâbet
Allah’a gerçekten gönülden yaptığımız bazı duâlarımızın kabul edildiğini ve arzumuzun gerçekleştiğini gördüğümüz çok olmuştur. Bunun yanında, bazı duâlarımızın gerçekleşmediğine de şahit olmuşuzdur. Böyle durumlarda, “Acaba duâlarımız kabul olmadı mı?” gibi bir şüphe aklımıza takılabilir. Bu hususta şunları söyleyebiliriz: Duâ bir ibâdettir. Bunun sevâbı âhirette verilecektir. Asıl olan bu ibâdeti yerine getirmektir. Ayrıca istediğimiz şey bizim için hayırlı olmayabilir. Çünkü biz yerine getirilmesini istediğimiz ihtiyacımızın ileriki hayatımızda hayırlı olup olmadığını bilemeyiz. Hayırlı zannettiğimiz şey tam tersi bir duruma dönebilir. Dolayısıyla Allah bizlerin duâsını yine bizlerin iyiliği için kabul etmeyebilir. Bize gerekli olan duâya devam etmektir. İhtiyaç sahibi bizler, ihtiyacın arz edileceği kapı da Allah’ın huzûru olduğuna göre, bizlere düşen devamlı niyâz etmektir. Hz. Peygamber (s.a.v.) hadislerinde bu husûsu ele alarak şöyle buyurmaktadırlar:
“Duâ ibâdetin özüdür.”[9] “Duâ eden herkes, muhakkak şu üç şeyden birini elde eder: Ya duâsı kabul edilir, ya kendisi için âhirete saklanır, ya da yaptığı duâ günahlarına keffâret olur.”[10]
Sözü Hulûsi Efendi’ye bırakalım:
Yâ Rab bu Hulûsî kulunun duâsını eyle kabûl
Hayrânı kıl cânını gayrıya hayrân olmasın
*
Eytsen ki “yâ Rabbim” Hudâ “lebbeyk” deyü eyler nidâ
Dur yatma kalk yalvar ana vakt-i seher vakt-i seher
[1] 23/Mu'minûn, 51.
[2] 2/Bakara, 172.
[3] Buhârî, rakam: 1410; Muslim, Zekât, 19 (65); Dârimî, 2717; Beyhakî, III/346, rakam: 6394.
[4] 40/Mü’min, 60.
[5] Tirmizî, 3571.
[6] Müstedrek, 1997.
[7] Müsned, 6865.
[8] Müslim, Müsâkat, 32; Müsned, 4749.
[9] Tirmizî, 3371.
[10] Muvatta, Kurʼân, 36.