DİVAN EDEBİYATI CEDDİMİZLE ARAMIZDA KUVVETLİ BİR KÖPRÜDÜR
Takriben sekiz asır evvel Anadolu’da ve Selçuklu sarayında başlayan Divan Edebiyatı asırlar boyu çevreyi¸ hayatı ve insanları birbirine sevdiren ve yaklaştıran birbirinden güzel örnekler vermiştir.
Takriben sekiz asır evvel Anadolu’da ve Selçuklu sarayında başlayan Divan Edebiyatı asırlar boyu çevreyi¸ hayatı ve insanları birbirine sevdiren ve yaklaştıran birbirinden güzel örnekler vermiştir. Bugünkü nesil tarafından hakkiyle bilinmeyen ve ciddi üniversite eğitimi veren Medrese kültürü ile yoğrulan o dönemin mekteplisi Arapça ve Farsçayı bu dilin kendi alimleri derecesinde bilerek yetiştiği ve maddiyata da esir olmadığı için bu kültür seviyesinin mısralara yansıması ile oluşan ve Dünya Edebiyatında mümtaz bir yeri olan Divan edebiyatı başlangıçta Ortaasya ¸ Azerbaycan ve Anadolu çapında geniş bir alanda neşvünema bulmasına rağmen sonraki asırlarda giderek milli ve mahalli vasıflar almış ve Anadolu’ya münhasır kalmıştır.
Divan Edebiyatımızın Avrupa’nın Klasik Edebiyatı ile benzer ve ayrılan tarafları olmakla beraber en mümeyyiz vasfı his ve hayal tarafının çok kuvvetli olmasının yanında bunun peygamber kıssalarıyla zenginleştirmiş olmasıdır.1 Böylece duygu ve düşünceler çeşitli edebi sanatlar altında bir beyite derin manaları sığdıracak şekilde planlanmış ve sarayın hemen bütün ileri gelenleri hem şiir yazmada hem bizzat şairleri layık oldukları iltifata garketmede geri kalmadıkları için ibretli nazım dilden dile ve gönülden gönüle nağmelenmiştir. Osmanlı Sarayında yapılan akademik toplantılarda divan şairlerinin ayrı bir itibara sahip olması hem hizmet coşkusunu artırmış hem de bir tesbih insicamı içerisinde tabana kadar cemiyeti lif lif örmüştür. İşte başta tasavvuf olmak üzere çeşitli dallar böyle teşvik ve geliştirilmiştir. Ne yazık ki Türkçenin zenginleştirilmesi ve korunması ile bu milletin özü ve mayası olan Osmanlıca'ya ayrı bir lisan gözüyle bakılmaması beklenirken bundan beş yıl önce okullardan Divan Edebiyatının kaldırılması bile maalesef gündeme geldi ama hamdolsun kadük kaldı.
Divan şiirine herbiri güçlü bir şair olarak katılan Osmanlı Padişahlarında muhabbet ve ihlasın mısralarda burcu burcu dalgalandığı görülür. Hüdavendigâr namı ile bilinen Sultan I. Murad İslam’ın ihyası için Kosova sahasında şehadeti ne kadar derinden istediğini şöyle ortaya koyar:
Âb-ı rûyi Habibi Ekrem içün
Kerbelâda revan olan dem içün
Şebi firkatte ağlayan göz içün
Rehi aşkında sürünen yüz içün
Ehli islama ol muînu nasir
Dest-i âdayı bizden eyle kasîr
Din yolunda beni şehid eyle
Ahirette beni saîd eyle
Bilindiği gibi niyeti yerine gelerek kendisi şehid: fakat ordu muzaffer oldu.Dünyayı dize getirecek güçte ve hertürlü imkânın içinde olmasına rağmen her an mâneviyattan ayağının kayması endişesini taşıyan Sultan II.Murad Manisa’daki tekkeye çekilmeden evvel İslam’a gölge düşürebilecek dünyalığı elinin tersi ile şöyle itiyordu:
Ulemayı çok iyi tanıyan ve her an saygısını koruyan Fatih Sultan Mehmet harp meydanlarında hasmını perişan etmeden önce güçlü mısraları ile bir güzel dövüyordu. Henüz 19 yaşını bile bitirmeden emaneti teslim alarak tahta çıkan Fatih'in gençliğinden yararlanmak isteyen Karaman Bey’i bir fırsatla ayaklanınca Fatih şöyle gürlemişti:
Bizimle saltanat lâfın idermiş ol Karamanî
Huda fırsat verirse ger¸ kara yire karam ânî
Tebriz Hükümdarı¸ matematikçi ve şair Ali Kuşcu'yu sefir olarak İstanbul’a gönderme kararını alınca ilme¸ sanata ve değerli eserlere vurgun Fatih bu zatın bir hükümdar gibi huduttan itibaren karşılanmasını ve her vilayete girişinde bin altın yol harçlığı verilmesini ferman etmişti. Adlî mahlası ile şiir yazan ve haklı olarak tarihte veli denilerek tanınan Sultan II.Bayezid bir münâcâtında şöyle der:
Hudaya hudalık sana yaraşur
Nitekim gedalık bana yaraşur
Çü sensin penâhı cihan halkının
Kamudan sana ilticâ yaraşur
Şeh oldur ki kulluğun itdi senin
Kulun olmayan şeh geda yaraşur
Şu dil kim marîz-i gamındır senin
Ana zikrin ile şifa yaraşur
46 yıl cephelerde at koşturan ve Zigetvar Kalesi¸ toplarla dövülürken artık doğrulmayan belini urganla sarıp dik tutma pahasına cihaddan geri kalmayan şahsiyetiyle son nefesini at üstünde veren Kanuni Sultan Süleyman Muhibbî mahlası ile yazıyor ve kendi nefsine şöyle sesleniyordu:
Nefse hazzın ey Muhibbi vermegil hayvan sıfat
Zapt-ı nefs et ârif ol¸âlemde insanlık budur
1534-1574 yılları arasında başta kalan Kanuni'nin oğlu II.Selim¸ Kıbrıs Fatihi olarak bilindiği gibi başta Selimiye olmak üzere hayırlı eserleri olan bir padişahtır. Divan Edebiyatımızın incilerinden biri olarak kabul edilen bir beytinde aşk ve muhabbetinin derecesini dile getirirken:
Biz bülbül-i muhrik-dem-î gülzâr-ı fîrakız
Âteş kesilür geçse sâba gülşenimizden2
der. Resulü Ekrem (s.a.v.)’in kademine aşık Sultan I.Ahmed bilindiği gibi onun küçük bir modelini sorguç şeklinde yaptırmış ve üzerine de şiirinden bir kıta nakşettirerek ölünceye kadar kavuğunun ön kısmında taşımıştır. Genç Osman olarak pazusu¸ pehlivanlığı ve prensipleri ile tanınan Sultan II.Osman¸ Fârisi mahlası ile yazdığı şiirlerinden bir beyitte dünya zevki sefasında bile edebin korunması gereğine işaret eder:
Dünya evinde zevk-ü safa hôştur veli
Rûzi cezada Fârisî mes'ul değil misin?
İçinde bulunduğu çevre ve hadiselerin etkisi unutulup haksız olarak Deli İbrahim denilen Sultan İbrahim¸ bakın Allah’ın Yüce Resulüne (s.a.v.) muhabbetini nasıl dillendiriyor:
Biz senin sûziş-i aşkınla âteşnâkız
Yanmışız nâl olup âlâyiş-i gamdan pâkiz
Korkarız dâmân-ı pâkin ola bizden muğber
Biz ki bir râh-ı mezellette yatar berhâkiz
IV. Sultan Mehmed’in oğlu olan II.Sultan Mustafa ve annesi Emetullah Gülnuş Sultan hayır eserleri ile tanındığı gibi nefis ilahileri¸ halen meclislerimizi şenlendirir:
Allahü rabbi lâyezal ¸ ya vahidü ya zülcelâl
Ey padişah-ı bî zeval¸ yessir lena hayrel umur.
Aynı padişahın kardeşi olup kendisinden sonra tahta çıkan Sultan III. Ahmed başta meşhur Sultanahmed camii ve Kâbe üzerinde Türkiye istikametindeki altınoluk olmak üzere çok hayır eserleri bulunan şair ve hattat bir zattır. Şiirlerini Ahmedî ve Necib mahlasları ile kaleme alan Sultan III.Ahmed Efendimize aşkını şöyle dile getirir:
Zât-ı pâk-i Mustafaya âşıkum
Can ile fahrül-veraya âşıkum
Muksim-i feyzi nevadur ol şerif
Menba-i cûd-ü atâya âşıkum
Dipnotlar
1- Nihat Sami Banarlı¸ Resimli Türk Edebiyatı Tarihi C:I Shf:337-344
2- Hilmi Yücebaş¸ Şair Padişahlar
Aydın TALAY
Yazar“Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek” mefhumu, insanlara genel manada güzellikleri telkin eder. Yaratılmışların en şereflisi olan insan elbette ki, “ahsen-i takvim” olduğu için fıtrî olarak da, cismî o...
Yazar: Musa TEKTAŞ
“Sadaka vermekte acele ediniz. Nefsim yedi kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki¸ öyle bir zaman gelecek ki¸ sadakacı kapı kapı dolaştığı halde sadaka verecek bir kimse bulamayacaktır....
Yazar: Aydın TALAY
"Haçlılar ve Yahudilerin bilgi ve iradeyi kendi hegemonyaları altına alma kaprislerine rağmen¸ Efendimizde bilgili ve özgür irade esastır. Bu özgürlüğün çerçevesi bellidir ve hayalî değildi...
Yazar: Aydın TALAY
"Helâlinden kazanmayı gaye edinen¸ her yönden kârlı bir hayat sürecektir. Her şeyden evvel kazancında hayır ve bereket eksik olmayacağı gibi kendi bedenî ve ruhî hayatı da ahenk ve huzur iç...
Yazar: Aydın TALAY