DİLİNİ BURHÂNA VEREN PEYGAMBER: HZ. İBRAHİM (A.S.)
Her namazda okuduğumuz salavât duâlarında aile boyu günde onlarca kere andığımız Hz. İbrâhim Peygamber, Kur’ân’da kıssası çokça anlatılan kahramanlar- dandır. Onun güzelliklerini şu bir tek cümle veciz bir şekilde ifade eder: “İbrâhim, gönlünü Rahmân’a, dilini burhâna, malını ihvâna, oğlunu kurbâna, canını nîrâna/ateşe veren peygamber- dir.”
Hz. İbrâhim’i Kur’ân bize aslâ şirke yaklaş- mayan, müşrikler ve onların taptıkları putlar- dan uzak duran, aslâ Yahudi ve Hıristiyan de- ğil, Hanîf din İslâm üzere katıksız tevhîd adamı Müslüman olarak tanıtır. Bu ve benzeri sebep- lerden dolayı Yüce Rahmân onu, dost edinmiş, bu yüzden onun adı Halîl/dost olmuştur. “İyilik yaparak kendisini Allah’a teslim edip, hakka yö- nelen İbrâhim’in dinine uyandan, din bakımın- dan daha iyi kim olabilir? Allah İbrâhim’i dost edinmişti.”1 Âyet, Hz. İbrâhim üzerinden bize Yüce Rabb’imizin kimleri dost edineceğinin ipuçlarını vermektedir. Allah’a teslim olan, hak- ka yönelen, iyilik ihsan sahibi, en güzel/en doğ- ru din İslâm üzere olanlar, Yüce Allah’ın dostlu- ğunu hak eden kimselerdir.
Hz. İbrâhim’in en bâriz özelliklerinden biri de onun delilli, belgeli olarak konuşması, bilgi- ye dayalı olarak tartışma yapması ve iknâ edici bir üslûba sahip olmasıdır ki, bun- lar davetçinin vazgeçilmez özellikleridir. Onun bu yönünü anlatan âyetlerden biri, zamanın azgını olan Nemrut’a karşı ger- çekleştirdiği şu evrensel söylemidir:
“Allah kendisine hükümranlık verdi diye İbrâhim ile Rabb’i hakkında tartışanı gör- medin mi? İbrâhim, ‘Rabb’im, dirilten ve öl- dürendir.’ demişti. ‘Ben de diriltir ve öldürü- rüm.’ dedi; İbrâhim, ‘Şüphesiz Allah güneşi doğudan getiriyor, sen de batıdan getirse- ne.’ dedi. İnkâr eden şaşırıp kaldı. Allah zu- lüm eden kimseleri doğru yola eriştirmez.”2
Bu olaydan çıkarabileceğimiz dersleri şöyle özetleyebiliriz:
Zâlim Yöneticiye Karşı Hakkı Söyleyebilmek
Hz. İbrâhim, davetini tabandan tavana her- kese ulaştırmaya çalışmıştır. O, kavminin bütün fertlerine tevhîdi ulaştırdığı gibi, en üst düzey yöneticiye de ulaştırmıştır. O, inancından ve inandığı Rabb’inden aldığı cesâretle, zamanın yöneticisine cesâretle karşı çıkmış ve onu hak- ka çağırmıştır. Nitekim bir hadislerinde Pey- gamberimiz, “
En üstün cihâd, zâlim yöneticiye karşı hakkı söyleyebilmektir.” buyurmuştur.
Nemrut’un bu kadar azgınlık ve taşkınlık yap- masına rağmen, ona da davetini götürmüş, onu muhâtap almış ve onu iknâ etmeye çalışmıştır.
Nemrut, kendisine verilen hükümranlık ni- metiyle şımarmış ve Yüce Allah hakkında tar- tışmaktan çekinmemiştir. Hâlbuki nimet kişiyi, nimetin asıl sahibi olan Yüce Allah’a şükre gö- türmeliydi. Nimet azgınlık ve taşkınlık sebebi olmamalıydı.
Peygamberimiz,
“Yüce Allah’ın zatı hakkında düşünmeyin, onun nimetleri hakkında derinlemesi- ne düşünün.” buyurmuştur. İnsanın, sınırlı aklıyla Yüce Yaratıcı’yı kavraması imkânsızdır. Akıllı in- sana düşen, Yüce Rabb’in varlığını birliğini kabul etmek ve O’nun yarattığı nimetlerindeki erişilmez kudretinin eserlerini görmeye çalışmaktır.
Nemrut ilahlık iddiasında bulunan bir zâlimdi. İlahlık ise, erişilmez kudrete sahip ol- mayı gerektiriyordu. Hz. İbrâhim de muhâtabın inkârına göre delillerle konuşmaya başlamıştı.
Hz. İbrâhim,
“Benim Rabb’im öldüren ve diril- tendir.” dediğinde, Nemrut laf ebeliği yapmış,
“Ben de diriltir ve öldürürüm.” diyerek bir idam- lık mahkûmu serbest bırakmış ve suçsuz birisi- nin de boynunu vurdurarak kendisinin de gûyâ dirilten ve öldüren olduğunu göstermeye çalış- mıştır. Oysa onun yaptığı ile Yüce Allah’ın yaptığı aynı şeyler değildir. Yüce Yaratıcı, yoktan var eden ve her fânîye söz geçiren, istediği zaman onlara ölümü tattırandır. Nemrut da dâhil baş- ka bir varlığın bunu yapması mümkün değildir. Gerçek anlamda öldürme ve diriltme yalnızca Yüce Yaratıcı’ya mahsustur.
Buna rağmen Hz. İbrâhim, Nemrut’un bu ta- kıntısını fark etmiş ve hemen başka bir delile başvurmuştur. Bu onun, Nemrut’un öldüren ve dirilten olduğunu kabul etmesi anlamına gelmez. Zira her akıl sahibi bilir ki, Nemrut’un yaptığı, gerçek anlamda öldürme ve diriltme değildir. Onun yaptığını bir başkası da yapabi- lir. Ancak Hz. İbrâhim, onun mugâlata/demagoji yaparak bu gerçekten kaçtığını anlamış; bunu delîlinin zayıf olmasından değil muhâtabın kıt anlayışından kaynaklandığını görmüş, zaman kaybetmemek için onu âciz bırakacak daha açık ve net bir delile geçmiştir. Hz. İbrâhim’in bu yönteminden davetçilerin alacağı çok şey vardır. Şöyle ki: Muhâtap bir konuya, bir bilgiye şartlanmışsa, ısrarla onun üzerinde durulacağı- na, başka bir delille onu iknâ etmeye çalışmak en güzel olandır.
Madenler Gibi Olan İnsanların, Aklî Seviyelerine Göre Konuşmak
Muhâtapların eğilimleri farklı farklıdır. Her insanın etkileneceği ve iknâ olacağı delil farklı olabilir.
İnsanlar madenler gibidir ve onların aklî seviyelerine göre konuşmak önemlidir. Kimi insa- nı gök cisimlerinden vereceğimiz bir delil/örnek iknâ eder, kimini yeryüzünden vereceğimiz bir delil. Kimini hayvanlardan vereceğimiz bir de- lil, kimini bitkilerden vereceğimiz bir delil iknâ eder. Kimini sosyal hayattan vereceğimiz bir delil iknâ eder, kimini tarihten vereceğimiz bir delil. Onun için davetçi, çok yönlü delilleri bil- meli ve muhâtabın durumuna göre bunları kul- lanabilmelidir. Nitekim Kur’ân muhâtaplarını, bu anlamda çok zengin delillere yöneltir, çeşnisi bol deliller, nimetler üzerinde onları düşündürür ve onları iknâ etmek ister. Onun için davetçi Kur’ân âyetlerini çok iyi bildiği gibi, Kâinat Kitabı’nın âyetlerini de iyi bilmeli, onları da satır satır oku- yup anlamalıdır.
Hz. İbrâhim’in Nemrut karşısında sunduğu iki güçlü delil de hayatın içerisinden delillerdir. Biri
öldürme ve diriltme, diğeri ise güneşin doğu- şu ve batışıdır. Buna göre davetçi muhâtapların anlayabileceği hayatın içerisinden deliller ge- tirmesini bilmelidir. O, Kâinat Kitabı’nı iyi oku- malı, o kitabın içerisinden müsbet bilimlerle ilgili delilleri davetinde kullanabilmelidir.
Güneşin doğudan doğması ve batıdan bat- ması, Yüce Yaratıcı’dan başka bir kimsenin güç yetireceği bir şey değildir. Yüce Rabb’imiz, tüm kâinâta ve güneşe hükmedendir.
Bizler Seferden Sorumluyuz
Davet yolunda biz, hangi seviye ve konum- da olursa olsun muhâtabımızın iknâ olması ve hidâyete ermesi için çırpınmalıyız. Elbette so- nuçları yaratacak olan, kullarını hidâyete erdire- cek olan Yüce Allah’tır. Bu konuda “bizler sefer- den sorumluyuz”, zaferi bahşedecek olan Yüce Allah’tır.
Hz. İbrâhim’in bunca çaba ve gayretine rağ- men Nemrut ıslah olmamış, yola gelmemiştir. Nemrut, bu delil karşısında âciz kaldığı halde yine de iman etmemiştir. Çünkü hidâyet, hak edenlere Rabb’in lütfu idi. Nemrut ise hidâyeti hak etme- mişti. Çünkü onun alıcıları kapalıydı. Hidâyet ise arayış çerisinde olan, alıcıları açık olana gelirdi. Ancak Hz. İbrâhim vazifesini yapmıştır. Onu bu samîmî gayreti Nemrut’ta tesirini göstermemiş olsa da, onun bu iknâ edici metodu asırlardır da- vetçilerin yolunu aydınlatmaya ve onların ufkunu açmaya devam etmektedir. Önemli olan ihlâs ve samimiyetle vazifemizi yerine getirmektir.
Âyette Hz. İbrâhim rûhu, Nemrut ise nef- si temsil eder. İbrâhim dostluğun, Nemrut ise düşmanlığın sembolüdür. Yüce Allah’ın nefse verdiği mülk, bedenî güçtür. Rabb’in diriltmesi, kendine yönelene hidâyet vermesi; öldürmesi ise, kendinden yüz çevireni dalâlete atmasıdır. Asıl kaynağından doğan güneş, beden ülkesine doğup onu nûruyla aydınlatan irfân güneşi ruh- tur. Onun batması ise, ruhun irfandan yoksun kalıp ölmesidir. Sonunda kazanan/dirilen/do- ğan ruh olmuş, kaybeden/ölen/batan ise nefis olmuştur. Kazanan Halil İbrâhim, kaybeden ise Zâlim Nemrut olmuştur.
“İbrâhim ve onunla beraber olanlarda, sizin için uyulacak güzel bir örnek vardır.”3 “Rabb’i ona: ‘Teslim ol!’ buyurduğunda, ‘Âlemlerin Rabb’ine teslim oldum.’ demişti.”4
Onu örnek almak, onu doğru tanımak ve onun gibi içtenlikle Yüce Rabb’e teslim olmak demekti. Davetçiler olarak İbrâhim’i çokça oku- mak, onun kıssasındaki ibretleri hayatımıza ta- şımak borcundayız.
Dipnot
* Prof. Dr. Ali AKPINAR
- 4/Nisâ, 125.
- 2/Bakara, 258.
- 60/Mümtahıne 4.
- 2/Bakara 131.