DİLİMİZ DÜNYA SÖYLER
Dünyevîleşme, bu çağda karşı karşıya kaldığımız en temel problemlerden biridir. Bu durumun etkilerini hemen her alanda görmekle beraber, en çok da din ve dil konusunda görmekteyiz. Zira dünyevîleşme (sekülerleşme), sözlük manasıyla bile “dinden bağımsız, dinî ya da ruhanî olmayan”ı ifade etmektedir. Mesele, bağımsızlıkla da kalmamakta ve bu tutum, son noktada din karşıtlığına dönüşmektedir. Dindeki sekülerleşme, din hayatın bütün alanlarında tezahür eden bir özellik taşıdığı için de bu durum, bütün hayatı kapsayıcı bir genişliğe sahip olma gibi bir özellik taşımaktadır. Gerek zihin dünyamızda gerek hayatımızda meydana gelen değişimleri anlamak için ise dil’e bakmak yeterlidir. Çünkü duygunun da düşüncenin de taşıyıcısı dildir. Öyleyse dünyevîleşmeyi dil yani kelimeler üzerinden okumak/anlamak/değerlendirmek daha kolaydır. Bunu yapmadan önce dildeki dünyevîleşmenin kelimelerin dinî anlamlardan boşaltılması olduğunu hatırda tutarak söze bir örnekle başlamak gerekir. Dildeki dünyevîleşmeyi en iyi anlatacak kelime son çeyrek asırda kullanımı hayli yaygınlık kazanan “tüketmek” kelimesidir. “Ekmek tüketmek, su tüketmek, meyve tüketmek…” gibi kullanımlar bir hayli yaygınlaşmıştır. Önce tüketmenin anlamını hatırlayalım: Tüketmek, gerçek anlamıyla “kullanarak bitirmek, hepsini harcamak”, mecaz olarak ise “yok etmek, bırakmamak” manasına gelir. Burada ortaya çıkan iki olumsuzluk vardır. İlki dilimizde yakın zamanlara kadar ekmek “yeme”, su “içme” fiiliyle birlikte kullanılırdı. Şimdi tüketmeyi hem ekmek hem su için ortak bir fiil olarak kullandığımızda dilde kelime tasfiyesi yahut anlam daraltması gibi bir olayla karşı karşıyayız demektir. Zira iki ayrı fiilin anlamı üstelik alakasız tek bir fiile yüklenmektedir. Daha vahim olanı ise inanç dünyamızda bu kullanımın meydana getirdiği tahribattır. Çünkü yemekten içmekten söz ettiğimizde bunun kuralı, adabı akla gelmektedir. Mesela su içeceksek besmele çekmek, üç yudumda içmek, nefesi bardağın içine vermemek gibi ilkelere uymak söz konusu olmaktadır. Bu durum, yemek yerken de öyledir. Yemeğe başlamadan önce el ve yüzü yıkamak, besmele çekmek, yendikten sonra şükür ve dua etmek bu işin adaplarındandır. Dikkat edilirse bu uygulamalar, öncelikle dinîdir ama aynı zamanda sağlıkla da ilgilidir. Bunları terk ettiğimizde ise hem dinî olandan uzaklaşıyor hem de sağlık riski altına girmiş oluyoruz. Böylece bir atışla iki kuş vurulmakta hem dil dünyevîleştirilmekte hem de tüketim ekonomisinin çarkları hayat tüketmektir anlayışı benimsetildiği için daha hızlı dönmektedir. Bir de tüketmek “yok etmek” şeklinde bir anlam taşıdığı için enerjisi negatiftir ve yok etme fiili insana özgü kılındığında ona insanî olmayan bir mana yüklenmiş olmaktadır. Yeme ve içmenin dinî referanslı kuralları vardır ama tüketmenin hiçbir kuralı ve kutsalı yoktur. Tüketmek için her yol mubahtır. Burada hırs, açgözlülük şeklindeki davranışlar da körüklenmiş olmaktadır. Yine meseleye böyle bakınca ne helal ne haram kavramları belirleyici olmamaktadır. Paylaşma, tasarruf, ötekini düşünme gibi değerler de yok edilmektedir. Tabi biraz önce de söylenildiği gibi besmelenin, duanın, toplu yeme ve içmenin getirdiği kazanımların da ortadan kalktığını bütün bunlara eklemek lazımdır. Ortadan kalkan sadece bunlar da değildir. Yemek, ekmek kavramlarının içinde olduğu onlarca deyim, atasözü vs. de yok edilmektedir. Bunların yok edilmesi ise kültürel manada bir tahribatı beraberinde getirmektedir. Bir örnekten hareket ettik ama bu konuya dair örnekleri çoğaltmak elbette mümkündür. Mesela “maşallah” yerine “bravo”, “nasılsın” sorusuna karşılık olarak ”iyiyim şükür”, “elhamdülillah” gibi kelimelerin yerini alan “koşturuyoruz”, “ne olsun iş güç” gibi söyleyişler de durum aynıdır. Bunlara hayat, ölüm, rızık, nimet, sağlık gibi yine dinin yüklediği anlam çerçevesinde kullanılan ama bu değişimle dünyevîleşen kelimeleri de ekleyebiliriz. Sonuç değişmeyecektir. Dildeki kelimelerin dinî muhtevalarının boşaltılması meselenin en can alıcı noktasıdır. Kelimelerinin anlamı değişen bir dil, onu kullanan insanların zihniyet dünyasını da değiştirmektedir. İşimiz elbette var olan bir problemi sadece konuşmak değil. Derman derdin içindedir. Öyleyse kelimeyle değiştirilip dönüştürülen insanı yine aynı yolla olması gereken haline döndürebiliriz. Burada elbette geleneğe atıfta bulunmak gerekiyor. İnsan hakikate, kelimeyle ulaştı. Vahiy, kelimelerle insan zihninde ve gönlünde yer aldı. Onca şair ve yazar, dinî anlayışı buna uygun kelimelerle ifade etti. Davranışlar da buna göre şekillenmiş oldu. Mesela Yunus Emre, Türkçeyi İslâmî bir dile dönüştürdü. Dolayısıyla bu değişim bugün de yapılabilir. Yeter ki bu işin önemini kavramış olalım. Öyleyse ilk iş olarak, kelime meselesini çok ama çok ciddiye almak durumundayız. Dili gerekse yazılı gerekse sözlü kullanımda çok hassas bir şekilde kullanmak icap etmektedir. Aksi takdirde dildeki bu değişim, başta zihniyet dünyamız olmak üzere her alana yansıyacağından pek çok olumsuz sonuçla karşı karşıya geleceğiz demektir. Yine bir örnek vermek gerekirse mesela bugün bayram, yine dinî muhtevasından soyutlanarak tatil şeklinde dünyevî bir anlama bürünmektedir. Kelime neden bu kadar önemlidir? Bunu anlamak için geleneğimizde neden zikir ve tesbihatın olduğunu ve ısrarla tavsiye edildiğini düşünmek gerekir. Malum, zikir ve tesbihatta dinî muhtevalı kelimeler sıkça tekrar edilmektedir. İşte bunların dil ile söylenmesi, onlardaki pozitif anlamın ve enerjinin kalbe intikalini sağlamakta, böylesi kelimelerin kalpte oluşturduğu pozitif duygu ve düşünceler ise daha sonra söz ve davranış olarak dışarı çıkmaktadır. Bunlar, bir diğer yönden kalbi temizleyen kelimelerdir. Diğerleri ise kalbi kirletmektedir. Düşünün dinlediği haber bültenlerinde sıklıkla cinayet, tecavüz, gasp, hırsızlık, dolandırıcılık gibi kelimelerle karşılaşan bir zihin ve gönül dünyası zaman içerisinde bu kelimelerin ifade ettiği davranışlara karşı daha az tepki vermeye başlamaktadır. Konunun uzmanları kelimelerin pozitif ve negatif enerjilerinden bahsetmektedirler. Meseleye böyle baktığımızda pozitif anlamaların iyileştirici, diğerlerinin ise kötüleştirici etkileri olduğunu daha kolay anlayabilmekteyiz. Yine gelenekteki bir uygulamayı daha hatırlayalım. Mesela Mevlevî dervişleri ışığı söndürmek yerine ışığı dinlendirmek şeklinde bir söyleyişi kullanırlar. Çünkü söndürmek negatif, dinlendirmek ise pozitif anlamlı dolaysıyla enerjili kelimelerdir. Buradan sözün (kelimenin) güzel olanını kullanın şeklinde onlarda ayet ve hadisten de söz edebiliriz. Bunların hepsinin bize öğrettiği şey her konuda ve alanda olduğu gibi tercihin “güzel” olandan yana yapılmasıdır. Zira güzellik, güzel olanı yapma Allah’ın bir vasfıdır. Yaratıcı, bunun kullarında da olmasını istemektedir. Pozitivizmi, hatta ateizmi bir din yerine ikame etmek isteyenler ise kelimelerin bu gücünden dolayı savaşı onlar üzerinden yürütmektedirler. Son olarak tüketmekle alakalı olarak kullandığımız ekmek kelimesi üzerinden meseleye tekrar bakalım. Sözün başlarında tüketmekle alakalı olarak ekmekten bahsetmiştik. Kadim anlayışımız biliyorsunuz ekmeğe ekmek bile demez onu nimet kelimesiyle ifade eder. Mesela Osmanlı’da ekmeğin, resmi tabelalarda “nân-ı aziz” diye yazıldığını biliyoruz. Yani mübarek, kıymetli ekmek. İşte ekmek nimet olarak söylenildiğinde bize doğrudan o nimeti vereni yani Allah’ı düşündürür. Bu peşinden şükrü getirir. İsraftan alıkoyar. Bu nimete yeterince sahip olamayanları aklımıza getirir. Yine nimet olarak görüldüğü için ekmeğe hürmet gerekir. Kırıntıları bile ayakaltında bırakılmaz, düşen ekmek parçası hemen kaldırılır, öpüp, başa konur. Diyeceğim o ki ekmeği tüketim nesnesi olarak görmek yerine nimet olarak gördüğümüzde oradan bir medeniyet tasavvuru çıkarmak bile mümkün hale gelir. Deyimler, atasözleri oluşur. Ritüeller ortaya çıkar. Yemenin adabıyla ilgili kitaplar yazılır. Böylece tüketilen değil yenilip şükredilen ekmek tek başına bir hayat görüşünü ifade eder. İşte kelimeler bu yüzden önemlidir. Onların seküler manada bir değişime uğramaları aslında düşüncelerimizin, duygularımızın, hayat tasavvurumuzun kısacası her şeyimizin değişmesi anlamına gelir. Öyleyse kelimeler konusunda hassas olmak gerektiğini bir kez daha belirtelim. Bu noktada klasik eserlerle bağ kurmanın da çok önemli olduğunu burada söylemek gerekiyor. Başta davranış kurallarımıza dair ölçüleri öğreten ahlak, adap kitapları olmak üzere, kelimeleri olmaları gereken anlam muhtevasında kullanan yazarların/şairlerin, sufilerin eserleri kelimelerin metafizik anlamlarından uzaklaşmamak için şu aşamada belki de tek çaremizdir.
Mustafa ÖZÇELİK
YazarSorgusuz sualsiz geldim Sorguya suale giderim Rabbim günahım çok Ne yapar ne ederim Güneşe dayanamaz iken Ateşe nasıl dayanır derim Sonsuz rahmetine sığınır Senden affımı dilerim
Yazar: Mehmet SERTPOLAT
Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE - Prof. Dr. H. İbrahim ŞİMŞEK Bahâeddîn Nakşbend (k.s.), Abdulhâlik Gucdevânî’nin hafî zikir esasına dayalı olarak kurduğu Hâcegân tarikatının unutulmaya yüz tutan prensiple...
Yazar: Halil İbrahim ŞİMŞEK
Asıl adı Süleyman… “Muhteşem Süleyman” yahut “Süleyman-ı evvel” olarak da bilinir. Muhteşemliği üstün yönetici şahsiyetinden ve devrinde Osmanlı’nın en muhteşem günlerini yaşamasından gelir. Devlet yö...
Yazar: Mustafa ÖZÇELİK
Bir güzel Sultan’ın iki has oğlu, Yolları gözyaşı, yönleri zahmet, Süleyman Han gibi Allah’a bağlı, Şehzâde Mustafa, Şehzâde Mehmet… İki Baş-Şehzâde toprağa girdi, Kanunî tarifsiz acılar gördü,...
Şair: Halil GÖKKAYA