DERVİŞLİK AHLAKI
“Soyun varından derviş ol derviş Sıyrıl ârından derviş ol derviş” Hulûsi Efendi Derviş, “bir tarikata girip bir şeyhe bağlanan, onun izinden Hak yolunda yürüyüp nefsini ıslah eden, varlık iddiasından geçip Allah’ın birliğini bütün kâinatta görerek kendini Hakk’a ve onun yarattıklarına adayan kimse” manasıyla bir tasavvuf terimi olmasına rağmen dilin genel kullanımında da, bir tarikat müntesibi olmamakla birlikte “dervişlerin niteliklerini taşıyan, kanaatkâr, saf, alçak gönüllü, her şeyi hoş gören kimseler için söylenegelen bir sıfattır. Buna göre derviş, ideal ve kâmil bir insan modelinin de adı olmaktadır. Tasavvuf büyükleri, hayatları boyunca böyle bir insan tipinin yetişmesi için uğraşmış kimselerdir. Bu gaye ile dergâhlarındaki derviş namzetlerini tarikata ait usul ve metotlarla eğitirken dışarıdaki insanlara da şiirleriyle dervişliğin nasıl olması gerektiğine dair şiirler söylemişlerdir. Bunlardan biri de son dönem mutasavvıflarından Hulûsi Efendi’dir. Divan’ında bu konuya dair epeyce bir söyleyiş bulunmaktadır. Fakat bunlardan biri müstakil bir şiirdir. Şimdi bu şiir etrafında derviş kime denir, dervişte bulunması gereken özellikler neler olmalıdır sorularına cevap arayalım. Şu Dervişlik Dedikleri Şiir, “Dervişin yastığı katı taş gerek/Yediği eleksiz arpa aş gerek/Yolda yalın ayak açık baş gerek/Menzîl-i maksûda erem der ise.”[1] dörtlüğü ile başlamaktadır. Buna göre dervişliğin gayesi “menzîl-i maksud”a varmaktır. Menzîl-i maksud, bize şunları düşündürür. Dervişlik aynı zamanda bir yolculuk halidir. Bu yüzden derviş (yolcu) yola niçin çıktığını, nereye/kime gideceğini, niçin gideceğini bilmek durumundadır. “Dönüşünüz ancak Allah’adır.”[2] ayeti maksudun ne/kim olduğunu bize açıklar. Bunu sadece ölümle ahrete göçmek olarak düşünmemek gerekir. Yaşarken de Hakk’a ulaşmak, O’nunla birlikte olmak, tasavvufî deyimle söyleyecek olursak “ölmeden önce ölmek” demektir bu. Öyleyse bu yola “yalın ayak açık baş” ile çıkmak, bu süreçte her türlü sıkıntıya, zorluğa şikâyetsiz razı olmak gerekir. Şairin deyimiyle söyleyecek olursak dervişin “yastığı katı taş, yediği eleksiz arpa aşı” olmalıdır. Nefsi Temizlemek İkinci dörtlük ise “nefs tezkiyesi”nden yahut “gönül arınması”ndan söz etmektedir. Bunu sağlamanın yolu ise ilk mısrada söylenen hali kuşanmak yani “yoklukta yürümek”tir. Bunu sağlamak ise “yüzün hâk olmasına” bağlıdır. “Hâk” toprak demek olduğuna göre dervişin yüzünün yerde olması, tevazu sahibi olması ve aslını unutmaması gerekir. “Su gibi eriyip pâk olma” hali ise hem kalp temizliğini, hem de kendini Hak’tan uzaklaştıran şeylerden arınmayı ifade eder. Bunu günahlardan uzak durma şeklinde de anlamak mümkündür. Zira her günah kalbi karartacağı için hakikat aynamızı paslandırır ve gerçeği göremez, ona ulaşamaz hale geliriz. Bu kıtadaki “Derd ile sînesi çak ü çak ola/Cemâli dilberi görem der ise.” şeklindeki son iki mısra ise kalbin vuslat arzusunu gerçekleştirmede yaşaması gereken “dertli olma, yüreğini bu dert ile parça parça etme” halinden söz edilmektedir. Bunda gaye ise “cemâl-i dilber”i yani sevilenin yüzünü görebilmektir. Başka bir söyleyişle yokluk elbisesini giymeyen var’a, yüreği hasretle dağlanmayan yâre ulaşamaz. Zira vuslat yolunun şartı bu uğurda yol zorluklarına katlanmaktır. Yüreğin ateşi dervişe işte bu yolda motivasyon sağlamaktadır. Zahmete Katlanmak Son kıta “Boyun vere her zahmete katlana” mısra ile başlar. Bu ifade teslimiyeti, buyrukları yerine getirmeyi ifade eder. Tabi bunları yapmanın da zorlukları vardır. Derviş, bunlara da şikâyetsiz katlanmak durumundadır. Bu da ancak “Sabır ede her acıya tatlana” mısraında söylenildiği gibi sabırla olabilecek bir şeydir. Ama bu sabır pasif bir hali ifade etmez. Tam aksine sabır, aktif bir haldir. Zira bu kelime sözlükte asıl olarak “güçlü ve dirençli olmak” manasına gelir. Bu da tam anlamıyla aktif bir duruma tekabül eder. Böylece bu yolla acı olan tatlanır, çirkin olan güzelleşir, zor olan da kolaylaşır. Çünkü sabır esnasında hal bir mücadele halidir. Bu mücadelenin neticesinde acı bala dönüştürülmüş olur. Yine “mihnet çekip atlana” mısraı da bütün bunlara bağlı olarak gerçekleşecek pozitif bir hali ifade eder. Bu da mihnet yani zorluk çekenin yaya iken atlanması, Yunus’un ifadesiyle “kanatlanıp kuş olması” demektir. Yine bütün bu sıkıntılara arzı olmak, sabretmek ve bu süreçte olgunlaşmak ise “hakikat güllerin dermek” içindir. Üç kıtadan oluşan şiire şimdi de topluca bakalım. Dervişin hedefleri şaire göre “1- Menzîl-i maksûda ermek, 2- Cemâl-i dilberi görmek, 3- Hakîkat güllerini dermek” olmalıdır. Bu üç maksadı tek bir kavramla ifade edecek olursak bunu Hakk’a ermek ve bu erişin nimetleriyle nimetlenmek olarak belirtebiliriz. Şiirde bu hedefe ermek için dervişin taşıması gereken vasıflar da şöyle sıralanmaktadır: 1-Maddî, dünyevî olana rağbet etmemek, 2- Yolun bütün sıkıntıların göze alarak yola çıkmak, 3- Yokluk elbisesini giymek, benlikten vazgeçmek, 4- Kalbini temizlemek, 5- Vuslat derdiyle yanıp tutuşmak, 6- Sabırlı olmak, 7- Her mihnete razı gelmek. Hulûsi Efendi, yine Divan’da yer alan başka bir şiirinde de bu hususlara ilaveten şunları söylemektedir: 8- İyi hal üzere olmak, boş sözleri terk etmek, 9- Hamlıktan kurtulmak.[3] Görüldüğü gibi bütün bu vasıflar, iç’e, kalbe dair vasıflardır. Dolayısıyla dervişlik, bir şekil meselesi değildir. Evet, “tac ve hırka” dervişliğe has kıyafetledir ama bunlar da kişiye tuzak olabilir. Dervişlik, manadır, manadadır, suretle değildir. Nitekim bu yolun büyüklerinden Yunus Emre “Dervişlik dedikleri/Hırka ile taç değil/Gönlün derviş eyleyen/Hırkaya muhtaç değil.” diyerek bu ince fark konusunda bize ikazda bulunmaktadır. Dervişlik, Ahlak Güzelliğidir Yazının başında dervişliğin tasavvufa özel bir insan tipini anlatmanın yanında hayat içerisinde ideal bir insan tipini de anlatan bir kavram olduğunu söylemiştik. Dolayısıyla bu tip şiirleri okurken bunlar çok özel bir durumu, çok özel bir insanlık halini anlatıyor diye kendimizi bu durum ve halin dışında düşünmemek gerekiyor. Zira mutasavvıfların da anlattıkları peygamberî ahlak, şahsiyet, duyuş ve duruştur. Bu sebeple bu tarz şiirlerde söylenilen her özellik hepimizin kuşanması, taşıması gereken özelliklerdir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in gayesi Allah’ın tasvir ettiği bir insan ve cemiyet modelinin inşası idi. Bu inşada ancak “Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmak”la mümkündür. Bu yüzdendir ki Hz. Peygamber (s.a.v.), “Allah’ım! Yaratılışımı (halk) güzelleştirdiğin gibi, ahlakımı (hulk) da güzelleştir.” niyazında bulunmaktadır. Demek ki dervişlik, güzel insan olmak demektir. Derviş ahlaklı insan nasıl bu ahlakla güzelleşirse onun yaşadığı aile, toplum da güzelleşecektir. Nitekim Peygamberimiz peygamber oluş gerekçesini “Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” şeklinde açıklamaktadır. Buna göre tekrar belirtmek gerekirse dervişlik, bir ahlak, bu ahlakın sağladığı nimet ise güzelliktir. Kısacası; dervişlik, Peygamberimiz (s.a.v.)’in tasvir ettiği insan hüviyetine bürünmektir. Onu bir model, örnek olarak görmek, onun vasıflarına kuşanmaya çalışmaktır. [1] Divan, s. 282. [2] 11/Hud, 4. [3] Divan, s. 123-124.
Mustafa ÖZÇELİK
YazarTasavvufî eserlerde manevî âlemin sembollerle anlatılması, onu maddî olan dünyadan ayırmak için kullanılan bir metottur. Cenab-ı Allah’ın Celâl ve Cemâl sıfatlarıyla var ettiği her şey; ilahî tecellin...
Yazar: Musa TEKTAŞ
13. Osmanlı sultanı. III. Murad Han’ın oğlu. 26 Mayıs 1566’da Manisa’da doğdu. O da her Osmanlı şehzadesi gibi çok iyi bir eğitim gördü. Malum şehzadelerin eğitimi din, siyaset, askerlik alanlarında o...
Yazar: Mustafa ÖZÇELİK
Tasavvufî bir kavramı olarak fenâ; dünya ve içerisindeki bütün nesnelerin, sûfînin gözünden silinmesini ifade etmektedir. Kul kendi davranış ve fiillerini görmekten vazgeçerek gerçek kul olma seviyesi...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Tasavvufî açıdan hakiki dost Cenab-ı Allah’tır. Diğer dostluklar ise, Allah rızasını kazanmak gayesiyle Allah’ın sevdiği kullarıyla dost olma şeklinden ibarettir. Aslında bu şekilde kurulan dostluklar...
Yazar: Musa TEKTAŞ