DERVİŞ, İYİLİK YOLUNUN YOLCUSUDUR
Hayata iyilik penceresinden bakabilmeyi huy haline getirmek, gönül yolunun yılmaz yolcusu olan bir derviş için ne güzel bir erdemdir. Çağın karmaşasından bulanıklaşan gözünü, bütün güzelliklerin kaynağından coşup taştığı en gür kaynakta yıkayabilmek ne büyük bir ihsandır onun için.
Dervişlik hırkasına talip oldu mu bir kul, bilmeli ki artık iyilikten başka tutunacak bir dalı yoktur bu cihanda. Bütün işlerinde iyiliği gözetmek, tefekküründe her daim iyiliklerin envai çeşit filizlerini tomurcuklandırmak ve tezekküründe her vakit iyiliği anmak onun en önemli vazifesi olmuştur artık. Öyle ki bu kısa ömürde iyiliğin her türlü çilesine talip olmayı gönüllü arzulayan ve bu sayede ebedi âlemde hiç bitmeyecek iyiliklere nail olmanın derdiyle dertlenendir artık derviş. Bu yüzden o, iyilik yapmak hususunda insanlar arasında her hangi bir ayrım yapmadan yoluna devam eden ve fırsat elde iken bu geçici dünyada hiç bitmeyecek mutluluğun dünyasını şekillendirendir.
Dervişin en büyük meselesi kendisiyledir. Onun en büyük mücadelesi de kendi nefsiyledir. Bu yüzden derviş, affedicilik örtüsüne bürünerek hep affedici olmayı, hoşgörü elbisesini giyip her daim hoşgörülü olmayı bir hayat felsefesi haline getirir. Yoksul olsun, zengin olsun; eşraftan olsun sıradan olsun hiç ayırt etmeden insanlara iyilik ve güzellikle muamelede bulunmanın gerçek bir mümin tavrı olduğunu asla hatırından çıkarmadan cümle iyilik ve güzelliklerle dolu bir yola çıkmaya karar kılandır derviş. O, kimseyi kınamadan, yargılamadan ve başkalarının gizli saklı işleriyle uğraşmadan bütün benliğiyle iyilik yoluna revan olandır. En zor ve öfkeli anlarda bile kendine sahip olan, her şartta eline, diline hâkim olan ve iyilik yolundan zerre kadar ayrılmayandır derviş.
Nitekim Maide Suresi 2. ayette Yüce Rabb’imiz şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Allah’ın (koyduğu din) nişanelerine, haram aya, hac kurbanına, (bu kurbanlıklara takılı) gerdanlıklara ve de Rablerinden bol nimet ve hoşnutluk isteyerek Kâbe’ye gelenlere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınızda (isterseniz) avlanın. Sizi Mescid-i Haram’dan alıkoydular diye birtakımlarına beslediğiniz kin, sakın ha sizi, haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir.”
İmam Buhari’nin naklettiği bir hadis-i şeriflerinde Sevgili Peygamberimiz de bu hususta şöyle buyurmaktadır:
“Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Onu incitmez, üzmez. Bir kimse bir Müslümanın ayıbını, kusurunu örterse, Allahu Teâlâ, kıyamette onun ayıplarını, kabahatlerini örter.”
İyilik yolunun gönüllü yolcusu olan derviş, Yüce Rabb’imizin emrettiği ve Sevgili Peygamberimiz’in uygulayıcısı olduğu kutlu iyilik yolunda gönül sultanlarımızın tavsiyelerine de riayet ederek sabır içinde sebat edendir. Nitekim son asrın iyilik timsali Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi de “Gökçek gerek dervişin sanı yoksula baya” buyurarak gerek fakire ferekse zengine, yani herkese karşı aynı iyilik yolundan gitmeyi tavsiye etmektedir.
İyilik, Sayarak Değil Saçarak Yapılmalı
Yüce dinimiz İslâm’ın en önemli düsturlarından birisi de bir topluluğun en hayırlısının o topluluğa hizmet edenler olduğu gerçeğidir.
Bu cihanşümul ilke İslâm’ın doğduğu asırdan itibaren Müslüman diyarları aydınlatarak Müslüman toplumu hizmette ve iyilikte birbirleriyle yarışan bir kıvama dönüştürmüştür. Sevgili Peygamberimiz’in sözlerinden pek çoğu bu ışığın gittikçe artan dozda Müslüman toplumu aydınlatmaya devam etmesi kabilindendir. Nitekim O:
“Kim, bir Müslümanın sıkıntısını giderip, onu sevindirse, Allahu Teâlâ, kıyamette en sıkıntılı anlarda, onu sıkıntılardan kurtarır.” buyurarak bunu en veciz şekilde ifade etmiştir.
İyilik sadece iyi insanlara yapılan bir davranış değildir. İyi olana herkes iyilikle karşılık verebilir. Ancak asıl marifet, kötülük yapana da iyilikle mukabele etmekte gizlidir. Nitekim Peygamber Efendimiz’in şu hadisi buna işaret etmektedir:
“Saygısızlık edene yumuşak davranan, zulmedeni affeden, vermeyene veren, kendisini arayıp sormayan ahbabını, akrabasını gözeten, Cennette yüksek derecelere kavuşur.”
İnsanlara yardım etmek, sıkıntılı anlarında onlara destek vermek ve kimseyi incitmemek üzere hayatını kuranların hem bu dünyada hem de ahirette çok büyük nimetlerle mükâfatlandırılacağı müjdelenmiştir. Atalarımızın “İyiliğe iyilik her kişinin, kötülüğe iyilik ise er kişinin kârıdır.” sözü buna ne güzel bir misaldir. Unutmamalı ki dara düştüğü zaman bir kardeşine yardımcı olanın en büyük destekçisi Yüce Allah olacaktır.
Bu yüzden dervişlik yoluna talip olan kişi iyiliği sayarak değil saçarak yapmalıdır.
İyilik yoluna revan olan dervişin takınacağı en güzel tavır, hem kendisi için hem de her hangi bir ayrım yapmadan başkaları için iyi olmaya çalışmaktır. Zira kim başkasına bir iyilikte bulunursa Yüce Rabb’imiz engin feyzinden onu nasiplendirecek ve onu en güzel iyiliklere kavuşturacaktır. Peygamber Efendimiz ile onun yolunu takip eden ariflerimizin yegâne tavsiyeleri de bu yönde olmuştur. Nitekim Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır:
“Müslüman, Müslümanın kardeşidir, onu üzmez, onu sıkıntıda bırakmaz. Kardeşine yardım edene, Allahu Teâlâ yardım eder. Kardeşinin sıkıntısını giderenin, Allahu Teâlâ kıyamet sıkıntısını giderir. Bir Müslümanı sevindireni Allahu Teâlâ kıyamette sevindirir.”
Bunun aksine hareket ederek Müslüman kardeşini incitmeye çalışan, gizlilerini araştırıp onun ayıplarını yüzüne vuranların durumunu ise Peygamber Efendimiz şöyle tasvir etmektedir:
“Allah’ın kullarını üzmeyin. Onları ayıplamayın, gizli kusurlarını araştırmayın. Kim Müslüman kardeşinin ayıbını ararsa Allahu Teâlâ da onun ayıbını arar. Hatta öyle ki, evinden çıkmasa da onu rezil eder.”
Ömrünü, İslâm’ın düsturlarının Müslümanların gönlünde bir kandil misali parıldamasına adayan ve bu uğurda hutbeler irad edip hikmet yüklü şiirler yazan Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi de Nasihat adlı şiirinin sekizinci beytinde
“Suçluların suçundan geçip hoşgörülü ol” buyurarak İslâm’ın bu evrensel düsturunu çağın yaralı yüreğine haykırmıştır.
Derviş, Nefsini Arındırandır
Nefisler, kötülük yapmaya, şehvete ve günaha meyillidir. Bunların olduğu yerde ise iyilikler yeşerip güzellikler ortaya çıkmaz. Bu yüzden dervişin her şeyden önce nefsini ıslah etmeye ve onu iyilik yapmaya meyilli hale getirmeye ihtiyacı vardır.
Hakiki iman sahiplerinin bin bir çileye talip olarak nefisle mücadele etmeye koyulması işte bu yüzdendir.
Nefsin bu özelliğini en iyi bilenlerden olan Sevgili Peygamberimiz: “
Vallahi ben, vefatımdan sonra Allah’a şirk koşmanızdan korkmuyorum, fakat nefislerinize uymanızdan korkuyorum.” buyurarak bizleri uyarmıştır. Zira çağımız, nefsine uyup kötülüğün her bir çeşidiyle sınanmakta olan insanlığın feryatları altında inim inim inlemektedir. Ve eğer bizler, bir an önce böyle bir hastalığın tedavisine koyulamazsak iyilikten ve güzellikten yana nasibimizi kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyayız demektir.
Yüce Rabb’imiz Maide Suresi 105. ayette bizleri bu hususta şöyle uyarır ve hepimize en doğru yolu gösterir:
“Ey iman edenler! Siz kendi nefislerinizi ıslah etmeye bakın. Siz doğru yolda bulundukça yoldan sapanların size zararı olmaz.”
Yüce Rabb’imizin emirleri doğrultusunda insanın nefsini temizlemeye çalışması, nefsin arzularına karşı kendini muhafaza etme hususunda sabır göstermesi ve hayatı boyunca kendini bu mücadeleye adaması onu nihai huzur ve mutluluğa götürecek en emin yol olacaktır. Zira nefsini günahlardan arındıranların yüreğinde hemen iyilik tohumları yeşerecek ve çeşit çeşit güzellikler filizlenmeye başlayacaktır. Şems Suresi 9 ve 10. ayetlerde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Nefsini arındıran kurtulmuştur. Onu kirletip örten kişi ise ziyana uğramıştır.”
O halde gönlü iyiliklerle bezeyebilmenin yegâne, yolu nefisle mücadele etmekten geçmektedir. Bu yüzden derviş, en önce kendini düzeltmeli, iyiliği emir ve kötülükten men etmeye önce kendi nefsinden başlamalı ve başkalarından önce kendisini düzeltmeye çalışmalıdır. Zira ilmin en makbulü, amel edilenidir. Nasihatlerin en hayırlısı ise önce kendisi tarafından yaşanıp ardından insanlara öğütlenenlerdir. Bu çıplak hakikat, Bakara Suresi 44. ayette ne güzel ifadesini bulmaktadır:
“İnsanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz?”
Hayatı boyunca İslâm’ın ulvî prensiplerini kendisine düstur edinen Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi, ihvanlarına nefisle mücadelenin canlı misali olmakla kalmamış bunu veciz sözleri, şiirleri ve nasihatleri yoluyla da dile getirerek bu hususta son asrın en önemli temsilcilerinden birisi olmuştur.
Hoşgörü ve Bağışlama, Kalp Hastalıklarının Şifasıdır
Müslümanların gönülleri Kur’an-ı Kerim nazil olmaya başladığından beri affediciliğin ve hoşgörünün gür ırmaklarıyla yıkanmaktadır. Bu hususta Rabbimiz Araf Suresi 199. ayette şöyle buyurmaktadır;
“Affet, marufu emret ve cahillerden yüz çevir.”
Sevgili Peygamberimiz de hayatı boyunca kötülükler karşı bir kalkan olarak kullandığı bu güzel huyu bizlere övmüş, her fırsatta böyle bir ahlakla ahlaklanmamız için bizleri teşvik edici olmuştur
: “Affedin ki, Allahu Teâlâ da sizi affetsin ve şerefinizi yükseltsin.”
Sohbetleri ile binlerce gönle girmiş, memleketimizin hayrına çok değerli ihvanlar yetiştirmiş, hoşgörü, tevazu ve ihlasıyla herkesin saygı ve sevgisini kazanmayı başarmış Osman Hulûsi Efendi, hayatı boyunca İslâm’ın gönül değerlerinin yaşanıp yaşatılmasına kendisini adamış bir vakıf insandır. O, insanı insan yapan ve kemale erdiren bu değerlerin yaşayan canlı bir temsilcisiydi. Ve modern dünyanın kuraklığa mahkûm ettiği gönüllerimize hali ve kaliyle bu erdemleri zerk etmenin çile ve ızdırabına bir ömür tüketmiştir. Bu yüzden onun nasihatleri, duyan herkesi tesiri altına almakta ve adeta kalbine müstesna bir nakış misali işlenmektedir.
Onun Nasihat şiirinde dile gelen sekizinci beyti bu anlamda hepimizin gönlüne özge bir nasihat pınarı olarak çağlamaya devam ediyor:
“Gökçek gerek dervişin sanı yoksula baya/Suçluların suçundan geçip hoşgörülü ol.”
Ne mutlu nasihat alanlara…