Derdime Dermânım Efendim
Seyrânî (1800-1866)
Zülfün gibi âh aklı perîşânım efendim
Kurban tenine bende olan cânım efendim
Dîvâneyim aşkınla değil elde iradem
Uslanmağa yok elde bir imkânım efendim
Her derde devâ olmağa var sende liyâkat
Aşkın bilirim derdime dermânım efendim
Kalbimde karar eyleyeli nakş-ı hayâlin
Gülşendeki güller gibi handânım efendim
Seyrânî’ye ver varını yok değil aslâ
Ey Vâcib-i mevcûd u Kerem-kânım efendim
19.asır şairi Seyrânî’yi halk şairi olarak telâkkî etmekle birlikte Dîvân edebiyatı sahasında da at koşturmuş bir mütefekkir saymak mübalâğa olmaz. Şiirlerinde hece ölçüsü yanında Dîvân şiirine dâhil olma şartlarından birisi olan aruz veznini de azımsanamayacak kadar kullandığı görülüyor. Dîvân şiirinin sadece ölçüsünü değil mazmunlarını da başarıyla kullanan Seyrânî’nin en azından Dîvân kültürüne vâkıf bir şair olduğu muhakkak görülüyor. Peygamber Efendimiz’in övgüsünde yazdığı na’tlarda da bunu açıkça görebiliriz.
Seyrânî’nin diğer şiirleri gibi na’tlarında da hem halk hem de Dîvân kültürünün izleri görülür. Bir na’tinde:
Bende bir ateş var yanmadan tüter
Tütünsüz âteşe yandığım yeter
Lûtfuna muhtacım iş sende biter
Sensin cümle derde dermân olan yâr
derken halk şiirinin hem ölçüsünü hem de kültürünü, ifade ve hitap tarzını olduğu gibi yansıtır. Diğer taraftan başka bir na’tinde:
Ahmed-i Muhtâr’dır sermâye-i feyz-i vücûd
Eylemiştir hilkatin esrârın izhâr ibtidâ
gibi Dîvân şairlerine has kâfiye ve redif ve tabiî ki aruz vezni ile Dîvân edebiyatının gazellerini hatırlatır. Nitekim yukarıya tamamını aldığımız na’t de bu nevi’dendir.
Dîvân şiirinde sevgilinin zülfü daima siyah ve dağınık olarak hayal edilir. “Zülf”ün geçtiği beyitlerde perîşân (dağınık) ve siyah (kara) kelimesini de görürüz. Ayrıca zülf,âşığı bağlayan “bende” eden bir silah durumundadır. Şair, ilk beyitte Hz. Muhammed (s.a.v.)’i bir sevgili kabul ediyor. Kendisi ona deli dîvâne âşıktır. Âşığın aklı daima perişandır. Sevgilinin saçı gibi. Ne de olsa aşk olan yerde “karar”dan söz edilemez. Fuzûlî:
Ey bana sabr et diyen hâl-i dilimden bî-haber
Aşk olan yerde n’eder ârâm yâ n’eyler şekîb
“Ey gönlümün hâlinden haberdâr olmayan, bana sabret diyorsun. Aşk olan yerde hiç huzur, sabır olur mu?” derken bu duruma işaret eder.
Âşığın sevgili yanında benliği yoktur. Dolayısıyla o bir “bende”dir, köledir. Canı ise kurban olmaya hazırdır.
Aklın perişanlığı, bendelik peşi sıra dîvâneliği getirir. Dîvânelik ise bizde Mecnûn çağrışımı uyandırıyor ki,Mecnûn’un aklı yoktur. Aklın olmadığı bir yerde irâde ve disiplinden de söz edilemez. Cünûn hâlindeki bir insana dışarıdan müdâhale gerekir. Yani ona derman olacak bir ilâç gerekir. Bu çare sevgilidedir.
Seyrânî her derde devâ gördüğü Peygamber Efendimiz’den yardım dilemektedir. Onun aşkı, derdine dermandır. Onun hayali âşığın kalbini mesken tuttuktan sonra, âşık da tıpkı gül bahçesinde her biri gülen bir insana benzeyen güller gibidir.
Son beyitte Seyrânî, Allah’ın birçok güzellik ve keremiyle yarattığı ve “Habibim” diye hitap ettiği Rasûlü’nden, şefâat ve merhamet diler. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.v.) şefâat menbâıdır.
Vedat Ali TOK
YazarVücudûn bâ’is-i îcâd-ı âlem yâ RasûlallahAnınçün cümleden sensin mükerrem yâ RasûlallahZuhûr-ı zât-i pâkindür anı halleyleyen yohsaKalurdı sırr-ı mevcûdât mübhem yâ RasûlallahAceb mi âb-ı rûyunla döne...
Yazar: Vedat Ali TOK
Salâhî-i Uşşâkî (1705-1782)Gönül fikr-i hayâlinle sabahlar yâ RasûlallahOlur şem’-i cemâlinle sabahlar yâ Rasûlallah Alîl-i pister-i hicrin enîn ü zâr edip dildenTemennî-i visâlinle sabahlar yâ R...
Yazar: Vedat Ali TOK
Zâtî (1471-1546)Kâmetin ey bûstân-ı lâ-mekân pîrâyesiNûrdan bir servdir düşmez zemîne sâyesi Yûsuf’u gerçi görenler ellerini kesdilerGün yüzün gördü senin şakk oldu bedrin ayası Menzil-i tîr...
Yazar: Vedat Ali TOK
Şeyyâd Hamza (13. yüzyılın sonu?-14. yüzyılın ikinci yarısı?)Senün aşkun kamu derde devâdur yâ RasûlallahSenün katunda hâcetler revâdur yâ RasûlallahSenün nûrun gören gözler ne ay gözler ne yılduzlarN...
Yazar: Vedat Ali TOK