DALGIÇSAN GÖZLERİMİN DENİZİNE DAL
“Lâ tahzen!”[i] Ferman-ı ilahisi ile başlayıp Sabah-ı Haşr’e kadar yol alacak kutlu kervanın aziz ve rûhânî yolcuları... Adı Muhacir, adı Ensar, adı ashab, adı ihvan veya ahî, adı mürid yahut mürşid, adı bazen Abbasî bazen Osmanlı, adı mücâhid, adı belki de 21. yüzyıl genci. Lâkin meslekleri gülden terazi tutmak. Gül alıp gül satmak. Gül özlü olmak. Gül’e sezâ olmak... Kafile yola devam ediyor olduğu halde… Ey Gül! İnsanlığın medeniyet muallimi, uhuvvet köprümüz, tezyinat mimarımız (s.a.v.)!. Edebiyatçıların eserlerini tesirsiz kılan en büyük edîbimiz. Hatiplerin sesini kısan kâmet-i bâlâ. Mâhir hekimlerin dermanını hiçe sayan Tabîb-i Ekber’imiz (s.a.v.)!. Ey harpleri sulh eden Cevâmiü’l-Kelîm. Yaralı gönüllerimizin gözü yaşlı yamacısı olan Habib-i Ekrem’imiz ey (s.a.v.)! Sana Rahman’ın rahmeti kadar selâm, ihtiram ve iştiyak olsun. Zira: “Andolsun ki sizin için; Allah’a ve âhiret gününe kavuşacağını uman ve Allah’ı zikreden (mü’min)ler için Rasûlullah’ta en mükemmel bir örnek (üsve-i hasene) vardır.”[ii] Yani sen bir insanüstü insan, bir çağlar ötesi medeniyet rehberimizsin, elhakk! Ancak, özlere inşirah zerk eden, mihengimiz olan bu âyet-i celîle, uyanık olmamız ve uymamız için nazik bir ihtarda bulunuyor. İnsan, hayatının her alanında O (s.a.v.)’in öğretilerine uymak, kaidelerini kendi yaşayışında merkeze almak, hislerine mağlup olmamak durumundadır. Böylece mezkûr ayet, somut olarak ferden ferdâ cemiyetin hayat çerçevesini çizmiş olmaktadır. İnsanoğlunun fazîlet ve kıymeti; hayatıyla, getirdiği şeriatla, koyduğu kanun ve yasakla yol göstericimiz olan âlemlerin Sevgilisi (s.a.v.)’e yaklaştığı ölçüdedir. Şefkati ile rûhânî âlemde el uzatmadığı yıkık gönül, gözyaşını silmediği yetim yüzü, rahle-i tedrisinden geçip kahramanlaşmayan bir bedevî yoktur. Zira: “Andolsun ki size, içinizden öyle izzetli bir peygamber geldi ki, sıkıntıya düşmeniz ona ağır gelir. Size çok düşkündür. Mü’minlere karşı Raûf (cidden çok şefkatli) ve Rahîm (son derece merhametli)dir.”[iii] Ümmetine olan düşkünlüğü âyet-i kerîme ile mühürlenen İki Cihan Güneşi (s.a.v.)’in hayatında, kilometre taşı hükmünde olan büyük hâdiselerden biri de Muâhât/Kardeşlik Akdi’dir. O (s.a.v.), din kardeşliğini; kan, soy-sop-ırk, kavim-kabile, hayat coğrafyası, sosyal statü, sosyo-ekonomik seviye ayrımı gözetmeksizin bina etmiştir. Neticede; mozaik zemin üzere kurulan, belirgin ve bağlayıcı özelliği olan bir İslam devleti, kuşatıcı ve yıpranmayan bir anayasa ilan etmiştir. Medine-i Münevvere’ye hicretten beş ay sonra inşa edilen kardeşlik köprüsüne 45 Ensar ile 45 Muhacir davet edilmiş, Efendimiz (s.a.v.) toplam 90 Müslümanı kardeş yapmıştır. Kurulan bu kardeşlik müessesesine göre, Medineli ailelerden her birinin reisi, Mekkeli Müslümanlardan bir aileyi yanına alacaktı. Mallarını onunla paylaşacak, beraber çalışıp beraber kazanacaklardı. Bu akit gerçekte uygulandı. Lâkin o nasıl sağlam bir örgü idi ki, dünya insanlık tarihinde teşekkül etmiş veya edecek böyle bir “ictimai adalet” örneğine asla rastlanmayacaktı. Hem akıllara durgunluk veren bu olayın detayında Efendimiz (s.a.v.)’in çok hassas bir dengeyi gözettiğine de şahit oluyoruz. Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) kardeş olacakların durumunu inceden inceye tetkik etmiş, uygun bulduklarını kardeş yapmıştır. Meselâ Selman-ı Farisî ile Ebu’d-Derdâ, Ammar ile Huzeyfe, Mus’ab ile Ebû Eyyûb Hazretleri arasında mizaç, zevk, hissiyat itibariyle tam bir ahenk vardı.[iv] Yine Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.)’in Ensar ile Muhacir arasında gerçekleştirdiği bu kardeşlik müessesesinden daha önce Mekke’de, Muhacirler arasında gerçekleştirdiği bir kardeşlik olayına daha şahit oluyoruz. İbn Abdülberr şöyle diyor: “Müslümanlar arasında birbiriyle kardeş olma olayı iki kere olmuştu. Biri özel olarak muhacirler arasında oldu- ki bu Mekke’de idi. Diğeri ise Ensar ile Muhacirler arasında olmuştu.” Bu da bize kesin olarak göstermektedir ki kardeşliğin esası ve asıl sebebi sadece İslâm bağıdır. Ancak o bağ, Hicret’ten sonra, Hicret’in getirdiği şartlar sebebiyle ve Ensar ile Muhacirler bir yurtta toplandıkları için yenilenmeye ve pekiştirilmeye ihtiyaç duydu. O da gerçekte, inanç birliği ve İslâm toplayıcılığı esasına dayanan kardeşliğin dışında başka bir şey değildir.[v] Bu kardeşlik güdüsünün temel yapı taşı olan “sevgi”, tarihte âbide şahsiyetler yetiştirerek Saadet Asrı’nın huzmelerini çağlara yaymış, bakırları altınlaştırmış, acıları tatlandırmıştır. Sevgilisi (s.a.v.)’in dilinden Yüce Yaratan’ın şu muştusu varken nasıl sevinmez insan? “Kıyamet günü Allahu Teâlâ şöyle buyurur: ‘Celâlim hakkı için, bana itaat maksadıyla birbirini sevenler nerede? Hiçbir gölgenin bulunmadığı bugün, onları gölgemde gölgelendireceğim, onları muhafaza edeceğim.”[vi] hadis-i kudsinin azameti karşısında ancak hem hacet hem şükür secdesi gerekir kanaat [i] 9/Tevbe, 40. [ii] 33/Ahzab, 21. [iii] 9/Tevbe, 128. [iv] Kâinatın Efendisi Peygamberimiz (s.a.v.)’in Hayatı, c. 1, s. 482, Salih Suruç, Tecrid Tercemesi, c. 7, s. 76. [v] Fıkhü’s-Siyre, s. 223, Fethü’l-Bârî, 7/191. [vi] Müslim, Birr, 37.
A. Tuba BÂKİLER SÜTDEDE
YazarŞifa Hatun (r. anhâ), Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in dünyayı teşrifleri sırasında hizmetiyle tanınan bir hanımefendi... Hazreti Âmine annemize ebelik yapan bir hizmet eri... Allah Rasûl’ünün nur bed...
Yazar: Nagehan Nida DURAN
Benim çocukluğumda hanımeli bir başka açar, leylaklar daha asil kokardı. İnce uzun bir sokaktaydı evimiz. Sokağın başköşesinde mahalle camii, en sonunda muhtarın evi, orta yerde bizim ‘köşkümüz’ vardı...
Yazar: A. Tuba BÂKİLER SÜTDEDE
Bir hadis-i şerifte Allah Rasûlü (s.a.v.): "Âlimin âbide üstünlüğü, benim sizden en basitinize olan üstünlüğüm gibidir." buyuruyor. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in “âlimler” diye işaret ettiği bu m...
Yazar: Raziye SAĞLAM
Hayran olunan kişiye bir buket gül sunarmış gibi zarif ve mânâlı bir edâyla, âdeta reverans yapılarak ebeveynin eline tatlı telaşla tutuşturuluverilen can emânetleri, yavrularımız... Canımızdan can, k...
Yazar: A. Tuba BÂKİLER SÜTDEDE