DAĞLAR VAR ARA YERDE
Arabanın içinde üç kişiydiler. Üçü de yorgun ve halsizdi. Dokuz saattir yol almanın ezikliği çökmüştü üzerlerine. Buna rağmen biraz olsun uyamamış¸ bir yerde durup dinlenmeyi dahi düşünmemişlerdi. Beş yılın getirdiği hasret yüreklerini bir kor gibi yakıyor¸ en ufak bir zaman kaybına dahi tahammül edemiyorlardı. Gözleri hiç bitmeyecek gibi uzayıp giden asfaltın¸ ufukta kaybolan çizgilerine bakıyordu. Tek kelime dahi konuşmadan¸ her biri kendi hayalleriyle yaşıyor¸ çocuklarını¸ karılarını¸ ağzı dualı analarını ve içlerine burgu burgu işleyen vatanlarını düşünüyorlardı.
Arabanın içinde üç kişiydiler. Üçü de yorgun ve halsizdi. Dokuz saattir yol almanın ezikliği çökmüştü üzerlerine. Buna rağmen biraz olsun uyamamış¸ bir yerde durup dinlenmeyi dahi düşünmemişlerdi. Beş yılın getirdiği hasret yüreklerini bir kor gibi yakıyor¸ en ufak bir zaman kaybına dahi tahammül edemiyorlardı. Gözleri hiç bitmeyecek gibi uzayıp giden asfaltın¸ ufukta kaybolan çizgilerine bakıyordu. Tek kelime dahi konuşmadan¸ her biri kendi hayalleriyle yaşıyor¸ çocuklarını¸ karılarını¸ ağzı dualı analarını ve içlerine burgu burgu işleyen vatanlarını düşünüyorlardı.
Direksiyondaki orta boylu ince yapılı biriydi. Kalın siyah kaşların çevrelediği gözleri kısılmış¸ bütün dikkatini yola vermişti. Çok hızlı ve delicesine araba kullandığı için¸ arkadaşları süratli gitmesini önlemek amacıyla ona “Tekbas Nuri” lakabını takmışlardı.
Şoförün yanında oturan Kara Mehmet sabırsızlıkla elinde oynadığı iri taneli¸ püsküllü tespihini cebine koyup¸ gözlerini yoldan ayırdı. Saatine baktı. “Tam dokuz saat” diye düşündü. Dokuz saattir yüreğinin ta içine oturan vatan hasreti son haddini bulmuştu. “Oğlumuz beş yaşına bastı” diyordu mektubunda Zehra. “Gel gayrı Mehmet’im. Buralarda herkes başka şeyler söylüyor. Kimi gâvur kızına tutuldu¸ seni unuttu¸ kimi de üstüne evlendi diyorlar. Oğlumuzun adını Hasrete çevirdim. Babasına ve bir koruyucu erkeğe hasret kaldığından...” içini çekti. Beş yıldır görmediği oğlunu ve karısını hatırlamak yüreğinin içindeki özlem ateşini alevlendirdi. “Gâvur kızı ha” diye söylendi belli belirsiz. Acı acı güldü. Onların hiç biri de buram buram toprak kokan¸ elleri nasırlı¸ başı yaşmaklı Zehra’sına denk olabilir miydi. Derin bir nefes aldı. Yan gözle Nuri’ye baktı. Sonra gözlerini arabanın camından dışarı kaydırıp¸ amaçsız seyretti¸ dağları ovaları. Neredeyse hava kararmak üzereydi.
Arka koltuktaki şişman¸ iri yapılı Selami yuvarlak¸ kıllı elleriyle karnını ovuşturarak:
- Acıktım dedi. Bir yerde durup bir şeyler yesek mi?..
Tekbas Nuri söyleneni duymadı bile. Gözleri dağların arasında kara bir yılan gibi gittikçe uzayan yoldaydı. Anasının mektubu aklından hiç çıkmıyor¸ sağ ayağı gaz pedalına daha bir gömülüyordu. “Oğlum¸ karın sık sık annemlere gidiyorum diye evden çıkıyor. Laf anlatamıyorum. Söylentiler iyi değil. Gel ne yapacaksan yap ..” Nuri hırsından dişleriyle dudaklarını ısırıyor¸ karısının böyle bir şey yapabileceğine akıl erdiremiyordu. Bir an için söylentilerin asılsız olabileceğini düşündü. Karısını çekemeyenlerin¸ ya da onda gözü olanların uydurduğu sözler olabilirdi. Fakat “ateş olmayan yerde duman tütmez” derler.
- Allah kahretsin.
Belli belirsiz hırsla söylenmişti. Göz ucuyla¸ duyup duymadığını anlamak için Kara Mehmet’e baktı. Kendi havasında dışarıyı seyrediyordu. Nereden çıkmıştı sanki yurt dışında çalışmaya. Köyünü¸ evini terk edip¸ el içinde çile çekmeye değer miydi? Çok para kazanmak hırsıyla geldiği Almanya’da¸ kendisi eğlenceye dalıp benliğini unutmuş¸ karısı hakkında da kötü dedikodular çıkmıştı. Altındaki araba bütün bunlara değer miydi?.. Üstelik de her geçen gün artan¸ Türk işçisinin horlanmasına rağmen.
Selami cevap alamayınca teklifini üstüne basa basa tekrarladı. Kara Mehmet can sıkıntısıyla Selami’ye çıkıştı.
- Daha çok yolumuz var. Acıktıysan arabada sandviç olacak¸ bir iki atıştır.
Gözleri yeniden pencereden dışarı kaydı. Ağaçlar bir biriyle yarış edercesine önlerinden hızla geçiyordu.
Selami arkasına yaslandı. Uyur gibi yaptı. Aslında uyumuyor¸ babasının hastalığını ve köyünü düşünüyordu. Anasının “...Baban hasta¸ ölmeden seni görmek istiyor. Gurbete kök salmadıysan kalk da gel gayrı...” diye yazdırdığı mektup¸ memleket hasretinin üstüne eklenmiş¸ içindeki vatan özlemini kat kat artırmıştı. Bir an önce köyünün ağaçlarıyla¸ toprağıyla kucaklaşmayı o da istiyordu.
Tekbas Nuri sağ eliyle konsüldeki kasetleri karıştırdı. Sonra rasgele birini alıp¸ arabanın teybine sürdü. Yanık bir ses hoparlörden çıkıp¸ üç gurbetçiyle kucaklaştı. Sonra içlerindeki yurt özlemiyle birleşip¸ otomobilin kelebek camlarından dışarı taştı ve rüzgârla birlikte bilinmeyen istikametlere doğru uçup gitti. “Yol uzun gurbet acı/ Dağlar var ara yerde/ Yol verin geçeyim dumanlı dağlar./ Dağların ardında nazlı yar ağlar./” diye boşa yakarıp durdu. Bitmez tükenmez bir dağ yığını¸ sanki masal kaçkını devler gibi önlerine dikiliyor¸ yol vermiyordu.
Nuri¸ sinirle farları yaktı. Ön lambalardan çıkan kuvvetli ışık huzmesi¸ kıvrılıp uzayan karayolunun pürüzlü sırtını yalayıp¸ bilinmeyen karanlıklarda eridi. Taksinin ışığında buluşan kelebekler ön cama çarpıp kayboluyordu.
Kara Mehmet’in esmer yüzü buruştu. Şarkının sözleriyle birlikte¸ karısının hayali gözlerinin önünden bir kez daha geçti. Beyninde ses olup yankılandı. “...oğlumuzun adını Hasrete çevirdim. Babasına hasret kaldığı için ..” elleri gayrı ihtiyari cebindeki tespihine gitti. Can sıkıntısıyla mırıldandı. “Geliyorum Hasret¸ az kaldı sabret” Sonra Nuri’ye döndü.
- Topuklayıver Nuri... Tek basma¸ artık çift bas...
Tekbas Nuri sanki böyle bir teklif bekliyormuş gibi gaz pedalına daha sıkı bastı. Sürat ibresi yukarılara doğru tırmandı. Bir an önce memleketine ulaşmayı istiyordu. Gittikçe uzayan asfaltın üstünde karısının hayalini görüyor¸ hırslanıyordu. Yüz hatları gerilmiş¸ hiç konuşmadan yolu takip ediyor¸ karısının hayalini ezmeye çalışıyordu. Araba ileri atıldıkça karısı kaçıyor¸ Nuri pedala daha bir yükleniyordu. Yurt dışına gittiği zaman¸ evini ihmal edip para biriktirerek aldığı son model araba rüzgarla yarış edercesine uçar gibi gidiyordu.
Akşam karanlığında karşılarından gelen arabalar bir sinek vızıltısı gibi geçiyordu yanlarından. Bir an asfaltın altlarından kaybolduğunu ve yıldızlara kavuşurcasına uçtuklarını gördüler. Teyp hâlâ çalıyordu. “... Dağlar var ara yerde... “
Ümit Fehmi SORGUNLU
Yazar“Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek” mefhumu, insanlara genel manada güzellikleri telkin eder. Yaratılmışların en şereflisi olan insan elbette ki, “ahsen-i takvim” olduğu için fıtrî olarak da, cismî o...
Yazar: Musa TEKTAŞ
zun ve yorucu bir günün ardından gelen¸ esintili bir yaz akşamıydı. Uzun ve yorucu bir günün ardından gelen¸ esintili bir yaz akşamıydı. Açık duran pencereden içeri süzülen lodos rüzgârı¸ kadının karş...
Yazar: Ümit Fehmi SORGUNLU
Sabahleyin erkenden kalktı karım. Kalkar kalkmaz da ilk sözü "Bugün geliyor" oldu.Sabahleyin erkenden kalktı karım. Kalkar kalkmaz da ilk sözü "Bugün geliyor" oldu. Pür telâş içerisinde giyinip¸ etraf...
Yazar: Ümit Fehmi SORGUNLU
O gün Hatice Hanım'a erken bir ağırlık çöktü. Akşam karanlığı yoğun bir sis gibi pencereden içeri akıyordu.O gün Hatice Hanım'a erken bir ağırlık çöktü. Akşam karanlığı yoğun bir sis gibi penc...
Yazar: Ümit Fehmi SORGUNLU