CUMA GÜNÜNÜN ÖNEMİ
Basralı bir Allah dostu, cuma namazını kılmak üzere henüz tan yeri ağarmadan mescide gitmek için yola çıktı. Vakit erken olduğu için yolu üzerinde bulunan kabristana uğradı ve içeri girdi. İki rekât namaz kıldı. Bir kabre dayandı. Gözlerine uyku geldi. Şöyle bir rüya gördü: Kabirde yatanlar kabirlerinden çıkmışlar, halka halka olup oturmuş, konuşuyorlar. Allah dostu bir de baktı ki, onlardan ayrı, kirli elbiseli bir genç, bir köşede, üzüntülü bir hâlde oturuyor. Onu yanlarına oturtmuyorlar. Oradakilerin hepsine tepsi tepsi, üzeri mendillerle örtülü hediyeler gelip dağıtıldı. Herkes kendi tabağını aldı; sonra tekrar kabrine girdi. En sona bu genç kaldı. O da üzüntülü bir hâlde, kalktı; kabre girmek istedi. Hemen ona sordum: - Hey Allah'ın kulu, sende gördüğüm bu üzüntü neden? Sonra gördüğüm bu hâl nedir? Bana şöyle dedi: - Ey Allah’ın sevgili kulu, sen o tepsileri gördün mü? - Evet, gördüm, deyince şöyle anlattı: - O tabaklar, hayattakilerin ölülerine hediyeleridir. Onların adına verdikleri sadaka, yaptıkları dua, cuma geceleri onlara gelir, dedi ve şöyle devam etti: - Ben, Sindli biriyim. Anam hacca gitmek istedi; beraber yola çıktık. Basra’ya gelince öldüm. Bundan sonra anam Basra’da evlendi. Kendisinin bir oğlu olduğunu ve öldüğünü kocasına anlatmadı. Dünyaya daldı. Ne bir işaretle ne de bir sözle beni andılar. Ölümümden sonra beni hatırlayan kimse olmayınca üzülmek bana haktır. Sordum: - Senin ananın evi nerede? Onun yerini bana anlattı. Sabah oldu, namazımı kıldım. Sonra gittim. O kadının evini sordum, buldum. Yanına gittim, kendimi tanıttım, izin istedim, izin verdi, içeri girdim ve şöyle dedim: - Benim söyleyeceğim söz, senin söyleyeceğin söz hiç kimse tarafından duyulmamalıdır. Böyle istiyorum. Ona yaklaştım, aramızda bir perde kaldı. Şöyle sordum: - Sana Allah'tan rahmet dilerim, çocuğun var mı? - Yoktur. Tekrar sordum: - Daha önce bir çocuğun olmuş muydu? Derin bir nefes aldı, sonra şöyle dedi: - Benim bir genç oğlum vardı, öldü. Bunun üzerine durumu ona anlattım. Ağlamaya başladı. Sonra şöyle dedi: - Ey Allah’ın sevgili kulu! O benim ciğerparem, kalbim idi. İçim onun yuvası olmuştu. Göğüslerimden ona süt içirdim. Kucağım onun sığınağı idi. Daha sonra çıkardı, bana bin dirhem verdi ve şöyle dedi: - O sevdiğim, göz nurum için bunları dağıt. Kalan ömrümde onu duadan unutmayacağım. Onun için sadaka vereceğim. Gittim, o bin dirhemi dağıttım. Ertesi cuma geldi. Cumaya gitmeyi istedim. Yine kabristana uğradım. İki rekât namaz kıldım, sonra bir kabre dayandım. Yine dalmışım. Baktım ki, bir cemaat yine çıkmış. Bu arada o genci gördüm. Üzerinde beyaz bir elbise vardı. Sevinçli ve mesrurdu. - Ey Allah’ın sevgili kulu! Allah bizim için seni mükâfatlandırsın. Gönderdiğiniz hediye bize geldi. Ona dedim ki: - Siz kabirdekiler cumayı bilir misiniz? - Evet biliriz. Havadaki kuşlar bile onu bilir. Cuma günü için birbirlerine şöyle derler: - Bu faziletli gün için, selam, selam...
Ayşe Gül PINAR
YazarMısırlı bir adamın kalp hastalığı vardı. Doktorlar hastalığının çok ağır olduğunu, ameliyatın yalnız yurt dışında yapılabileceğini söylediler. Adam, zaman kaybetmeden Londra'ya gitti ve kendine iyi bi...
Yazar: Ayşe Gül PINAR
Lale Soyunda öyle bir yücelik var ki, Bir devre adını yazdırdın lale. Aslın, asaletin sevene yar ki, Yüzyıla mührünü kazdırdın lale. Osmanlı vaslına verince önem, Zirveye oturdun uzu...
Şair: Rabia BARIŞ
Eskiden hukuk fakültesini birincilikle bitirenleri mükâfat olarak Medine'ye kadı/hâkim olarak tayin ederlermiş. Gönlü Rasûlullah aşkı ile dolu olan bir genç, bunu duyunca bütün gayretini sarf ederek h...
Yazar: Ayşe Gül PINAR
Vaktiyle Kalaycı Dede adında bir âlim zat yaşarmış. Şehrin ârif şahsiyeti ve akıl hocasıymış. İsminden de anlaşılacağı üzere kalaycılıkla uğraşır, yalnızca günlük ihtiyacını karşılayacak kadar kazanır...
Yazar: Ayşe Gül PINAR