ÇOCUKLUK YILLARIMI DÜŞÜNÜRKEN
Son bir umutla iyi ama bende para yok ki' dediğimi de çok iyi hatırlıyorum. O ise beni kandırmayı çoktan kafasına koymuş olmalı ki¸ Gel bende var' dedi. Okul çantalarımızı onların evine bırakıp doğruca Cumhuriyet Meydanındaki Tan Sinemasına gitmiştik.
"Son bir umutla iyi ama bende para yok ki' dediğimi de çok iyi hatırlıyorum. O ise beni kandırmayı çoktan kafasına koymuş olmalı ki¸ Gel bende var' dedi. Okul çantalarımızı onların evine bırakıp doğruca Cumhuriyet Meydanındaki Tan Sinemasına gitmiştik."
Çocukluk yıllarımı düşünürken bazı anılarımı hâlâ buruk bir tebessümle hatırlarım. Sanırım ilkokul sıralarıydı. Seyitgazi mahallesinde Dinçtürk Sokağı ile Etiler İlkokulu arasındaki iri kaldırım taşlı sokakları¸ elimde tahta çanta¸ üzerimde gırizet kumaştan yapılma önlükle arşınladığım yıllardan biriydi. Sinemayı sadece okula gelen belgesel nitelikli filmler ve karagöz oyunlarıyla tanırdım. Bu büyülü perde her çocuk gibi benim de dikkatimi çekmişti. Okulun giriş salonuna kocaman bir beyaz perde gerilirdi. Anlardık ki o gün ya sinema ya da karagöz oyunu vardı. Neşe içinde sınıflarımıza girerdik. Öğretmenimizin bizi sınıftan alıp sırayla okulun giriş salonuna götürmesini sabırsızlıkla beklerdik. Salonda yerimizi aldığımız zaman da film başlayana kadar gürültüden geçilmezdi. Sinemayı oynatacak olan ağabey kocaman makaraya filmleri sarmış bizi bekliyor olurdu. Işıklar söndürülür gürültü çıkaran çocuklar Başöğretmen tarafından azarlandıktan sonra o koca makaranın dönmesiyle birlikte ışık huzmesi perdeye yansırdı. Sesi de arka tarafta sinema bobinlerinin yanında büyük hoparlörlerden gelirdi. Ben en çok karagöz oyununu severdim. Işık bu kez perdenin arkasına konur ve Karagözle Hacivat bir değnekle perdeye arzı endam ederdi. İlk kez o ince sesiyle Hacivat konuşurdu. "Aman Karagözüm yaman Karagözüm kaç gündür nerelerdesin bakıyım" arkasından Karagöz koca cüssesiyle Hacivat'ın üzerine şak diye iner¸ o kalın ve kaba sesiyle "Ben de senin ensene çakıyım. Ne yapacaksın beni görüp de
" derdi. Bütün çocukları alırdı bir gülme. Böylece bir yıl boyunca birkaç kez okulumuzda sinema ve karagöz seansları devam ederdi.
Bir gün hem mahalle¸ hem de sınıf arkadaşım Orhan bana sinemaya gidelim mi? dedi. Genelde birçok ilkokul arkadaşlarımın isimlerini ve o yıllarda yaşadıklarımın çoğunu hatırlamam. Ama bu isim ve olay nedense hafızama öylesine kazınmış ki¸ bir türlü unutamıyorum. Herhalde beni ilk sinemaya alıştıran bir isim olduğu içindir. Bu teklife öylesine şaşırmıştım ki¸ sanki küfür etmiş gibi yüzüne dik dik baktım. "Deli misin sen" dedim. "Okul ne olacak" Güldü "Bir günden bir şey olmaz" dedi. "Ama" dedim "öğretmen kızmaz mı?" "Yaa boş ver¸ hastaydık deriz¸ annemlerle gezmeye gittik falan deriz." Sinemaya olan ilgimin fazlalığından mıdır nedir bu sözler beni celbetmişti. "Ya babam duyarsa" diyerek razı olduğumun ilk işaretini verir gibi oldum. O umursamaz bir tavırla omzunu silkmiş¸ "okulda olduğumuzu sanırlar¸ nerden haberleri olacak." dedi. Son bir umutla "iyi ama bende para yok ki" dediğimi de çok iyi hatırlıyorum. O ise beni kandırmayı çoktan kafasına koymuş olmalı ki¸ "Gel bende var" dedi. Okul çantalarımızı onların evine bırakıp doğruca Cumhuriyet Meydanındaki Tan Sinemasına gitmiştik.
O gün bir suçlu gibi eve döndüm. O akşam sanki babam "neden bu gün okula gitmedin" diye soracakmış gibi mütereddit tedirgin öylece bekledim. Sormadı. Ertesi gün öğretmen de "dün neden okula gelmedin" diye sormadı. Keşke sorsalardı. Bu sorgusuzluk bana cesaret verdi ve harçlıklarımı biriktirip ikinci bir kez sinemaya gitmenin fırsatını bekledim hep. Artık Orhan'a sinemaya gitmeyi ben teklif eder olmuştum.
"Bu sinema alışkanlığı bende öylesine ilerlemişti ki¸ harçlık bulamasam bile yeni komşulardan annemler istiyormuş gibi para ister onunla da sinemaya giderdim. Ortaokulda ilk sömestre karnemin zayıf gelmesi ve komşulardan para istemem babamı iyice kızdırmıştı."
Birkaç yıl sonra mahalleden taşınmış ve Orhan'la olan bağı çoktan koparmıştık. Bu arada ben Sümer Ortaokuluna yazılmıştım. Ortaokullu olmak bile o zamanlar bir ayrıcalıktı. Üzerimizde yeni dikilmiş lacivert takım elbise¸ başımızda sarı şeritli bir şapka ve elimizde meşin çantayla fiyakalı bir şekilde okula gidip gelişlerimizi hatırlıyorum da¸ kıymetini bilemediğim o günlere yeniden dönesim geliyor. Çoğu kez şehirden yeni mahalleye kadar yürür ve babamın verdiği otobüs paralarını biriktirir haftada bir mutlaka sinemaya giderdim. Tek yönlü dar caddede dikimevinin önünde guruplar halinde şakalaşarak yürürdük. O zamanlar daha istasyondaki Sümer üst geçidi henüz yapılmamıştı.
Bu sinema alışkanlığı bende öylesine ilerlemişti ki¸ harçlık bulamasam bile yeni komşulardan annemler istiyormuş gibi para ister onunla da sinemaya giderdim. Ortaokulda ilk sömestre karnemin zayıf gelmesi ve komşulardan para istemem babamı iyice kızdırmıştı. Çok iyi hatırlıyorum¸ bir gün değneği çekmiş beni çıplatmış ve kaba etlerime vurdukça vurmuştu. O günler belki kızmıştım babama¸ ama bu gün keşke daha ilkokuldayken dövseymiş diye hayıflanıyorum.
İkinci dönem derslere ve okula biraz daha sarıldım. Müdür Kâzım Yedekçioğlu hiç gülmeyen yüzü¸ ince zayıf kuru bedeniyle¸ elleri arkasında¸ kaşları çatık dolanıp dururdu koridorlarda. Almanca hocamız Fatma Erciyes etine dolgun¸ hep kahverengi tayyörüyle dersimize girer¸ "Gütentak" derdi. Ağzından hiç eksik olmayan piposuyla derslere giren Necdet Hoca'nın laubali hareketlerine rağmen ben hep Türkçe'yi sevdim. Kerrat cetveli ezberlemek benim için dayanılmaz bir ızdıraptı. Onun için matematikle bir türlü barışamadım.
Babamın sıkı kontrolleri neticesi sinemaya ara vermiştim¸ ama bu kez de kimin tarafından alıştırıldığımı hâlâ hatırlayamadığım Teksas-Tommiks kitaplarını okumaya başlamıştım. Bu Teksas-Tommiks'in öylesine çok hayranı olmuştum ki¸ kendi muhayyile gücümle kahramanlar üretip resimli romanlar çizer hale gelmiştim. Bir keresinde matematik için alınan çizgisiz sarı yapraklı defterin tamamını kendi yaptığım resimli romanla doldurmuştum da babamdan tekrar matematik defteri almasını istediğim zaman yaptığım haylazlığın farkına varmıştı. Tabi birkaç tokatta onun için yemiştim. O yıl sınıfta kalınca da¸ rahmetli babam "senin hiç okumada gözün yok" diye az mı kızmıştı.
Çocukluk bu ya¸ her şey tozpembe gelirdi. O günler hayat oynanacak birçok oyun ve uzun bir yaşam demekti benim için. Yanıldığımı geç anlamıştım. İşte bu yüzdendir ki çocukluğumun bazı dönemlerini buruk bir tebessümle hatırlarım.
Ümit Fehmi SORGUNLU
YazarEy öğrencim! Dünya sevgisinden sakın. Zira sirke saf balı bozduğu gibi dünya sevgisi de sâlih ve iyi amellerini bozar. Yetimlere, şefkat, çıplaklara elbise giydirmekle merhamet, açları doyur...
Yazar: somuncueditor
Kanûnî’nin küçük oğlu Selim, 28 Mayıs 1524’te İstanbul’da dünyaya geldi. Annesi Hürrem Sultan, saray içinde sözü geçen, etkili bir kadındı. Saray kadınlarına ve hizmetkârlara, Şehzade Selim’in terbiye...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Sözlükte “arınmak, saflaşmak, kurtulmak” manasındaki ihlâs kelimesi, terim olarak “ibadet ve iyilikleri riyadan ve çıkar kaygılarından arındırıp sadece Allah için yapmak” demektir. İslâmî literatürde ...
Yazar: Mustafa KARABACAK
Yazar/ Çizer: Emily Gravett Çevirmen: Sima Özkan Yıldırım Sayfa Sayısı: 36 Yaş Aralığı: 4-6 Yayınevi/Yılı: Beta Kids Yayınları/2016 İşlenen Konular: Çevre bilinci, doğal hayat, temizlik ve düzeni...
Yazar: Tuğba Karataş AYDAN