ÇOÇUK VE TOP
Adeta bir çıkın gibi büzülmüş¸ üstünde battaniye olduğu halde titriyordu. Yaz mevsimin o sıcak sabahı böyle titremesi elbette soğuktan veya hastalıktan değildi.
Adeta bir çıkın gibi büzülmüş¸ üstünde battaniye olduğu halde titriyordu. Yaz mevsimin o sıcak sabahı böyle titremesi elbette soğuktan veya hastalıktan değildi. Sinirleri boşalmış kendi kendine “umarım hata yapmamışımdır¸ umarım oğulcuğum biran önce gelir¸ ne olur Allah’ım üzüleceğim bir sonuç olmaz¸ yoksa dayanamam “ diye dua ediyor ve gel gitler içindeki ruh hali ile kah ayak sesi duymuş gibi dikkat kesilip¸ kapıya koşuyor¸ kah camdan dışarıya bakıyor sonra yine büyük bir ruh sıkıntısı ile büzütmüş bir şekilde divana yatıyordu..
Bir gün öncesiydi. Küçük çocuğu eve gelince ağabeyinin nerede olduğunu sorduğunda çocuğu;
- “Top oynadık ağabeyim topu kömürlüğe bıraktıktan sonra gelecek” dedi. Anne bu sözden tedirgin olmuştu. Ne topu? Top neden eve getirilmiyor da kömürlüğe bırakılıyordu? Geldiğinde oğluna sordu; oğlu biraz çekingen ve tedirgin¸ topu okulda bulduğunu¸ kızacağını bildiğinden de kömürlüğe koyduğunu¸ zaman zaman kardeşiyle o topu oynadıklarını söyledi. Böyle bir şey nasıl olabilirdi? Başkasına ait ve kimin olduğu belli olmayan bir eşya nasıl eve getirilirdi? O’na¸ hiç kimsenin özel eşyasının izinsiz alınamayacağı¸ insanın kendi olanaklarıyla yetinmesini bilmesi ve mutluluğu kendi içinde bulması gerektiği öğretilmişti. Her istediği olacak diye bir lüksü de olamazdı. Hangi koşullarda olursa olsun zayıflık göstermemeliydi. Bir şeyi elde etmek için sabretmeli¸ çaba sarf etmeliydi. O yüzden aynı ilkeler ile yetiştirmeye çalıştı çocuklarını. Biliyordu ihtiyaçlarını tam olarak karşılayamıyordu ama olsun¸ bir çoklarından daha iyi durumdalardı. Onlara da dışarıdan bakıp imrenenler vardı mutlaka. Çok da zor bir yaşamları yoktu. Çocuklarına harçlık veremiyordu belki ama giyimlerini¸ yemeklerini¸ okul ihtiyaçlarını elinden geldiğince eksiksiz olarak yapmaya çalışıyordu
Topu görmek istediğini söyledi. Biraz sonra oğlu getirdiği topu¸ annesine uzattı. Top naylon bir toptu¸ pahalı bir şey de değildi¸ madem ihtiyaçları vardı neden kendisinden istenmiyordu? O çocuklarını böyle mi terbiye etmişti? Erişilemez dertlerini paylaşamayacakları bir anne olarak mı görüyordu çocukları kendisini de ihtiyaçları olan bir topu annelerinden istemiyorlardı? Çok sinirlendi ve topu bıçakla keserek çöpe attı. Çocukları böyle bir zafiyeti nasıl gösterebilirdi? Bu hatayı telafi ettirmeliydi. Oğluna sert bir ses tonu ile;
-“Bir daha eve kendinize ait olmayan hiçbir şey girmeyecek. Çalışacak ve bu topu kendi imkanların ile alıp okuldan aldığın yere bırakacaksın. Bunun için yarın cumartesi¸ simit satıp bu parayı kazanacaksın” dedi. Akşam yemekleri¸ ve akşamdan sonraki saatlerde de evde suskun ve soğuk saatler yaşandı.
Sabah gün ağarınca oğlunu uyandırıp eline fırın tepsisini verirken¸ simit alması için çocuğuna verebileceği parası da olmadığından saatini simitlere karşılık olarak simitçi fırınına bırakmasını ve simitleri sattıktan sonra da simit parasını ödeyip saatini geri almasını söyledi.
Ömer¸ anneye karşı gelen kaba bir çocuk değildi. Hiç bir şey demeden tepsi elinde evden ayrıldı. Anne pencereden oğlunun gidişini takip etti. Henüz on iki yaşındaydı. Kibar¸ pırıl pırıl bir çocuktu. Daha önce hiçbir yerde çalışmamıştı. Oğlunun elinde simit tepsisi ile “simit¸ simitçi.. Sıcak simitlerim var” diye bağırabileceğini hiç sanmıyor ve aklı da almıyordu. Dışarıda gördüğü simitçi çocukların içinde mutlaka çok garip ve farklı kalacaktı. Acaba diğer simitçiler “sen de nereden çıktın? Bu mekan bizim¸ git buradan” deyip oğulcuğunu hırpalarlar mıydı? O dövüşmeyi de bilmezdi¸ Verdiği ceza ağır mıydı? Hep bunları düşünüyor kulağında oğulcuğunun o narin “simit¸ simitçi¸ sıcak simitlerim var” diyen sesini duyar gibi oluyor¸ bu onu iyice tedirgin ediyordu..
Saat epeyce ilerlemiş ama Ömer hala eve gelmemiştir. Bu kez içini bir korku aldı. Ya çocuğu gelmezse¸ ne yapardı? O oğlunun iyiliği için bunu yapmıştı. Bu arada küçük kızı da uyanmış sarı saçları ve pijaması ile kapıya yaslanmış bir vaziyette ağabeyinin nerede olduğunu soran gözlerle annesine bakıyordu.
Nerede hata yapmıştı? Verdiği ceza ağır mıydı acaba? Ama çocuğu da böyle davranmamalı¸ kendisine ait olmayan bir eşyaya el uzatmamalıydı. Zaman geçmek bilmiyordu. Ya çocuğu eve dönmezse¸ ne yapardı? Kendisine çok mu kızmıştı? O’nu anlayabiliyor muydu? Veya o çocuğunu anlayabiliyor muydu? Zaman da geçmek bilmiyordu. Elinden ayağından can kesilmişti¸ adeta sekaret gibi bitkin bir haldeydi. Zil çalsa¸ anneciğim geldim dese sım sıkı sarılıverse oğulcuğuna.. Daha şimdiden ne kadar da özlemişti¸ ne kadar da seviyordu oğlunu.. oğlunun da annesinin bu davranışı¸ kendisinin iyiliği için yaptığını bilmesini umuyordu.
Çocukluğu geldi aklına. Okuldan dönüyorlardı¸ bir evin bahçe duvarından dışarıya sarkan kayısı ve erik ağaçlarının dallarındaki meyvelerden arkadaşları ile birlikte o da toplamış ve yiyerek eve ulaşmıştı. Anneciği yediği meyveleri görünce nereden aldığını sorduğunda o da anlatması üzerine annesi bu davranışın doğru olmadığını o meyvelerin izinsin alınamayacağını¸ kendisinden habersiz oyuncağı¸ kitabı¸ tokası alınırsa nasıl hoşnut olmaz ise bahçe sahibinin de bu durumdan hoşnut olmayacağını o yüzden gidip bahçe sahibinden özür dilemesini ve yediği meyveleri helal etmesini istemesini söyledi. O ana kadar yaptığı davranışın hata olduğunu bilmediğinden oldukça üzülmüş ve mahcup da olmuştur. Özür dilemek için gittiğinde yüksek bahçe duvarı olan evin kapısını zor bulmuş ve kapının demir tokmağını vurduğu halde kapı açılmayınca kapıyı açıp içeri girince büyük bir bahçenin içinde bulmuştu kendisini. Çok uzakta şalvarlı bir teyze vardı. Teyzenin yanına vardığında onun maydanoz kesmekte olduğunu gördü. Mahcup ve sıkılgan bir şekilde yaptığı davranışı ve annesinin kendisine kızdığını söyleyerek özür diledi. Bu konuşma teyzenin çok hoşuna gitmiş olacak ki¸ O’nu öptükten sonra yanına¸ biraz daha meyve¸ maydanoz¸ yeşil soğan koyarak annesine de selam söylemesini isteyip kapıdan uğurlamıştı. O günden sonra da hiçbir kimsenin eşyasına elini uzatmamıştı.
İsteksizce kahvaltıyı hazırlarken dilinde de dua mırıldanıyordu. Evde ekmek de yoktu¸ tekrar camdan dışarıya bakmak isterken¸ bir anda çalan zil sesi ile kapıya koştu. Ömer’i gelmişti. Öyle bir kucakladı ki oğulcuğunu. Sanki günlerdir görememenin hasreti vardı üzerinde. Bu kucaklaşma anında anne oğul ikisi de ağlıyordu. Ömer elindeki üç sıcak simit ile birlikte¸ avucundaki bir tomar kağıt ve bozuk paraları annesine uzatırken:
-“Anneciğim¸ bu kadar para kazandım. Yaptığım davranıştan dolayı üzgünüm deyince Anne :
-“Oğlum biz de hatalar yapa yapa hata yapmamayı öğrendik. Ama önemli olan zararı başkasına dokunacak hata yapmamak. Ben sana da kardeşine de güveniyorum. İleri de başkaları da sizlerle gurur duyacak. Şimdi bu para ile iki top al. Biri kendinizin olsun kardeşinle oynarsınız¸ diğerini de okulda bulduğun topun yerine koy belki sahibi vardır topunu bulduğuna sevinir. Bu günkü kahvaltı ekmeğimiz de¸ oğlumun helal parasından olsun haydi iki ekmek al da gel ” derken çocuğuyla gurur duyuyor ve Allah’a şükrediyordu...
Çocukluğumu Buldum
Dün gece çocuk oldum¸
Zaman yolculuğu yapmadan
Çocukluğumu buldum.
Bedenim büyük gelse de
salıncağa kaydırağa¸
Örtüştü ruhum
Parktaki çocuklarla...
Pamuk helvası aldım
Pespembe¸
Balonlarım da oldu
Rengârenk...
Ama bir eksiklik vardı yine de.
Nazlanacağım ne annem¸
Ne de babam tutuyordu ellerimden.
Pamuk helvasının tadı da bir garipti.
Yoksa Ağız tadım mı değişti ne?
Olsun¸ yine de mutluydum!
Gözlerimi yumdum¸
İşte şimdi çocuktum...
Ben de onlar gibi¸
Kahkahalar savurdum...
Dün gece çocuk oldum.
Zaman yolculuğu yapmadan¸
Çocukluğumu buldum...
Fatma UÇARLAR
YazarRamazan ayının kalan yarısını idrak ederken, bin aydan daha hayırlı Kadir Gecesi’ni ve Ramazan’ın bitimiyle de bayramı yaşayacağız inşaallah. Bu mübarek günler, hayırların tavsiye edildiği ve mü’minle...
Yazar: Raziye SAĞLAM
Yazar/ Çizer: Emily Gravett Çevirmen: Sima Özkan Yıldırım Sayfa Sayısı: 36 Yaş Aralığı: 4-6 Yayınevi/Yılı: Beta Kids Yayınları/2016 İşlenen Konular: Çevre bilinci, doğal hayat, temizlik ve düzeni...
Yazar: Tuğba Karataş AYDAN
Sevgili çocuklar; “Bizim en vefalı dostlarımız kitaplardır.” desem abartmış olur muyum acaba? Beni bu yargıya götüren etkenlere bir göz atalım isterseniz. Hiç unutmam; orta ikinci sınıfa gidiyordum....
Yazar: Sırrı ER
Sultan I. Ahmed, 18 Nisan 1590 günü Manisa’da doğdu. Babası Sultan III. Mehmed, annesi Handan Sultan’dır. Çok mükemmel bir tahsil gördü. Arapça ve Farsçayı mükemmel derecede konuşurdu. Ok atmak, kılıç...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE