‘CİHANIN ZÜBDESİ’ VAKTİN OĞLU
İnsan hâli üzre imiş.
Vaktin oğlu tabiri¸ insanın¸ içinde bulunduğu manevî halin ürünü olduğunu ima eder.
İnsan hâli üzre imiş.
Vaktin oğlu tabiri¸ insanın¸ içinde bulunduğu manevî halin ürünü olduğunu ima eder.
Kâmil insan¸ zaman ve mekânı da temsil eder.
Zamanın sahibi (sahibüzzaman) denmesi bu sırdandır.
Zaman¸ kürevidir.
Kozmik devirlere ilişkin kitabında Guenon¸ zamanın kozmik hakikatini ayrıntılı biçimde anlatır.
Zaman¸ kronolojik¸ lineer değildir¸ zamanın gerçeği¸ dairenin başlangıcından yine aynı yere doğru dairevi/kürevi dönüşü ve başlangıçla sonun birleşmesiyle belirir.
Yetkin insan (insan-ı kâmil)¸ zaman ve mekânın tedbiriyle yükümlüdür.
Onda iki dünyanın esenliği tecelli eder.
Allah ism-i camii¸ kâmil insanda mütecellidir ve zamanla ebediyetin kesiştiği anlar bu tecellilerde ortaya çıkar.
Tarihin ve mekânın içinden geçen manevî deneyimleriyle yetkin insan¸ ibnu’l-vakt’tir.
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi¸ Divan’ındaki bir gazelinde şöyle der :
‘İki cihânın zübdesiyim cânibim cânân ile
Ben mekânıyım kânımın kânım bana mekân imiş’
Yetkin insan¸ iki cihanın özü ve çekirdeğidir. Her yönü Sevgili’ye bakar ve bütün yolları O’na çıkar. Ben¸ kaynağımın mekânıyım¸ kaynağım da bana mekândır…
Burada zaman ve tarihin kürevi niteliğine bir atıf vardır.
Mebde ile münteha¸ baş ile son¸ dairenin başlangıç ve bitiş noktası kâmil insanın bizatihi kendisinin ve hayatının çizgisidir. İnsan kaynağındadır ve kaynağı da insandadır.
Bu¸ hem insanın maddi bedeni hem de ona Rahmani Nefes’le üfürülmüş olan Ruh için geçerlidir. Ruh¸ bedene mazruf ve zarftır¸ beden de ruha.
‘Ayrı bilenler ayrıdır uşşâkını mâ’şûkîden
Ben cânıyım cânânımın cânânım bana cân imiş’
Varlıkta ikilik yoktur. Varlık birdir ve öte âlemlerde tektir. Allah’ın mutlak tekliği¸ tecellinin olduğu şehadet âleminde birlik şeklinde belirir. Seven ve Sevgili birdir. Seven¸ Sevilen ve Sevgi tektir. Aşığı Sevgili’den ayrı bilenlerin kendileri ikilik âlemindedirler. Kendileri Sevgili’den ayrı düşmüştür. Can¸ Canan’ın canıdır. Can ile Canan¸ aynı Can’dandır.
Burada zaman ve mekânda birlik ilkesi de söz konusudur.
Tecelli kesintisiz olduğundan¸ Allah her an yeni bir şe’n’de bulunduğundan¸ mekânlar ve zamanlar çeşitlenmektedir. Tarihe bu birliğin içinden bakıldığında¸ zaman ve mekâna anlam veren ilkeye doğru gidilir ve zamanın kürevi niteliği¸ insanın ve hayatın serencamını hakiki bir biçimde aktarır.
‘Ben bir dürr-i sencîdeyim kânımdır ummân içinde
Ben kânıyım ummânımın ummânım bana kân imiş’
Kâmil insan¸ seçilmiş bir incidir. Dürr-i yetim¸ Efendimiz (sav)’dir. O¸ kâmil insan’ın kendisi¸ kökeni ve örneğidir. Diğer nebiler ve veliler¸ nuru O’nun üzerinden alır.
Kâmil insan¸ Zat’ın tecellisidir. Harakani hazretlerine atfedilen bir sözde¸ ‘sufi gayr-i mahluktur’ denmiştir. Hazret’in bu sözü üzerine pek çok şerh yazılmıştır.
Ahmed Avni Konuk’un Füsus şerhinde şöyle denir: ‘Madem ki Hak Teala nefsini Zahir ve Batın olmakla vasfetti ve Zahir isminin mazharı olmak üzere şehadet âlemini; Batın isminin mazharı olmak için dahi gayb âlemini yarattı ve madem ki insan şehadeti yani cismaniyeti ile zahiri ve gaybı yani ruhaniyeti ile batını idrak ediyor; şu halde cesed-i müsevva olan âlem ‘şehadet’ ve bu cesed-i müsevvanın ruhu olan ve Adem’den ibaret olan halife¸ ‘gayb’dır. Zira mana suret perdesi arkasında muhtefidir. Nitekim bu manaya işareten Cenab-ı Mevlâna buyurur : ‘Adem’in cismani sureti olan bu heykel¸ bu kalıp¸ bir nikap ve perdeden ibarettir. Bu surete taalluk eden mana ki¸ insanın hakikatinden ibarettir ve bu hakikat ise¸ İlahi suretten ibaret ve ‘Allah’ ism-i camiinin mazharıdır. Kâbe-i Muazzama Zat isminin mazharı olmak itibariyle nasıl ki bilcümle secdelerin kıblesi olmuş ise¸ Zat isminin mazharı olan bizim hakikatimiz dahi öylece secdelerin kıblesidir. Ve bu manaya işareten Ebu’l-Hasan Harakani (k.s)¸ ‘Eğer benim hakikatimi bilseydiniz¸ bana secde ederdiniz’ buyurmuştur. İşte bu sırdan dolayı¸ selatin-i suriyye kendi teb’asıyla daima ihtilat etmeyip¸ kendi sarayında ihticab eder. Hadd-ı zatında sultan sureti itibariyle¸ efrad-ı reayadan mümtaz değildir. Fakat onda icab-ı saltanat olarak¸ bir izzet ve azamet manaları vardır ki¸ bu itibarla teb’asından mümtazdır. Bu manalar ise¸ ‘gayb’dır. Ve gayb ihticabı iktiza eder. Suret manadan münfekk olmadığı için¸ sultanın sureti manasına tebean ihticab eyler.’
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi¸ beytin ikinci mısraında bu derin sırra işaret eder: Ben denizin kaynağıyım¸ derya benim kaynağımdır/kaynağımdandır…
‘Ya’kûb-veş âh eylerim Yûsuf benimle yâr iken
Ben dürrüyüm Ken’ân’ımın Ken’ân benimle kân imiş’
Yusuf’um ben¸ Yusuf’un aynıyım¸ Yusuf’la birleşmiş¸ O’nun sırrına karışmışım¸ lakin Yakub gibi ah eylerim.
‘Ah’ kelimesi¸ Lafza-yı Celal’dir. Allah lafzının ilk ve son harfleridir. Yakub’un feryadı da Allah’adır¸ ney’in şikâyeti gibi O’na hasretle inlemektedir. Bu¸ insanın kaynağında iken de onu özlemesidir. Zira¸ Allah’ta seyrin sonu yoktur.
Ben Kenan’ın incisiyim¸ Kenan’ın kaynağıyım.
Kenan varoluş olarak da okunabilir. Yetkin insan âlemin kalbidir¸ varlık denizinin incisidir.
Kenan’ın kaynağı benim¸ zira varlık birdir.
‘Hızr ile buldum hayâtı ben sırr ile erdim ana
Ben âb-ı hayât aynıyım aynım bana ayân imiş’
Hayatı Hızır ile bulmak¸ hayatın hayatı olan tahkiki imana ermek¸ Allah’ın Hayy sıfatı ile ebediyen diri kılınmaktır. Bu sır ile Allah’a ermektir.
‘Ben ab-ı hayat aynıyım..’ı iki yönlü okumak mümkündür : Ben¸ ölümsüzlüğün sırrıyım¸ bizatihi kendisiyim. Ve/veya¸ ebedi saadetin ayn’ı¸ yani kaynağıyım. Diğer beyitlerde ‘ayn’ kelimesinin kullanılmış olması bu sırrı güçlendirmektedir.
Ben kâmil insanım¸ âlemin özü¸ özetiyim¸ kainat deryasının incisiyim¸ kaynağım bana ayandır¸ sırrı bana açılır¸ zira devri tamamlar¸ başa dönerim¸ zaman benimle biter¸ başladığı yere döner¸ ben kaynağa dönen ve döndürenim.
‘Şol vahdete yol bulmuşum âhir o yol ben olmuşum
Îkânı tahkîk görmüşüm tahkîk bana îkân imiş’
Vahdet¸ Allah’ın¸ gayrı üzerinden Kendi Kendini birlemesidir¸ saf ve katışıksız tevhittir.
Vahdete ulaşmış ve sonunda kendim bizatihi vahdetin yolu olmuşum.
İlahî hakikat’in sırlarını kesin bir bilgi ile bilmişim bu benim için tahkik düzeyinde¸ nihai düzeyde bir yakîn haline gelmiş¸ bilgi içgörüye içgörü bilgiye dönüşmüş.
‘Hulûsî’yi bî-çâreyim her derdlere men çâreyim
Ben seyrimin hayrânıyım seyrim bana hayrân imiş’
Kâmil insan¸ manevi dertlerin dermanıdır. Kendisi biçaredir¸ yani acz ve fakr hali üzeredir¸ bu hal¸ ona lütuf kapılarını aralar ve Yunus’un dediği gibi ‘dertlilere derman olur’
Seyrinin hayranıdır¸ seyri de kendisine hayrandır.
Burada kozmik devir tamamlanmaktadır.
Zaman başladığı yere dönmekte ve hakikatin sırrı tamamlanmaktadır.
Tarihe ve zamana bu irfanın içinden bakmak gerekir.
Sadık YALSIZUÇANLAR
YazarMillî şairlerimizden Orhan Şaik Gökyay’ın “Bu Vatan Kimin” adlı şiirinden iki dörtlükle yazımıza başlayalım. Bu vatan toprağın kara bağrında Sıradağlar gibi duranlarındır, Bir tarih boyunca onun ...
Yazar: Sırrı ER
Hayatın ayrılmaz bir parçası olan ölüm, tarih boyunca düşünürler, din önderleri ve âlimlerin varlığı anlama ve anlamlandırmalarını sağlayan temel kavramlardan biri olmuştur. Bu anlamda ölüm, şairleri ...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
Arzın kalbi Kâbe'dir¸ gözü İstanbul. Yeryüzünün kanı¸ Kâbe'yle arınır¸ ciğeri Anadolu ile soluk alır.Arzın kalbi Kâbe'dir¸ gözü İstanbul. Yeryüzünün kanı¸ Kâbe'yle arınır¸ ciğeri Ana...
Yazar: Sadık YALSIZUÇANLAR
“O¸ ilâhî aşk şarabıyla sermest olan bir modern zamanlar bilgesidir. Mesleği muhabbet¸ meşrebi aşk¸ yolu fütüvvet¸ silsilesi altın nesil¸ çabası ihlâş himmeti hizmettir. Aşk yolu¸ Hz. Mevlânâ ...
Yazar: Sadık YALSIZUÇANLAR