CENNETTE DİNLENEN NAĞMELER VE MEVLANA
Mevlânâ düşüncesinde müziğin varlığı¸ günümüze kadar tartışma konusu olmuştur. Halbuki müzik aleti¸ câmilere girmemekle beraber klasik müzik¸ bilhassa cuma ve bayram namazlarında¸ bayram tekbirlerinde¸ hatim cemiyetlerinde¸ mevlitte ve mersiyelerde¸ halkın bu ruhî ihtiyacına cevap vermiştir.
Mevlânâ düşüncesinde müziğin varlığı¸ günümüze kadar tartışma konusu olmuştur. Halbuki müzik aleti¸ câmilere girmemekle beraber klasik müzik¸ bilhassa cuma ve bayram namazlarında¸ bayram tekbirlerinde¸ hatim cemiyetlerinde¸ mevlitte ve mersiyelerde¸ halkın bu ruhî ihtiyacına cevap vermiştir.1
Nitekim Mevlevî semâ’ları sırasında okunmak üzere bestelenmiş âyin (mukabele) denen mûsikî eserler bulunmaktadır. Hakîkat arayışındaki mûsiki¸ semâ’nın rengi¸ tadı¸ tuzu ve ahengidir.
Mevlânâ düşüncesinde müzik aletleri önemli bir yer tutmaktadır. Eserlerinde¸ Mevlân⸠tespit edebildiğimiz kadarıyla saz¸ davul¸ zurna¸ rebap¸ kemençe¸ kudüm¸ def¸ tanbur¸ kopuz ve neyden bahsetmektedir.
Mevlânâ da müziğin çıkış noktasını hikmet erbabının (filozofların) anladığı gibi ifade etmeye çalışır. Her ne kadar o¸ “Hoşa giden bu mûsikî nağmelerini gökyüzünün ve gökyüzünde bulanan yıldızların dönüşünden aldık. Halkın tanburla çaldığı¸ ağızla söylediği sesler¸ gökyüzünün dönüşünden çıkan seslerdir.” sözlerini filozoflara atfederse de¸ kendisinin de bu düşünceleri benimsediği ifadelerinde hissedilmektedir.
Mü’minlerin müzikle ilgili sözlerine¸ Mevlân⸠onların ağzından şöyle tercüman olur: “Cennetin ruhânî tesiri ile bütün çirkin sesler güzelleşir. Biz hepimiz¸ bütün insanlar¸ Âdem’in cüz’leriyiz. Biz cennette iken o nağmeleri dinlemişiz. Ruhumuza sindirmişiz. Balçıktan yaratılmamız bizi bir şüpheye düşürdü. Ama yine de hatırımızda o nağmelerden¸ o güzelliklerden bir şeycikler var.” Cemîl’in cennetinde her şeyin güzel olduğu gibi¸ bed sesler de orada insan ruhunu yücelten seslere dönüşmektedir. Her ne kadar insanoğlu hatırlamasa da¸ ruhu o dayanılmaz tatlılıkta ve güzellikteki sesleri¸ dünya cehennemine düşmeden¸ hazzını yaşamıştır.
Mevlânâ mü’minlerin sözlerini devam ettirir: “Fakat¸ mihnetler toprağı ile yoğrulduktan sonra¸ bu yüksek bu güzel¸ bu hafif nağmeler¸ nereden¸ nasıl o manevî zevki ve neşeyi verecek?”
Aşıkların Gıdası
Nihayetinde güzel ses dinlemeyi âşıkların gıdasına benzeten Mevlânâ Celaleddin¸ güzel ve hoş sesleri dinlemede buluşma¸ kavuşma ve vuslatın hayalini görmektedir. Bu halde ezeldeki ilâhi huzuru ve enfes hitabı hatırlama ve tezekkür zevki bulunmaktadır. Nitekim gönüldeki hayaller¸ güzel sesle tekâmül eder ve bakılmaya kıyılamayacak derecedeki şekillere kalp olur.2
Tabiatta ve varlık alanında her ne varsa¸ insan kulağı her şeyi duyar.3
Ancak nice sesler vardır ki¸ duyanı görünmeyen âlemlere taşır. Nitekim Mevlânâ’nın deyişiyle “Seni yücelere¸ yükseklere çeken her sesi¸ yücelerden gelen ses olarak bil. Sana hırs veren nefsânî duygunu artıran sesi de¸ insanı yaralayan kurt sesi bil.”4
Misâk ayetinde anlatıldığı üzere5¸ Hakk¸ ruhlara “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye nida buyurdu. Sonradan tecessüm edecek bütün ruhlar “Belâ (evet)” diye cevap verdiler. İşte bu hitabın manevi hazzının hiçbir zaman yok olmadığını bâki kaldığını söyleyen Mevlân⸠cisimlenen ruh sahiplerinin dünyaya indirildikten sonra¸ ne zaman güzel bir ses işitseler¸ o ezeldeki Yaratan ile buluşmada geçen konuşmanın lezzetini hatırladıklarını bildirir. Hakikatte müzikten zevk almanın sırrı da ezeldeki ilk vuslatta aranmalıdır.6
Ruhu Dirilten/Arındıran Ses
Ruhu dirilten¸ arındıran ve ötelerin ötesine götüren güzel seş Mevlânâ cephesinde her türlü dünyevî nimet ve lütuftan daha kıymetlidir. Öyle bir değerli nemâdır ki¸ bu güzel seş tıpkı insanı baştan çıkarıp gecelerini gündüzlerine karıştıran bir dilbere benzer. Güzel ses sahibi¸ belki Mevlânâ için¸ ezeldeki hitabın sahibi Semi’nin (her şeyi işiten) sözleri¸ insanı dünyada diri tutan¸ mum gibi aydınlatan bir tesirin kesintisiz devamını sağlamaktadır.7
Kendisini coşturup hakikatler âlemine daldırmayan sözü ve sesi değersiz kabul eden Mevlân⸠söz üstadı olmasına rağmen¸ söyledikleri insanları etkilemiyorsa sükutun daha efdal olduğunu düşünür. Bu bağlamda o¸ Sevgili’nin sözleriyle coşmuştur. Ancak Sevgili’yi atlı kabul ederken¸ Mevlânâ onun ayağının altındaki tozdan başka bir şey değildir.8
Duyduğu seş Mevlânâ’nın gönül tandırında çınlamakta yıkık-dökük yüreği heyecandan adeta yerinden fırlayıp raksa başlayacak gibidir.9
Onun dünyasında musikiden etkilenmeyip de buz gibi kaskatı kesilen ölüden farksız ve belki de ölüden daha beter bir mertebededir.
Nitekim Mevlânâ’yı müzikle beraber helâl aşk şarabı¸ ayrılık ateşinde kavurur¸ pişirir ve kemâlâta ulaştırır.
Gaybın dünyevî hiçbir kıyas kabul etmeyen namütenâhi güzelliği ve estetiği¸ sözlere sığmaz¸ söz ile ifade edilmez¸ anlatılamaz¸ övülmekten ötedir. Binlerce göz de olsa bir o kadar da ödünç alınsa Nurların Nuru’nu görebilmek imkan dahilinde değildir.10
Ancak¸ mekansızlık mekanının gözleriyle hakikati müşahede etmek¸ o mekanlara nâil olanlara vaciptir.
Dinlemeyi Seven Mevlânâ
Gerçekte Mevlânâ söz ve ses üretmekten ziyade¸ dinleyen olmaya taliptir. Zira o¸ ağzından ballar dökülen sözlerinde şeker tadı olan hatiple tanıştıktan sonra her türlü sese karşı ilgisini kaybetmiştir. 11
Müzik ve nağme tesiri¸ Mevlânâ’nın gözünde¸ sahibinin vasfıyla mukayyettir. Zira öyle sesler vardır ki¸ zerreleri oynatıp uçurur; dağ işitse tüm haşmetiyle kalkar¸ raksetmeye başlar.12
Dağları bile oynatan nağmeler¸ Sevgili’nin dilinde Mevlânâ’yı sabahlara kadar uyutmaz. Çünkü bu sözler ve sesler¸ gönül mahallinin mekanlık ettiği yerden gelmektedir. Ancak Rumî için buradaki söz ve sesler¸ çalgıyla harmanlanmış olmalıdır.13
“Can nağmeleriyle neşelendirin beni¸ tellerin seslerini duyurun bana” diye seslenen Mevlân⸠güzel ses ve şarkı dinlemeye olan düşkünlüğünü gizlemez: “Güzel seslerle söyleyin¸ dinleyeyim; şarkılarınız¸ duyduğum en güzel en temiz şarkılar.”14
Müzik: Gül Bahçesine Açılan Pencere
Hâsılı¸ Mevlânâ Celâleddin¸ müziğin gül bahçesine açılmış bir pencere olduğuna inanmakta ve âşıkların gönül kulaklarının¸ hep bu pencerenin başında bulunduğunu söylemektedir.15
Bu çerçevede Mevlânâ’nın¸ eserlerinde iki kavrama yer verdiğini görmekteyiz. Bunlar¸ müziği icra eden çalgıcı ve müzik için yokluğu düşünülemeyen çalgıdır.
Can Çalgıcısı
Mevlânâ’nın ifadeleriyle seher vakti uyanan cahil bir Türk¸ içtiği şarabın tesiriyle ve uykunun mahmurluğuyla bir çalgı ister. Mevlânâ için can çalgıcısı¸ sarhoşların dostudur. Sarhoşun mezesi de odur¸ gıdası da. Gücü kuvveti hasılı her şeyi odur. Can çalgıcısı¸ sarhoşluğa götürür¸ onu dinleyenler çalgının nağmesinden¸ nefesinden tadarlar. Hakk şarabı¸ insanı can çalgıcısına götürür. Ten şarabı ise¸ nağmeyi bu çalgıcıdan dinler. Mevlânâ burada sözde ikisinin de adının bir olduğunu¸ ancak bu hisle o his arasında fark bulunduğunu belirtir.16
Çağımızın son önemli Mevlânâ araştırmacı ve yorumcusu Şefik Can¸ bu ifadeleri şu şekilde açımlar:
“Hakk şarabı insanı¸ can çalgıcısına götürür” denilmektedir. Burada çalgıcıdan murad¸ ruhânî çalgıcıdır. Bu ten şarabı ise de¸ güzel sesleri bu çalgıcıdan dinler demekle¸ bildiğimiz şarabı içerek sarhoş olmuş cahil Türk’ün istediği cismânî çalgıcı kasdedilmiştir. Aslında Mevlânâ’nın “can çalgısı”¸ “ten çalgıcısı” diye çalgıcıyı ikiye ayırması sembolik bir mana taşımaktadır. Şöyle ki mûsikî¸ karakterimize¸ huyumuza göre bize tesir eder. İyi karakterli¸ mânâya düşkün bir insanı hoş nağmeler ilâhî âleme yükseltirken¸ bedene ait zevklere düşkün kişiyi de aynı nağmeler cismânî zevklere¸ nefsânî arzulara götürür.”17
Güzel yüzlü çalgıcıya müziği el çırpa çırpa okumasını söyleyen Mevlân⸠onu münacat erine benzetirken¸ kendisini meyhane rindine (kalender) indirgemektedir. Mevlân⸠kendisini görmek isteyen beden nakşına kapılıp bağlanmış kişileri ikaz eder: “Canı görmeye imkan yoktur; ben de meyhanenin canıyım.”18
Çalgıcıya hitabı devam eder Mevlânâ’nın; Allah için aşk sarhoşu gibi mızrap vur; mızrabına öyle bir vur ki¸ çeng gibi biz de düzene girelim.19
“Seni anlatmaya dilim dönmüyor benim; o harfler yetmiyor anlatışıma benim.” diyerek gönlüne hitap eden Mevlân⸠bu esnada çalgıcıyı da unutmaz: “O çalgıcı¸ çalgıcıya benim vuruşlarımla vurmada¸ gönlümce çalmada ya; dilimin yerine bütün varlığım onun perdesinden dönüp duruyor; gönlümün halini o vuruşla anlatıyor.”20
Çalgıcıya çalacağı perdeyi söyleyen Mevlân⸠bunun gerekçesini sevgiliyle anlatır: “Çünkü sevgilimiz sarhoş bir halde geldi; o tertemiz¸ o vefalı yaşayış¸ sarhoş olmuş¸ çıkageldi.”21
Mevlân⸠çalgıcıya yönünü varlığın ötesine yani yokluğa çevirmesi hususunda nasihat etmeyi ihmal etmez: “A çalgıcı¸ yüzünü yokluğa çevir¸ çünkü varlık yol kesicidir; çünkü varlık haindir¸ hain korkak olur¸ hiçbir korku çeken de neşeli olamaz.”22
Hakikatte Mevlânâ bir anlamda görünmeyen âlemlerin bâkiliğine¸ dünyevi maddî âlemin de sahte ve sanallığına dikkat çekmektedir.
Aşıklar çalgıcısı¸ Rumî’den gelen nağmeleri terennüm etme teklifiyle karşı karşıyadır. Ancak Rumî’nin kulakları her sese açık değildir. Çok yüksek sesli zurna bile onun kulaklarını etkilemez.23
Mevlânâ’nın zarif¸ nazik çalgıcıdan istekleri bitip tükenmez. Bazen de o¸ söylediği gazelin kalan kısmını onun tamamlamasını ister. Ancak Mevlân⸠çalgıcıdan gazeli kendi istediği gibi neticelendirmesini talep eder:24“A nâzik çalgıcı¸ bu gazelin geri kalanını¸ istediğim gibi sen say-dök artık.”25
Müzikte önemli bir yeri olan gazel¸ Mevlânâ için de vazgeçilmezdir. Bu anlamda o söylediği gazeller için okuyucusuna sığınır: “Gazel¸ güdük kaldıysa ayıplama; uçup giden hatırda vefâ yoktur ki.”26
Mevlânâ gazel söylemeden edemez¸ yoksa rahatsızlanır ve gazeli vurmalı enstrüman çalan davulcudan ayırmaz: “ Gazel söylemezsem ağzımı yarar benim¸ çal çağır¸ fazlalaştır sözü¸ fazlalaştır neşeyi¸ nihayet sen bir davulcusun der.”27
Ancak onun için gerçek gazel¸ harfe bürünmüş şekilde olan değildir. Gazel¸ candan suretsiz ve harfsiz olmalıdır.28
Çalgı: Hasta Gönüllerin Mahallesine Getirilen Alet
Çalgıcıdan sonra Mevlân⸠çalgıyı ele alır. Onun için çalgı¸ hasta gönüllerin mahallesine getirilen bir alettir: “Getir meclisimize çalgıyı¸ kerem sahibi ol bize karşı¸ kerem sahibi; hasta gönüllerin mahallesinde merhametli davran¸ merhametli.”29
Ancak Mevlân⸠çalgının büyülü ve şatafatlı sesine kendisini kaptırıp ana istikametten çıkanları ikaz eder. Bu çerçevede o¸ bu halin geçiciliğinden dem vurur: “Niye çalgıyla neşelip sarhoş olan var ki ahengi bıraktı da o helvalar yiyen tatlı¸ güzel dudaklara düştü gitti. Başını küpe daya¸ testiyi küpün yanına koy¸ sıçrayıp kalkacaksan sıçra¸ kalk¸ küpün yanına var a kavgadan¸ gürültüden sarhoş olmuş kişi.”30
Hakikî çalgı¸ Mevlânâ için¸ halkı coşturan değildir. Onun nezdinde dinlenilecek olan “kendinden geçen canın çalgıcısıdır”: “Gece oldu; halkın coşuşu dindi; kalk¸ coşma sırası bizde artık. Bu gece¸ senden değer buldu¸ üstünlük elde etti de kibrinden¸ düne omuz vurmada. Bir müddet¸ çalgı dinledik; şimdi de kendinden geçen canın çalgısını dinleyelim.” 31
Şu halde¸ Mevlânâ öğretisinde¸ güzel ses dinlemek âşıkların gıdasıdır. Zira güzel sesleri dinleyişte buluşma¸ kavuşma hayali vardır. Gönüldeki hayaller¸ güzel sesle gelişir¸ hattâ o hayâller¸ güzel ses yüzünden şekillere bürünür. Demek ki mûsikî¸ karakterimize¸ huyumuza göre bize tesir etmektedir. Hoş nağmeler¸ iyi karakterli¸ mânâya düşkün bir insanı¸ ilâhî âleme yükseltirken; bedene ait zevklere düşkün kişiyi de aynı nağmeler cismânî zevklere¸ nefsânî arzulara götürür.
Can nağmeleriyle şenlenen can sesi¸ güzel sesler ve müzik¸ Mevlânâ’nın yüreğini heyecandan kaynatır¸ coşturur. Ondaki gaye¸ ancak rebâbın dilinde¸ kudümün sesinde¸ neyin ahenginde ve mutriblerin maharetinde duyulabilir.
Dipnotlar
1- Abdülbaki Gölpınarlı¸ Tasavvuf¸ İstanbul 2000¸ 199.
2- Mevlân⸠Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi¸ çev: Şefik Can¸ IV. baskı¸ İstanbul 2002¸ IV¸ 437¸ b. 733-738¸ 742-743.
3- Mevlân⸠Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi¸ VI¸ 379¸ b. 662.
4- Mevlân⸠Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi¸ II¸ 414¸ b. 1958-1959
5- Bkz. A’râf¸ 172.
6- Mevlân⸠Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi¸ IV¸ 436 (580 nolu dipnot).
7- Mevlân⸠Dîvân-ı Kebîr¸ haz: A. Gölpınarlı¸ II. baskı¸ Ankara 2000¸ II¸ 16-17¸ b. 162-169.
8- Mevlân⸠Dîvân-ı Kebîr¸ II¸ 124¸ b. 1010.
9- Mevlân⸠Dîvân-ı Kebîr¸ III¸ 219¸ b. 2042-2048.
10- Mevlân⸠Dîvân-ı Kebîr¸ III¸ 261-262¸ b. 2481-2497.
11- Mevlân⸠Dîvân-ı Kebîr¸ III¸ 261-262¸ b. 2481-2497.
12- Mevlân⸠Dîvân-ı Kebîr¸ III¸ 319¸ b. 3119.
13- Mevlân⸠Dîvân-ı Kebîr¸ II¸ 16-17¸ b. 162-169.
14- Mevlân⸠Divân-ı Kebîr¸ VI¸ 92-93¸ b. 819-820.
15- Mevlân⸠Dîvân-ı Kebîr¸ IV¸ 407¸ b. 3927.
16- Mevlân⸠Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi¸ VI¸ 378¸ b. 643-647.
17- Şefik Can¸ Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi içinde¸ VI¸ 378 (324 nolu dipnot).
18- Mevlân⸠Dîvân-ı Kebîr¸ II¸ 127¸ b. 1024-1025.
19- Mevlân⸠Divân-ı Kebîr¸ VII¸ 344¸ b. 4436.
20- Mevlân⸠Divân-ı Kebîr¸ II¸ 135¸ b. 1088-1089.
21- Mevlân⸠Divân-ı Kebîr¸ III¸ 400¸ b. 3857.
22- Mevlân⸠Divân-ı Kebîr¸ III¸ 432¸ b. 4151-4153.
23- Mevlânâ Divân-ı Kebîr¸ III¸ 457¸ b. 4385.
24- Mevlân⸠Divân-ı Kebîr¸ II¸ 301¸ b. 2471-2472.
25- Mevlân⸠Divân-ı Kebîr¸ VII¸ 604¸ b. 8018.
26- Mevlân⸠Dîvân-ı Kebîr¸ V¸ 4¸ b. 26.
27- Mevlân⸠Divân-ı Kebîr¸ I¸ 343¸ b. 3151.
28- Mevlân⸠Divân-ı Kebîr¸ II¸ 83¸ b. 690.
29- Mevlân⸠Dîvân-ı Kebîr¸ III¸ 257¸ b. 2440.
30- Mevlân⸠Divân-ı Kebîr¸ II¸ 255¸ b. 2074-2076.
31- Mevlân⸠Divân-ı Kebîr¸ V¸ 292¸ b. 3460-3463.
Bayram Ali ÇETİNKAYA
YazarBüyük sufîlerin kahir ekseriyeti¸ felsefeye ve onun üreticileri olan filozoflara¸ dolayısıyla onların eserlerine ilgisiz kalmamışlardır. Büyük sufîlerin kahir ekseriyeti¸ felsefeye ve onun üreticileri...
Yazar: Bayram Ali ÇETİNKAYA
Daha çok küçükken rahmetli dedem beni sık sık sevindirirdi. Yattığım odadan salona kadar geçeceğim yola aralıklarla bir bir bozuk ve kâğıt para koyardı. Sonra da seslenerek beni çağırırdı. "Tarık, ge...
Yazar: Erdal KARASU
Müziğin¸ insanlık tarihi kadar kadîm bir geçmişi vardır. Nitekim Yaratan’ın¸ ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem’e “Eşyanın isimlerini öğretmesi”ni de bu kapsamda hatırlamak ye...
Yazar: Bayram Ali ÇETİNKAYA
Batı’nın Karanlık Çağı Ortaçağ¸ Batı (Avrupa) için¸ gerçekten karanlık bir zaman aralığıdır.Batı’nın Karanlık Çağı Ortaçağ¸ Batı (Avrupa) için¸ gerçekten karanlık bir zaman aralığıdı...
Yazar: Bayram Ali ÇETİNKAYA