CEHALET BÜTÜN YANLIŞLARIN ANASIDIR
Peygamber Efendimize ilk emri olan "Oku" gündemimizden çıkmış ve buna bağlı olarak
da; bilim¸ teknoloji¸ düşünüce de eksen kaymasına uğramıştır."
İnsanlık tarihindeki bütün gelişme ve değişmelerin merkezinde olan insanoğlu¸ yaşamakta olduğu dünyanın zenginlik¸ güzellik ve özelliklerini tanıma ve insanlığın yararına kullanma şansına düşünebildiği oranda sahip olmuştur. Şu halde kâinatın sahibi Allah (c.c.)¸ yaratmış olduğu dünyanın şifrelerini insanoğlunun beynine programlamıştır. Buradan hareketle yüz yıl öncesinde insanoğlu dünyamızın sahip olduğu zenginliklerin % kaçına sahipti¸ bugün bunların % kaçından yararlanabiliyor ve acaba gelecekte % kaçından istifade edebilecektir? Bu soruların cevabı yaradılışın sırrı ile ilgilidir. Bunun çözümü de akıl ve iman ile mümkündür. Tarih bu durumun açık ve en doğru şahidi olmuştur.
Yaşamakta olduğumuz dünya; dağları-ovaları¸ çölleri-vahaları ve denizleri ile bir bütün halinde dünyanın güzelliğini oluşturmaktadır. Bu saydığımız coğrafî özelliklerin her birinin ayrı ve gerekli hususiyetleri vardır. Zira içinde yaşamakta olduğumuz dünyadaki bu farklılıkların her biri insanoğlu ve diğer canlıların nesillerinin devamı için Allah (c.c.) sadece ve sadece insanoğluna bu şansı ve fırsatı vermiştir. Zira insanoğlu¸ bu özellik ve güzelliklere ulaşabildiği ölçüde gezegenimizde kendisine bahşedilmiş olan imkânlara sahip olabilmektedir. Oysaki günümüzde gezegeni hoyratça kullanmanın sonucunda ortaya çıkan tehlikeleri bertaraf etme şöyle dursun¸ kendi halkının mutluluğu ve haliyle ülkesinin kazancından başkasını düşünmeyen sömürgeci zihniyetlerin temsilcisi konumundaki İsevî ve Musevî dünyası¸ bütün mahlûkat için ciddi bir tehlikeye adeta davet çıkartmaktadırlar.
Kainatın sahibi Allah (c.c.) insanoğlunu varlığı¸ birliği ve dünyanın özellikleri konusunda haberdar etmek için peygamberler¸ nebiler göndermiştir. Ancak¸ insanoğlu bu davetlere çoğu zaman kulaklarını tıkamışlar veya beşerin zaaf batağından bir türlü kurtulamamış oldukları için tekrar eski hayatlarına şu veya bu şekilde dönmüşlerdir. Bütün insanlık için gönderilmiş olan Efendimiz (s.a.v.) ve onun aydınlık yolunun yolcuları yani manevî dünyamızın gönül insanlarının örnek davranışları da onları gaflet uykusundan uyandıramamıştır. Günümüzden yaklaşık olarak bin yıl önce yaşamış olan Hoca Ahmed-i Yesevî bu konuda "Cehalet öyle bir tufan ki¸ Nuh Tufanı'ndan da tehlikeli" veciz sözü¸ "Hoca Ahmed-i Yesevi'nin Yol Evlatları" olarak tanımlamış olduğumuz "İnanç Önderleri"nin de uyarılarına rağmen maalesef cehalet özellikle de mensubu bulunduğumuz "İslâm Dünyası"nı asırların en tehlikeli girdabına doğru sürüklemektedir.
Mensubu bulunduğumuz yüce dinimiz İslâmiyet¸ kendisinden önce insanlığa gönderilmiş olan peygamberlerin ve Allah (c.c.) kelamı olan kitapların ve haliyle dinlerin başlarına gelenlerden sonra¸ kâinatın sahibi Yüce Allah (c.c); İslâmiyet¸ Hz. Muhammed (s.a.v) ve Allah (c.c.) kelâmı Kur'an ile yaratmış olduğu bütün insanlığı uyarmıştır. Müslümanlar¸ Asr-ı Saadet olarak tanımlanmış olan güzelliklerin yaşanmış olduğu dönemden¸ itibaren yaklaşık olarak XV. yüzyıla kadar İslâm'ın nuru ile nurlanmış¸ bilimi ile bilgilenmiş ve buna bağlı olarak da dünyamızda sulh-sükûn hâkim olmuştur. Bir başka ifadeyle inancın¸ aklın¸ bilimin ve düşüncenin merkezi İslâm dünyası olmuştur.
İslâm dünyası¸ XV. asırdan itibaren¸ İsevî dünyasındaki gelişmelere paralel olarak adeta önce duraklama¸ takiben de gerileme sürecinin karanlıklarında çırpındıkça daha da derinliklere sürüklenmiş ve sürüklenmektedir. Söz konusu bu süreçte¸ bilimin¸ teknolojinin¸ düşünce ve medeniyetin ağırlık merkezi yer değiştirmiştir. Kâinat'ın sahibinin¸ yolculuğun başında¸ Peygamber Efendimize ilk emri olan "Oku" gündemimizden çıkmış ve buna bağlı olarak da; bilim¸ teknoloji¸ düşünüce de eksen kaymasına uğramıştır. Artık dünyanın güzellikleri¸ özellikleri ve zenginliklerinden yararlananlar üzülerek ifade etmeliyim ki¸ ortaçağın skolâstik düşüncesi içinde kıvranan İsevî¸ Musevî dünyası olurken¸ kaynakları sömürülen¸ inancından dolayı horlanan¸ sürülen¸ taciz edilen ve acımasızca katledilenler ise bizim dünyamızı yani "İslâm Dünyası"nı temsil eden ülkelerdir. Son beş asırdan beri bu haksızlık artarak devam etmekte ve nerede duracağına dair tahmin yürütmemiz de o kadar kolay değildir.
Bugün¸ okuma¸ düşünme¸ bilim ve teknoloji üretmede konusunda tuzu bulunmayan bir dünyanın mensupları olarak yarın hak dünyada Efendimiz (s.a.v.)'den nasıl şefaat dileyeceğiz? Gelecek nesillere bugünden daha karanlık bir dünya bırakmanın vebalinden kurtulabilecek miyiz? Endişemiz¸ bu gaflet¸ delalet hatta din ve devletlerimize yönelik tehlikelerin devamı halinde yarınlarda Müslümanların daha çok kanı akacak¸ malları¸ mülkleri ve hatta topraklarının altı ve üstündeki zenginlikleri daha da insafsızca ve tek yanlı olarak sömürülecektir.
Ağırlıklı olarak Ortadoğu coğrafyasındaki Müslüman ülkelerde yaşanmakta olan hadiseleri çok yönlü olarak görmemizde fayda vardır. Öncelikli olarak söz konusu ülkelerin mevcut yönetimleri ve yöneticilerinin Batı Dünyası'ndaki Ortaçağ mantığının hâkim olduğu açıkça görülmektedir. Zira ülkelerindeki yönetimleri değil çağımızda geçerli olan değerler¸ Yüce dinimizin emretmiş olduğu esaslardan uzaklaştırarak ben merkezli (ülkenin kaynaklarını kendileri ve yakın çevreleri için kullanma) yönetmişlerdir.
Son asırda yaşamış olduğumuz "Birinci ve İkinci" dünya savaşları¸ Batılı ülkelerin¸ üretmiş oldukları mallara pazarlar temin etme ve üretimlerini artırmak için ucuz hammaddelere ulaşma ile ilgilidir. Bu uğurda milyonlarca insan ölmüş¸ şehirler yakılıp yıkılmış¸ hedef seçilmiş olan yerler siyasal bakımdan yeniden şekillendirilmiştir. Bu şekillendirmelerde doğal sınırlar değil çıkarlar öne çıkartılmış ve âdete Ortadoğu ve Afrika coğrafyasında sözde yeniden kurulmuş siyasî kuruluşların sınırları cetvelle çizilmiştir. Merak edenlerimiz¸ dünya haritası (siyasî) üzerinde Müslüman ülkelerin sınırlarına göz atabilirler. Zira bu sınırları genelde Batı Dünyası'nın sömürgecileri çizmişlerdir. Şimdi aynı coğrafyayı¸ tıpkı Batı Dünyası'nın sömürdüğü gibi ve belki de yaşamakta olduğumuz Irak örneğinde olduğu gibi daha acımasız ve insafsızca sömürebilmenin plan ve projeleri bir bir hayata geçirilmektedir.
Şu halde sözün kısası¸ günümüzde Ortadoğu'da yaşanmakta olan ve hatta yaşanacak olan hadiselerin temelinde; dün söz konusu coğrafyayı kendi çıkarlarına göre şekillendirmiş olan " Batı Dünyası"nın yerini şimdi "Yeni Dünya" yani ABD almıştır. Söz konusu İslâm ülkelerinde Batılıların çıkarlarına göre düzenlenmiş olan yani kurdurulmuş olan siyasî teşekküller vardı. Bu defa¸ aynı coğrafya ve belki de daha fazlası¸ ABD'nin çıkarlarına göre yeniden dizayn edilecektir.
Bir Müslüman -Türk bilim ve düşünce insanı olarak¸ tarih¸ kültür ve din coğrafyamızda; yaklaşık beş asırdan beri rafa kaldırılmış olan akıl¸ bilim ve düşünce yani Kur'an'da ifadesini bulmuş olan değerler yeniden yaşanır hale gelinceye kadar bu zulüm¸ işkence ve haksızlıkların devamına dair endişemizi sizlerle paylaşmak istedik. Saygılarımla.
Abdulkadir YUVALI
YazarSultan I. Abdülhamid’in yedinci kadınefendisi ve II. Mahmud'un annesidir. Eski hayatı ve Osmanlı Sarayı’ndaki yaşantısı hakkında çok sağlam ve tatmin edici bir bilgi yoktur. Kafkas kökenli olması muht...
Yazar: Zühal ÇOLAK
Yavuz Sultan Selim’in kısa süren saltanatından sonra Osmanlı Devleti’nin başına geçen oğlu Kanûnî Sultan Süleyman da babası ve dedeleri gibi tasavvufa meyilli bir padişahtı. Hatta o tasavvufa meyli ba...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Osmanlı padişahlarının onuncusu, 89. İslâm halifesi olan ve “Muhteşem Süleyman” olarak anılan Kanûnî Sultan Süleyman 1494 (bir rivayete göre ise 1495)’te, babası Yavuz Sultan Selim’in sancakbeyi (vali...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Her ilim dalı ‘hoca-talebe’ münasebetinin zorunlu olduğu süreçlere şahitlik eder. Örneğin bir ustanın dizinin dibine oturmadan usta bir marangoz olunmayacağı gibi bir kimsenin alanında uzman bir hocan...
Yazar: Fatih ÇINAR