Çağını Aşan ve Gelecek Çağlara Işık Tutan Mana Erlerinden MEVLÂNA CELÂLEDDİN ER-RÛMÎ (1207-1273)
Asıl adı Muhammed olan Mevlâna’nın lakabı Celaleddin’dir. Sevenleri Ona dostumuz anlamında Mevlâna dedikleri için bu lakap ile meşhur olmuştur. Selçuklular zamanında Rumlardan alınan Anadolu topraklarına Rum diyarı denildiğinden bu toprakların insanı anlamında Rûmî de denilmiştir. Böylece asıl ismi gölgede kalmış Mevlâna Celaleddin-i Rûmî ismiyle maruf ve meşhur olmuştur. Hz. Mevlâna, milâdî 1207 yılında Horasan’ın Belh şehrinde dünyaya gelmiştir. Babası Bahaddin Veled’in hem âlim, hem de sûfi olması onun iyi yetişmesi açısından büyük bir imkân idi. Bahaddin Veled’in Harizmşah Alaaddin ile arasının açılması üzerine ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Bu esnada Mevlâna henüz beş yaşlarındadır. Bahaddin Veled, aile fertleriyle birlikte uğradığı şehirlerde bir süre konaklamış, Hicaz’a gitmiş, dönüşte Şam, Malatya, Sivas şehirlerine uğramış, oradan Karaman’a geçmiş, orada adına yaptırılan medresede bir süre müderrislik yapmıştır. Alaaddin Keykubat’ın daveti üzerine de Konya’ya yerleşmiştir. Mevlâna Konya’da Gevher Hatun ile evlenmiş, babasının vefatından sonra da medresede hocalık yapmıştır. Konya’ya gelen Seyid Burhaneddin’e intisap ederek tasavvuf yolunda da seyr-i sülüke başlanmıştır. Seyid Burhaneddin’in vefatından beş yıl sonra 1244 yılında Konya’ya gelen Şems-i Tebrizî ile tanışan Mevlâna’nın hayatında yeni bir dönem başlamıştır. Şems-i Tebrizî ile derin mana sohbetlerine dalan Mevlâna’nın, halka vaaz yapmayı ve medresede ders vermeyi bırakması üzerine gerek Mevlâna’nın ailesi ve gerekse öğrencileri ve halkta Şems’e karşı bir tepki oluşmuş, bunun üzerine Şems Konya’yı terk etmiştir. Mevlâna, ilahi aşk ve vecde dair şiir ve söylemlerini Şems ile sohbetinden sonra yazmaya başlamıştır. Divan-ı Kebir adlı şiir kitabı bu esnada ortaya çıkmıştır. Hz. Mevlâna’ya sema yapmayı Şems’in öğrettiği bilinmektedir. Şems’in ayrılığına çok üzülen Mevlâna, oğlu Sultan Veled’i Şam’a göndererek onu tekrar Konya’ya gelmeye ikna etmiştir. Şems, bu gelişinde Mevlâna’nın evlatlığı Kimya Hatun ile evlenmiş, Mevlâna ile baş başa derin mana sohbetleri devam etmiş, daha önce olduğu gibi Şems’e yönelik tepkiler artmış, bunun üzerine Şems ikinci kez Konya’yı terk etmiştir, bir görüşe göre de Şems, bir suikastla öldürülmüştür. (1247). Hz. Mevlâna’nın, Mesnevî’yi müridlerinden Hüsameddin Çelebi’nin teşviki ile yazmıştır. Mevlâna, İbn Ahi Türk lakabı ile tanınan Hüsameddin Çelebi’yi tekkesinde hilafet makamına geçirmiştir. Mevlâna Miladi 1273 yılında Konya’da vefat etmiştir. Hz. Mevlâna; âlim, sûfi ve şair bir şahsiyettir. Çocukluğunda babasında başladığı ilim tahsilini Halep ve Şam’da sürdürmüştür. Mevlâna’yı farklı kesimler, şöhretinden yararlanmak için kendine yakın gösterse de O, Kur’an’ın kölesi olduğunu beyan etmektedir. “Men bende-i Kur’anem eğer can darem.” mısraı ile başlayan şiirinde, “Canım tenimde oldukça ben Kur’an’ın kölesiyim, seçilmiş Muhammed’in yolunun toprağıyım.” demiştir. Aksi ispat edilmediği sürece, kişinin kendisi hakkındaki beyanı esastır, fehvasına göre Mevlâna Kur’an’ın kölesi, Muhammed yolunun toprağı olduğunu söylüyor, daha ne desin? Yine Mevlâna, İslâmî duruşunu, pergel metaforu ile açıklamıştır. Bir ayağım şeriat üzerinde sağlamca dururken diğer ayağımla yetmiş iki milleti dolaşıyorum, demiştir. Hz. Mevlâna’nın şiirleri ilâhî aşk temalıdır. Onun, Şems ile tanıştıktan sonra ilâhî aşka vasıl olduğu anlaşılmaktadır. Vefatından sonra onun meşrebi haline gelen Mevlevîlikte de önemli bir tutan sema zikri de onun yaşadığı ilâhî aşk saiki ile teşekkül etmiştir. Büyük toplumsal krizlerin büyük insanları ortaya çıkardığı sosyolojik bir vakadır. 13. yy. Moğolların İslâm coğrafyasını yakıp yıktığı bir çağ olmuştur. Çağını aşan ve kendilerinden sonraki çağları aydınlatan başta Mevlâna olmak üzere, Muhyiddin-i Arabî, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli vd. mana erlerinin de bu yüzyılda yaşadıkları bilinmektedir. Hz. Mevlâna hakkında Doğu’da ve Batı’da birçok çalışma yapılmıştır. Mesnevî üzerine Batı’da oryantalistler tarafından yapılan çalışmalar Müslümanlar tarafından yapılan çalışmalardan dada fazladır. O kadar ki Batı’da Hristiyan Mevlevîler türemiştir. Eserleri:
Mukadder Ârif YÜKSEL
Yazarİnsanlar konuşarak anlaşır, kaynaşır. İnsanların ayrışması, tartışması ve tartışmanın kavgaya dönüşmesi de farklı dil, üslup ve niyetle yapılan konuşma ile başlar. Bayramlarda, vaazlarda, çeşitli vesi...
Yazar: Mukadder Ârif YÜKSEL
Allah baki, Onun dışındakiler ise fanidir. Ölüm; hayatın başında ve henüz doğum sırasında binlerce belirsizliği barındıran bir ömrün en belirgin tek gerçeği… Ölüm; oyun ve eğlence sanılan dünya hay...
Yazar: Mukadder Ârif YÜKSEL
Beşer olarak bizler; akıl, güç, imkân ve yetki bakımından sınırlı varlıklarız. Bu sebeple her şeyi tam olarak akıl edemeyiz, her işe güç yetiremeyiz, bazılarını tek başımıza yapamayız, bazılarını şimd...
Yazar: Mukadder Ârif YÜKSEL
Edirne'den İstanbul'a, Kafesten Taht'a Bir Ömrün Serencamı Osmanlı Devleti'nin 24. padişahı, 103. İslâm halifesi olan Sultan I. Mahmud, 02 Ağustos 1696'da (03 Muharrem 1108) Edirne Sarayı'nda dünya...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ