BİZİM GÜLŞENDEKİ GÜLLER
Hakikî bilgeler¸ manevî gezileri bitip cemü’l-cem makamına erişince söz söylemeye başlarlar.
Hakikî bilgeler¸ manevî gezileri bitip cemü’l-cem makamına erişince söz söylemeye başlarlar. Onların sözleri mutlak tevhid düzeyinden söylendiği¸ cem hakikati üzere dışa vurulduğu için tesirli¸ irşad edici ve çok katlı bir anlam dünyasına sahiptir.
O bilgelerin her biri¸ Efendimiz’in (s.a.v) sembolü olan Gül’ün renk ve kokusuna bulanmışlardır.
Şeyh Hamid-i Veli’nin şiiri de gönlü gibi bir irfan bahçesidir¸ bir gülistandır ve orada her biri bir kırmızı gül olan veliler kokmaktadır ve onlar asla solmazlar :
Bizim gülşendeki güller
Dururlar taze solmazlar
Hazan olup dökülmezler
Zemistan ü bahar olmaz
Solmazlar¸ çünkü¸ onlar arz ettiğimiz gibi¸ Allah’ın Hayy sıfatıyla sıfatlanmış¸ ebediyen diri kılınmışlardır. Onların maddi varlığı ve benliği o sonsuz ve mutlak varlığın sırrında kaybolmuştur.
Allah’ın varlığına katılan bir ruhta¸ ‘O’ndan geldik¸ dönüşümüz O’nadır’ hakikatı tecelli eder.
Pir Sultan¸ bir nefesinde¸ ‘Ben de bu yayladan Şah’a giderim’ diyerek bunu dile getirir.
Şah¸ Allah’tır.
O’ndan gelir¸ yine O’na döneriz.
Ebu’l-Hasan Harakani hazretlerinin duasındaki gibi¸ ‘bizi bu dünyaya Kendi nefesinden¸ Kendi huzurundan ve Sırrından tertemiz olarak getirmiştir. Tekrar O’na aynı saflıkta ve arılıkta dönmemiz gerekir.’
Bilgeler bu saflığı koruyan¸ safiyyun olabilen¸ Allah’ın kendi nefislerini arındırdığı kimselerdir.
Onlara asfiya denir.
Hem İlahî Hakikat’i en üst düzeyde idrak etmişler¸ imanda tahkike erişmişler hem de saf kalabilmişlerdir.
Onlara hazan yoktur¸ sonbahar asla onlara uğramaz¸ yaprakları dökülmez¸ solmazlar¸ her dem tazedirler.
Şarab-ı aşkı çün içtik
Feragat mülküne göçtük
Yanıp aşkınla tutuştuk
Bize tahrik ü tar olmaz
Aşk şarabını içmek¸ insanın (mecazi olarak) kendi kanını dökmesi¸ yani ölmeden önce ölmesi¸ nefsinin bağlarını çözmesi¸ ihtiras ve tutkularını terk etmesidir.
Bu hâl bize İlahî Aşk şarabını kana kana içen büyük veli Hallac-ı Mansur’u hatırlatmaktadır.
Nahşebi onu şöyle anlatır : “Bilmek gerekir ki Hallac-ı Mansur¸ ilim ormanının arslanı ve kavgasının korkusuz kahramanı idi. Onu bir pamuk ambarına parmağıyla işaret etmesiyle pamuklarla taneleri ayırması nedeniyle Hallac diye adlandırmışlardı. Şibli şöyle anlatır: Benimle Hallac arasında bir fark yok. Ancak bana deli gözüyle baktıkları için kurtuldum¸ o ise akıllı sayıldığı için başına bu geldi.’ Bir gün Cüneyd ona¸ ‘ölümün yaklaştı’ deyince¸ ‘benim öldüğüm gün¸ sen sufilik hırkasını giyme’ dedi. Rivayete göre imamlar Hallac’ın katline fetva verdiklerinde¸ Cüneyd¸ sufi giysisi giyinmişti. Bunun üzerine¸ hemen medreseye gitti¸ cübbe giydi¸ sarık sardı ve¸ ‘biz zahire göre hüküm veririz’ diye bir not yazdı. Bir gün Hallac’a¸ ‘sabır nedir?’ diye sordular¸ şöyle yanıtladı: ‘Bir insanın el ve ayaklarının kesilerek darağacına asılması durumunda bile kendini yitirmemesidir.’ Son günleri yaklaştığında bir kezinde Şibli’ye¸ ‘bana dikkat et.’ dedi¸ ‘önemli bir ödevle yükümlüyüm. ‘Enel Hakk’ ‘ben Hakkım’ dediğim için beni halifeye şikayet ettiler. İmamlar ölümüme hükmettiler. Bana¸ ‘hüve’l-Hakk’ (O Hakk’tır) de kurtul¸ niçin ‘ene’l-Hakk’ diyorsun dediler. Ben de¸ onlara¸ ben¸ ene’l-Hakk derken¸ aslında hüve’l-Hakk diyorum. Ama siz O’nun gaib olduğunu söylüyorsunuz’ dedim.
Şöyle anlatırlar: Zindana koyulduğu günün gecesi¸ onu aradılar bulamadılar. İkinci gece aradılar ne onu ne de zindancıları buldular. Üçüncü gece aradılar hem onu hem de zindancıları buldular. ‘Bu durum neydi?’ diye sordular. Hallac¸ ‘birinci gece ben dostun yanına gitmiştim¸ beni göremediler; ikinci gece dost buradaydı¸ bu yüzden ne beni ne de zindancıları gördüler¸ bugün buradayım¸ şeriatın hükmü neyse yerine getirin’ dedi. Anlatıldığına göre zindanda üçyüz mahkum bulunuyordu. Onlara¸ ‘sizi özgür bıraktım¸ gidin’ dedi. ‘Eğer buna gücün yetiyorsa sen niçin gitmiyorsun?’ diye sordular. ‘Biz¸ Tanrı’nın tutuklusuyuz¸ O’nun yasasına saygımız ve bağlılığımız sonsuz¸ gidemeyiz’ dedi. Sonra zindan duvarına işaret parmağını doğrulttu¸ bir yarık belirdi¸ mahkumlar çıktı. Sabah ne olup bittiği sorulduğunda gerçeği söyledi. ‘Peki sen niçin kaçmadın?’ diye sordular¸ ‘Tanrı’yla aramızda bir mesele var’ dedi¸ ‘bu nedenle kaldım.’ ‘Hallac’ın öldürüleceği gün¸ birisi¸ ‘aşk nedir?’ diye sordu. ‘Bugün¸ yarın ve öteki gün aşkın sırrını göreceksin’ dedi. O gün Hallac’ı öldürdüler. İkinci gün yaktılar ve üçüncü gün küllerini savurdular. Onu dibine getirdiklerinde darağacının ayaklarını öptü ve¸ ‘işte yiğitlerin miracı budur’ dedi. Elleri kesildiğinde¸ ‘bir insanı bağlayıp elini kesmek kolay iş’ dedi¸ ‘ben asıl arş’ın karanlığından külah aşıran kişinin temiz elini kesecek kimseyi yiğit sayarım’. Ayakları kesildiğinde gülümsedi ve¸ ‘bu ayak güçsüzdür¸ benim her iki alemde de yolculuk yapabileceğim ayağım var’ dedi. (Molla Cami ve Mevlana’nın dizelerini hatırlayalım: ‘Bu yolda başsız ayaksız ol’) Sonra kanlı kolunu yüzüne sürdü. ‘Ne yapıyorsun?’ diye sorduklarında şöyle yanıtladı: ‘Aşk yolunda¸ abdesti sahibinin kanıyla alacak iki rekat namaz farzdır.’ Rivayete göre¸ tüm organlarını kestiler. Sadece sırtı ve boynu darağacında asılı kaldı. Ancak o sırt ve boyundan da¸ ‘ene’l-Hakk’ sözü yükseliyordu. Halife¸ ‘bu adamın ölümü daha çok kargaşa çıkaracak’ dedi. Ertesi gün tüm uzuvlarını toplayıp yaktılar. Yanmış¸ kül olmuş cesetten yine¸ ‘ene’l-Hakk’ diye ses geliyordu. Üçüncü gün¸ küllerini suya döktüler¸ yüzen kül zerrelerinden yine o ses geliyordu.”
Bu halde olan¸ yani aşk şarabını içen biri için artık herhangi bir zahiri etki söz konusu olamaz. Onun için artık ölüm yoktur.
Ereliden şems nuruna
Vücudum zerreden katre
Ne katre ayn-i bahar oldu
Ona k’ar ü kenar olmaz
Onlar¸ yani veliler¸ Şems nuruna ermişlerdir. Onlara ermiş denmesi¸ İlahî Hakikat’in başla sonunun birleştiği noktaya ulaşmış¸ dairevî / kürevî olan sırrın özüne erişmiş olmalarındandır. Onlar tıpkı ağaçlardaki ermiş meyveler gibi¸ içlerinde kendi sırlarını yani çekirdeklerini de saklarlar.
Belağa tabiri¸ Arapçada¸ erdi¸ erişti¸ olgunlaştı¸ başa döndü anlamına gelir. Büluğa ermek¸ bir bakıma insanın devrini tamamlamasıdır.
‘Vücudum zerreden katre’ ifadesi¸ varlığını¸ kişisel ve nefsanî varlığını Allah’a katmış olması anlamına gelir. Böyle olunca da bir katre (damla) kavuştuğu deryanın kendisi oluverir.
Böyle olunca da¸ kıyısız bir deniz olan İlahî hakikat gibi¸ sahilsiz ummana dönüşürler.
Bırak ey Hamida varı
Görsem desen sen ol yarı
Göricek ol tecellayı
Ondan özge kemal olmaz
Şeyh Hamid-i Veli hazretleri nefesini sonunda¸ girişte dediği gibi¸ ‘var’ı bırakmaya¸ terk etmeye çağırmaktadır. Hakikî vücud O’nundur¸ O’ndandır¸ O’nadır ve O’nunladır.
Varı terk etmeden yok olunamaz¸ yok olunamadan da hakikî varlığa ulaşılamaz.
Didari görmek¸ Cemal’e erişmek için ise¸ tecelliye bakmak¸ ona mazhar olmak gerekir.
Kamil insan aynadır¸ onda Zat tecellisi vardır.
Sadık YALSIZUÇANLAR
YazarKelime anlamı itibariyle ve ıstılah olarak 'sünnet' ne anlama gelir? Kelime olarak 'sünnet'¸ ister iyi ister kötü olsun¸ davranış¸ takibedilen yol¸ gidiş¸ âdet anlamlarına gelir.1957 ...
Yazar: Sadık YALSIZUÇANLAR
Her ilim dalı ‘hoca-talebe’ münasebetinin zorunlu olduğu süreçlere şahitlik eder. Örneğin bir ustanın dizinin dibine oturmadan usta bir marangoz olunmayacağı gibi bir kimsenin alanında uzman bir hocan...
Yazar: Fatih ÇINAR
“Sâde” yazmak, “basit” yazmak değildir. Çoğu kimse sâde kelimesini basit kelimesiyle aynı anlamda kullanır. Oysa sâde, içinde derinlik barındıran bir kavram… Fakat basit, sathîdir; yüzeysel, üstünkörü...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
Allah sever ve her türden sevginin kaynağıdır. Allah güzeldir ve tüm güzelliklerin menşeidir.Tarifi hatırlayalım : 'Aşk¸ en az üç saat en çok üç yıl süresi olan¸ insanın fizyolojik d...
Yazar: Sadık YALSIZUÇANLAR