Bir Yaz ve Cennet Meyvesi: “Kiraz”
Sidr cins isim olup tekili “sidre”, çoğulu “sidrât”, “sider”, “südür” şeklinde gelir. Kur’ân’da bir yerde meyvesi kekre ve dikenli Arabistan kirazı denilen bir dağ meyvesi olarak, bir yerde dikensiz cennet meyvesi olarak anılmıştır. Her ikisinin de gölgesi gâyet koyu, hoş ve hafiftir. Araplar yolculuklarında bu ağacın o güzelim gölgesinde toplanırlardı.1 İkisi tekil, ikisi çoğul olmak üzere dört kere Kur’ân’da geçen bu ağaç ile bir yerde dünyadaki kiraz ağacı, üç yerde ise cennetteki ağaç kastedilmiştir. Şimdi bu âyetleri görelim: “And olsun ki o, Cebrâil’i sınırın sonunda/Sidre-i Müntehâ’nın yanında başka bir inişinde de görmüştür. Orada Me’vâ cenneti vardır. Sidre’yi bürüyen bürüyordu.”2 Sidr kökünde “göz kamaştıran, hayran bırakan” anlamları da vardır. Bu hem kiraz meyvesinin güzelliğine işaret eder, hem de Sidre-i Müntehâ’nın eşsizliğine işaret eder. Necm Suresi’nin 14. ve 16. âyetlerinde Sidre-i Müntehâ iki sefer zikredilmiştir ki, “bütün yaratıkların ilimlerinin durduğu, ötesine geçemediği sınır, yüce rütbe” anlamındadır. Peygamberimiz (s.a.v.)’in vahiy alırken yahut Mîrâc Gecesi’nde eriştiği yüce makâma işaret edilirken bu ifade kullanılmıştır. Bir rivâyete göre Sidre-i Müntehâ, altıncı yahut yedinci semâda Arş’ın sağ tarafında bulunan bir nebk ağacıdır ki müttakîlere va’d edilen cennetin nehirleri3 onun altından çıkar. Hz. Peygamber (s.a.v)’in meyvesini tacın püsküllerine, yapraklarını da fil kulaklarına benzeterek nitelediği bu ağaç hakkında şunları söylediği rivâyet edilmiştir: “Öyle bir ağaç ki bir binici onun gölgesinde yetmiş sene yol alsa yine katedemez. Bir yaprağı ümmetin hepsini örter. Bir yaprağı bütün ümmetin üzerini örter.” Sidre-i Müntehâ, arşın altında bulunan bir ağaçtır ki, melekler, nebîler ve mahlûkât içinde bulunan âlimlerin ilmi sonuçta ona ulaşır. Ondan ötesi ise gaybdır, Allah’tan başkası bilemez.4 İkinci olarak sidr bir dünya ağacı olarak Kur’ân’da şöyle geçer: “Sebe’lilerin yurtlarında Allah’ın kudretine bir işaret vardır: Sağlı sollu iki bahçe vardı. Onlara: ‘Rabb’inizin verdiği rızıktan yiyin ve O’na şükredin. İşte hoş bir şehir ve bağışlayan bir Rab.’ denmişti. Fakat onlar yüz çevirdiler; bunun için Biz de üzerlerine Arim Seli’ni gönderdik, onların bahçelerini, buruk yemişli, ılgınlık ve içinde biraz da sedir ağacı bulunan iki bahçeye çevirdik. İşte böylece, inkârlarından ötürü onları cezâlandırdık. Biz nankörden başkasına cezâ mı veririz?”5 Yüce Rabb’imiz, kullarına lütfettiği nimetlerin kıymeti bilinmez, onlara şükredilmez ve o nimetler nimet sahibinin ölçüleri doğrultusunda kullanılmazsa onların ellerinden alınacağını hatırlatmaktadır. Nitekim Sebe’ kavmi için de öyle olmuştur. Onlar, Yüce Rabb’in kendilerine lütfettiği güzelim bahçelerin kıymetini bilememişler, onları şükür sebebi değil küfür sebebi görmüşler, bunun üzerine envâî çeşit meyvelerle donatılmış bahçeler, buruk yemişli kurak yerlere dönüvermiştir. Nankörlük ve inkârları sebebiyle Yüce Allah onları helâk etmiş, insansız kalan güzelim bahçeler birbirine karışmış, bakımsız ve faydasız yabanî bitkilerin boy attığı yerlere dönüşmüştü. Onun için insan, içerisinde bulunduğu nimetleri görmeli, onları fark etmeli, onların kıymetini bilmeli, onları Yüce Rabb’e şükür vesilesi olarak kullanmalıdır. Sebe’ kavminin bu ibretlik durumunu Elmalılı şöyle açıklar: “Sağ ve soldan iki cennet, iki taraflı bağlar, bostanlar, hal dili ile diyorlardı ki, ‘Rabb’inizin rızkından yiyin de O’na şükredin. Bu nimetin değerini bilerek ona göre ibadet edin, çünkü beldeniz hoş bir belde, son derece şirin bir belde, Rabb’iniz, bağışlaması çok bir Rab’dir. Onun için şükrünü bilin de iyi hizmet edin…’ Fakat onlar, o Sebe’liler yüz çevirdiler… Rivâyete göre peygamberleri kendilerini davet ettikleri halde şükürden kaçındılar, hizmetine bakmadılar. Yüce Allah da üzerlerine Arim Seli’ni salıverdi... Ezherî demiştir ki: ‘Sidir ikidir. Birisinden yararlanılmaz ve yaprağı yıkamalara yaramaz; meyvesi kekredir, yenmez, ‘dâl’ denilen budur. Bir kısmı da su üzerinde biter, meyvesi ‘nıbk’dır, yaprakları yıkama özelliğine sahiptir, unnab ağacına benzer.”6 Bir cennet meyvesi olarak da şöyle geçer: “Defterleri sağdan verilenler; ne mutlu o sağcılara! Onlar dikensiz sedir ağaçları/dalbastı kirazlar, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak akan sular kenarlarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol meyveler arasında; yüksek döşekler üzerindedirler.”7 Araplar sidr denildiğinde dikenli Arabistan kirazını anlarlardı. Onun için bu âyetle ilgili olarak bir çöl bedevîsi Hz. Peygamber (s.a.v)’e gelerek, “Ey Allah’ın Rasûlü, Allahu Teâlâ Kur’ân’da sıkıntı veren bir ağaç zikrediyor. Hâlbuki ben cennette sahibine eziyet verecek bir ağacın bulunacağını zannetmezdim.” dedi. Peygamberimiz, “Nedir o?” diye sorunca bedevî, “Sidr ağacı, zira onun dikeni vardır.” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Allahu Teâlâ buyurmuyor mu? Allah onun dikenlerini silmiştir de her dikeninin yerine bir meyve koymuştur ve onun meyvelerinin her biri yetmiş iki renk ile açar ve bir rengi diğerine benzemez.”8 Ağaç dikmekten kasıt meyve elde etmek olduğundan ağaçlar, meyveleriyle isimlendirilmişlerdir; incir ağacı, hurma ağacı, kiraz ağacı gibi. Âyette kiraz ağaçları ile muz ağaçları özellikle zikredilmiştir. Bu cennet meyvelerinden iki ucun zikredilmesi demektir. Şöyle ki, bir kişi için o doğunun ve batının sultanı denir. Bunun anlamı şudur, o doğu ile batının sultanı olduğu gibi, ikisi arasındakilerin de sultanıdır. Burada da iki meyve ağacı özellikle zikredilerek diğer bütün meyvelerin cennette bulunacağına işaret edilmiştir. Nitekim başka âyetlerde hurma ile nar, hurma ile üzüm birlikte zikredilmiştir. Çünkü kiraz ağacının yaprakları küçük, muz ağacınınkiler gâyet büyüktür. Benzer şekilde hurma meyve ağaçlarının en büyüğü üzüm ve nar ise küçüklerindendir. Şekil, tat ve özellikleri bakımından birbirinden farklı ikişer ağaç örnek olarak anılmıştır. Dolayısıyla ağaçları, yaprakları, meyveleri en büyük ve en küçük olan öncellikle zikredilerek diğer bütün ağaçlar kastedilmiştir.9 Rivâyete göre Hz. Âdem (a.s.) yeryüzüne indiğinde ilk olarak Arabistan kirazı yemiştir. Kirazın pek çok hastalık için şifâ verici bir meyve olduğu uzmanlarca bildirilmiştir.10 Dipnot * Prof. Dr. Ali AKPINAR 1. Hasîrîzâde, en-Nûru’l-Furkân, I, 491. 2. 53/Necm, 14-16. 3. 47/Muhammed, 15. 4. Elmalılı. 5. 34/Sebe’, 15-17. 6. Elmalılı, Necm Suresi. 7. 56/Vakıa, 27-34. 8. Elmalılı, Vâkıa Suresi. 9. Râzî, Mefâtihu’l-Gayb. 10. A. Rıza Karabulut, Tıbb-ı Nebevî, I, 60.
Ali AKPINAR
Yazarİslâm, sorumlulukları önceleyen dindir. Sınav dünyasında önce sorumluluklarımızı bilmeli ve onları yerine getirmeliyiz ki, haklarımızı konuşabilelim. Başka kültürlerde haklar öncelenir, sorumluluklar ...
Yazar: Ali AKPINAR
Hayat düsturumuz Kur’ân, “Yaratan Rabb’inin adıyla oku!”[1] emriyle söze başlar. İlk insan Hz. Âdem’in meleklerden üstün kılınışı ve onların saygı secdesine mazhar oluşu Yüce Allah’ın onu eğitip öğret...
Yazar: Ali AKPINAR
Kur’ân’ın bir adı da Nûr’dur. Zira o, her şeyin, ışığı/aydınlığın yaratıcısı ve sahibi olan Yüce Allah’ın kelâmıdır. O, gönülleri, beyinleri ve insanların yolunu aydınlatan hidâyet rehberi, dosdoğru y...
Yazar: Ali AKPINAR
2 Ocak 1642’de İstanbul’da doğdu. Babası Sultan I. İbrahim, annesi Turhan Sultan idi. Annesi, babasının yerine şehzadesini tahta çıkarmak istiyordu. Onun için iyi bir eğitimden geçmesi gerektiğini düş...
Yazar: İsmail ÇOLAK