BİR ROMANIN SEDASI: PERVANENİN RÜYASI
Şimdi kim bilir hangi kütüphanenin
kaçıncı rafındadır Pervanenin Rüyası.
Binlerce kitap arasından Fuzûlî'nin
sesi geliyordur muhatabının kulağına.
Ve binlerce harf arasından onun dal gibi¸
nûn gibi iki büklüm hâli feryat figan ederek
düşüyordur okuyanın kucağına. Bir
kucağa en ziyade bir kitabın yakışacağı
inancıyla...
Kitap
Senem GEZEROĞLU
Cân u dil yaksam nola cânâ yüzün şem'ine kim
Bâl ü perden âşık-ı pervânenin pervâsı yok (Ahmed Paşa)
Bir mum ateşinde can vermekle yükümlüydü pervane. Pervane hükümlüydü belki de. Aşık¸ maşuk ve aşk üçgeninde... Belâ-yı aşka maruz kalan ve çareyi kan dökücü sevgilinin kan kokan al evinde¸ bir sevgili mumun alevinde bulan pervane... Bir rüya görecekti ve bir roman dile gelecekti. Daha ne!
"Aşığa pervâ nedir
Pervânedir bir ışık huzmesine can atan
Can gider de filizlenmez mi şiir"
diyen kelamın sahibi¸ bu kez bir şiir filizlendirmek yerine kökleriyle maziye tutunan bir çınarın¸ her sayfasında filizlenmekten öteye gitmiş yüzlerce şiiri saklayan bir romanın ifadesini seçmişti kendine. "Kalemi yaratan Allah'a hamd ile..."
Pervanenin Rüyası adlı Fuzûlî romanının edebî hayatta nefes almaya başladığı zaman iki bin yedi ve mekân Kayseri. Her bir nüshanın bekçisi¸ her bir sayfanın emekçisi ise birçok isme ev sahipliği yapan Laçin Yayınevi. Roman kapağında bir imza: Vedat Ali TOK. Aruz vezni edasıyla ve "tak tak" nidasıyla Klasik Türk Edebiyatına müştak aşıkların kapısını çalacak olan zat.
Pervanenin Rüyası... Ne düşe sığar bu rüya ne düşünüşe...Geriye kalansa bir romanın dünyası... Bir romanın dünyaya bırakılan hoş sedası... Yazar-eser-okuyucu silsilesinde üçüncü sırada kalan insan¸ kitabı eline alan insan bu hoş sedaya nail olma sevdasıyla bir anda on beşinci¸ on altıncı asra taşıyor kendini. İşte karşısında muhteşem Osmanlı... Kanlı canlı Osmanlı insanı... Romanın her karesi Osmanlıya açılan bir pencere sanki... Etiyle¸ kemiğiyle¸ iliğiyle... Bir tarih canlanıyor okuyanın gözlerinin önünde. İçtimaî hayat¸ kültür-sanat ve en önemlisi edebiyat. Ne varsa söz üstüne¸ şiir niyetine... Şairlerin sohbet meclisleri... Lisan yeni bir can buluyor konuşarak. Dîvanlar yazılıyor varak varak. Kamış kalemi is mürekkebine dokundurarak. Hükümdar şairler¸ Taşlıcalı Yahya Bey¸ Sehî Bey¸ Zâtî¸ Hayretî¸ Hayalî¸ Necâtî¸ Latîfî¸ Destur Çelebi¸ Bâkî ve diğerleri... Ancak bir isim var ki romanın asıl kahramanı: Fuzûlî. Fuzûlî etrafında dönen bir şiir medeniyetinin kuru bilgilerden sıyrılarak romana yansıtılan hâli... Yazar kimi zaman sair şairlerle Fuzûli hakkında sohbet ederken kimi zaman da şairin bizzat kendisiyle muhabbet ediyor. Roman akıp gidiyor. Kelimeler Kerbelâ'ya doğru akıp gidiyor. Fırat ve Dicle'ye karışıyor.
Roman birinci tekil şahsın dilinden kaleme alınıyor ve yüzyıllar öncesinden bir şahit¸ dîvan şiirine kapılarını sımsıkı kapayan günümüz insanına samimi bir el uzatıyor. Boş bir olay örgüsünden ibaret olmayan romana dîvan şiirinin asaletine ve letafetine yakışan hoş beyitler serpiştiriliyor. Tarihî hikâyeler ve edebî nüktelerle renkleniyor sayfalar. İyi ve kötü hâlleriyle bizim olan dîvan edebiyatımıza gerektiğinde eleştirel bir gözle bakmayı bilen yazar¸ hem bilgi hem sezgi hem de sevgi hokkasına batırıyor kalemini.
Şimdi kim bilir hangi kütüphanenin kaçıncı rafındadır Pervanenin Rüyası. Binlerce kitap arasından Fuzûlî'nin sesi geliyordur muhatabının kulağına. Ve binlerce harf arasından onun dal gibi¸ nûn gibi iki büklüm hâli feryat figan ederek düşüyordur okuyanın kucağına. Bir kucağa en ziyade bir kitabın yakışacağı inancıyla...
Fuzûlî... Rahlenin hemen önünde can ipliğinden tutuşan bir beden¸ alev alev bir baş... Yanmakta an be an. "Âh"lar bir alevin tam ortasında duman duman. Kalemi eline alıyor Fuzûlî:
Ah ü feryadın Fuzûlî incidübdür âlemi
Ger belâ-yı aşk ile hoşnud isen gavgâ nedür
Pervane... Döne döne... Bir mum alevinde vuslatı yakalayacak belki de... Öyle ya... Bu bir rüya... Ne mutlu Pervanenin Rüyası'na vâkıf olana...
Senem GEZEROĞLU
YazarTonton tavşan yavrularını gezdiriyordu. Onlara ormanı tanıtmaya çalışıyordu. - Yavrularım, ağaçlara, yapraklara, otlara bakın ne güzel. Kelebekler uçuşuyor dört yanda. Pamuk: - Evet. Kır çiçe...
Yazar: Emine Yılmaz DERECİ
Kanûnî’nin küçük oğlu Selim, 28 Mayıs 1524’te İstanbul’da dünyaya geldi. Annesi Hürrem Sultan, saray içinde sözü geçen, etkili bir kadındı. Saray kadınlarına ve hizmetkârlara, Şehzade Selim’in terbiye...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Şerefimiz, şanımız var Biz ne büyük bir milletiz Al bayrakta kanımız var Biz ne büyük bir milletiz Üç kıtada at koşturduk Akarsuları coşturduk Dağlar, tepeler aştırdık B...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Her ilim dalı ‘hoca-talebe’ münasebetinin zorunlu olduğu süreçlere şahitlik eder. Örneğin bir ustanın dizinin dibine oturmadan usta bir marangoz olunmayacağı gibi bir kimsenin alanında uzman bir hocan...
Yazar: Fatih ÇINAR