BİR İSLÂM KAHRAMANI CELALEDDİN HAREZMŞAH
"Bilindiği gibi Ahlat Türklerin Doğu Anadolu'daki en önemli
merkezlerindendir. Önemli bir ticaret yolunda yer almasından
dolayı zengin ve aynı zamanda ilim ve kültür merkeziydi."
XIII. yy Türk ve İslâm tarihi açısından önemli bir dönemdir. Bu dönemde başta Maveraünnehir¸ İran¸ Irak ve Anadolu olmak üzere birçok İslâm ülkesi Moğolların istilasına uğramışlardır. Tarihî kaynaklara göre milyonlarca insan kâh diri diri toprağa gömülerek kâh sulara atılıp boğularak canice katledilmiştir. Özellikle mescit ve camileri ahır haline getirip¸ Kur'an sayfalarını hayvanların ayakları altında ezdirmişlerdir. Gerek İslâm mimarî eserlerini ve gerek İslâmî yazılı eserleri yok etmekle Türk-İslâm medeniyetinin gerilemesine sebep olmuşlardır. Moğolların asıl amacı İslâmiyet'i dünya coğrafyasından silmekti.
Bu nedenle sadece insanları yok etmekle kalmıyor¸ geçmişe ait ne varsa ve geleceğe ait neler kalacaksa hepsini acımasızca yok ediyorlardı. Tabi ki bu saldırılardan en büyük payı alanlardan birisi de Harezmşah Devleti olmuştur. Harezmşah Devleti bilindiği gibi İran ve Irak-ı Acem topraklarında hüküm süren bir Türkİslâm devletidir. Ancak onların Moğollarla husumeti aslında ticarî amaca dayalı olarak iyi başlasa da ticaret kervanlarının Otrar mevkiinde haince pusuya düşürülüp¸ çok sayıda adamlarının öldürülmesi bu ilişkinin ebedi bir düşmanlığa dönüşmesine neden oldu. Alâeddin Muhammed'in zamanında 1220 yılında Harezm Devleti Moğolların istilasına uğramıştı. Ancak oğlu Celaleddin'in bütün ısrarlarına rağmen Alâeddin savaşmayı göze alamadı. Kaçıp Abiskun Adası'na sığındı. Bunda her ne kadar maiyetindeki Kıpçakların etkisi varsa da aslında en büyük etken Cengizhan'ın efsaneleşmiş karakterinden çekinmiş olabileceğidir. Oysaki putperest Moğollara karşı canla başla mücadele etmeyi ve bu uğurda şehadet şerbetini içmeyi bir onur sayan komutanları vardı. Hocent'in savunmasını son ana kadar sürdüren Temür Melik gibi birçok kumandan savaşmaya hazırdı.
Buhara'yı¸ Semerkant'ı Moğollar savaşarak değil Kıpçakların ihaneti ve yaydıkları fesatlıklarla elde etmişlerdi. İşte Celaleddin bunu kabullenemiyordu. Onun gibi düşünenler ise tahta onun geçmesini istiyorlardı. Ancak bu toprakların¸ her ne kadar Harezm hâkimiyetine geçse de kendilerine ait olduğunu iddia eden ve her seferinde Moğol hükümdarlarıyla işbirlikçi olan Kıpçaklara mensup büyükannesi Terken Hatun¸ Celaleddin'in veraset yolundaki en büyük engeliydi. Ve olan oldu; büyük bir nüfuza sahip olan Terken Hatun¸ annesi de bir Kanklı-Kıpcak olan ve Celaleddin gibi mücadeleci olmayan¸ dolayısıyla devlet işlerinde ağırlığını kullanabileceği kardeşi Uzlagşah'ı veliaht ilan etti. Harizm¸ Horosan ve Mazenderan gibi önemli eyaletleri verdi. Ancak bu durum fazla uzun sürmedi. 1220 yılındaki¸ Moğol istilası sonucu Terken Hatun Moğollar'a esir düştü. Böylece Celaleddinin veliahtlık yolundaki engeli kendiliğinden ortadan kalkmış oldu. Abiskun Adasında Alâeddin ölmeden önce oğulları Akşah¸ Uzlagşah ve Celaleddin'i yanına çağırarak yerine Celaleddin'i veliaht tayin ettiğini açıkladı. Celaleddin kardeşleriyle merkeze döndü. Ancak onun veliahtlığını kardeşleri veliaht Uzlagşah ve ona bağlı bazı komutanlar ile diğer kardeşi Akşah tanımadı.
Oysaki Alâeddin ölmeden önce bütün çocuklarına Celaleddin'e destek olmalarını¸ birlik içinde hareket etmezlerse devletin daha çabuk yok olabileceğini söylemişti. İki şehzade Celaleddin'e karşı olan emirlerle birleşerek bir komplo hazırladılar. Kendini öldürmek üzere kurulan ittifakı haber alan Celaleddin önce Horosan dağlarına daha sonra Nesa'ya gitti. Kardeşleri de babaları gibi Kıpçakların asılsız sözlerinin etkisinde kaldılar. Daha sonra pişman olup kardeşleriyle birlik olmak için peşinden yola çıktılar. Ancak Nişabur civarında Celaleddin'e yenilmenin hırsıyla geri çekilen Moğollarla girdikleri mücadele sonucu hayatlarını kaybettiler. Bütün bu olaylar olurken Nişabur'da Celaleddin bütün sınır beylerine ve emirlerine kendisine katılmalarını söyledi. Ancak Moğolların yaklaşması üzerine Kahire Kalesine sığındı. Ancak bu kalede durmakla bir şey elde edemezdi.
Zaten 200 bin Türkmen askerden¸ Sarı Lagod ve Temür Melik'ten başka kimsesi kalmamıştı. Kaledeki altın ve mücevheratı maiyetindekilere dağıtarak Gazne'ye geldi. Burada büyük bir sevinçle karşılaştı. Bundan önceki aldığı mağlubiyet Cengiz Han'ın hiç hoşuna gitmedi. Çünkü gözünü kan bürümüş olan Cengizhan eceli olacağını düşündüğü Celaleddin'den çok korkuyordu. Cengiz Han tekrar saldırıya geçti ve iki ordu Parvan mevkiinde karşılaştılar. İşte Otrar olayıyla ebedi düşman olan Moğollarla Celaleddin'in ilk karşılıklı savaşı burada oldu. Ve Moğollar ağır bir yenilgiye uğradı. Ancak Celaleddin'in askeri otorite kuramaması nedeniyle ganimetlerin paylaşılması hususunda kumandanlar arasında büyük bir kargaşa çıktı. Bu kargaşadan yararlanmasını iyi bilen Cengiz Han ani bir saldırıyla durumu lehine çevirdi.
Hindistan'a Sığınması
Celaleddin Sind Nehrini geçerek annesinden dolayı zenginliklerini ve coğrafyasını çok iyi bildiği Hindistan'a geçti. Annesi ve haremindeki kadınların düşmanın eline geçmesi endişesiyle Sind Nehrine attı. Her hareketini İslâmî bir çerçevede düşünen ve ona göre yaşayan Celaleddin'in Sind Nehrini geçerken gösterdiği cesaret ve kahramanlığından dolayı kendisine hayran kalan Cengizhan ona itafen "Bir babanın işte böyle bir oğlu olmalıdır." demiştir. Celaleddin'in buraya geçişi aslında yıpranmış olan orduyu toparlamak ve yenilenmek içindi. Ordusu birkaç kişi kalmış¸ yıpranmış ve yorgun düşmüş bir halde sığındığı Hindistan'da ilk olarak onun bu durumundan faydalanmak isteyen Cebel el Cudi Hâkimi Rana Şatra ani bir şekilde saldırıya geçti. Ancak Celaleddin'in Rana'yı öldürmesiyle ordusu da dağıldı. Bu coğrafyada kendisini takip ettiğini bildiği Moğollardan kaçmak için önce Debdaba'ya daha sonra Kokar'agitti.
Kiminin kızıyla siyasi bir evlilik yaptı¸ kimisinden yerleşmek için yer istedi. Ancak Debdaba Usak'un hâkimi Şemseddin İltutmuş'un¸ Kabaca'nın ve diğer Hint hâkimlerinin ona karşı mücadeleye geçmesi nedeniyle burayı Cihan Pehlivanına bırakarak ayrıldı. Barak Hacib'in itaat etmesiyle Kirmanı¸ Celaleddin Kummini'nin taatı arzetmesiyle de Arran'ı aldı. Salgurlulardan Sad bin Zengi'nin itaatiyle de Fas Bölgesini ele geçirdi. En son kardeşi Gıyaseddin Pirşah'ı Akuta da yenmesiyle de Harezmşah'ın yeni sultanı olarak tahta oturdu. Kuzey ve batıya yapacağı seferler için önemi büyük olan Azerbeycan'ı aldı.1225 yılında Tebriz'i alarak başşehir yaptı. Bütün bunlardan sonra yapacağı yeni fetihler sırasında arkasını güvence altına almak için Gürcistan seferine çıktı. Tiflis'i ve Ani'yi kuşattı. Gürcüleri Betak Gölü civarında yapılan mücadeleyle ağır bir yenilgiye uğrattı.
Abbasi Halifesi İle İlişkiler
Kendisini Selçuklular gibi İslâm âleminin lideri görmek için Abbasi halifesine baş kaldıran babası Alâeddin ve Irak'ı vermeyip¸ Abbasi halifeliğini Selçuklular gibi ruhani bir lider olarak gören dedesi Tekiş döneminde bozulan ilişki Celaleddin zamanında da pek farklı olmadı. Başta Celaleddin kötü giden ilişkiyi düzeltmek için Halife Zahir'in kendisine gönderdiği dostluk mesajına hediyelerle olumlu cevap verdi. Ancak daha elçiler gitmeden halifenin ölüm haberi geldi. Yeni halife Mustansır olmuştu. Celaleddin bu sırada Ahlat kuşatmasıyla meşgul idi. Halife gönderdiği elçiyle Celaleddin'den Musul hâkiminin¸ Erbil hâkiminin¸ İbuyeh Hâkiminin ve Cibal Hâkiminin Bağdat'a tâbi olmalarını¸ Azerbeycan ve Arran hariç diğer yerlerde hutbede adının okunmasını birde¸ İslâm âlemi için önemli olan Ahlat'ın muhasarasından vazgeçmesini istedi. Bu şartlarla aralarının düzeleceğini bildirdi. İlk ikisini kabul eden Celaleddin son isteği reddetti. Celaleddin halifelik tarafından kendisine "Sultan" unvanının verilmesini istiyordu. Ancak halife ona daha aşağıda olan "Hakan" unvanını daha sonrada "Şehinşah" unvanından başka bir unvan vermedi. Bunun üzerine de Celaleddin hayatının sonuna kadar Abbasi halifesini tanımadı. Aslında bu Ahlat muhasarası sadece halifeyle olan ilişkileri değil¸ Selçuklu Devleti'yle de ilişkilerin bozulmasına neden oldu.
Vasi Tanıdığı Selçukluyla Olan İlişkiler
Bilindiği gibi Ahlat Türklerin Doğu Anadolu'daki en önemli merkezlerindendir. Önemli bir ticaret yolunda yer almasından dolayı zengin ve aynı zamanda ilim ve kültür merkeziydi. İşte böyle önemli bir yerin Celaleddin tarafından yakılıp yıkılması¸ Ahlat'taki müslümanların öldürülmesi ve buradaki kültürün¸ tarihin yok edilmesine Alâeddin Keykubat karşı çıktı. Moğollara karşı birlikte hareket etmeyi düşünen bu iki Türk hükümdarın arası bu sebeple açılmış oldu. Alâeddin¸ Celaleddin'in Selçuklu Devleti'ni ortadan kaldırmayı ve maceraperest bir şekilde ileriyi düşünmeden hareket ettiğini fark etmişti. Bundan dolayı onu ikaz etmek için bir elçi gönderdi. Ancak Celaleddin sona giden yolda geri adım atmadı.
Eyyubilerle ittifak kuran Alâeddin Yassı Çemen mevkiinde (Ağustos 1231) Celaleddin'i hezimete uğrattı. Celaleddin kendisini takip eden Moğollardan kaçmak için önce Gence'ye sonra el-Cezireye daha sonra Meyyafarikin'e kaçtı. Ölümüne dair birçok görüş öne sürüldü. Ancak ölümü bir efsaneye dönen Celaleddin'in düşmanı olan Moğollar yıllarca bu korkuyla yaşadılar. Bu savaşın birde kültürel sonucu vardır. O da; Celaleddin'in hizmetinde bulunan Nesevi ve İbn Bibi'nin Eyyubiler'in¸ Mevlana ve Hacı Bektaşı Veli gibi zamanın en büyük fikir adamlarının ise Anadolu'nun ve bölgenin İslâmlaşmasını sağladıklarıdır.
1220 yılında Harezm Devleti'ni Moğollar'ın istilasından kurtararak¸ son nefesini vermek üzere olan bir ölüyü yeniden diriltmeyi başarmış teşkilatçı ve kahraman bir şahsiyettir¸ Celaleddin Harezmşah. Hayatı tahta çıkma çabalarıyla başlayıp¸ 1231 yenilgisine kadar hep mücadele içerisinde geçmiştir. Moğollar ve Gürcülere karşı kazandığı başarılar onun Türk-İslâm tarihi açısından unutulmayacak sultanlar arasına girmesine sebep olmuştur. O Türk devletlerinin bütünlük ve devamlılık arz ettiğine inanırdı. Kendisini Selçukluların mirasçısı olarak gören cesur ve bahadır bir komutandı. Ancak askeri alanda gösterdiği başarıyı siyasette ve devlet idaresinde gösteremedi. Buda onunla birlikte Harezmşah Devleti'nin de yok olmasına neden oldu. Ölümünün gerçek olup olmadığı şüphesi bile o zamanın en kuvvetli devleti Moğolları endişelendirmeye yetti. Buda onun Türk-İslâm tarihi açısından ne kadar önemli bir hükümdar olduğunu gösterir.
KAYNAKÇA:
Turan Osman¸ Selçuklular ve İslâmiyet¸ İstanbul 2005.
Taneri Aydın¸ Celaleddin Harezmşah ve Zamanı¸ Ankara 1977.
Prof. Dr. Özaydın Abdülkerim¸ Harezmşahlar Devleti¸ Türkler Ansiklopedisi¸ II. İmparatorluk Devri¸ Cilt. 5¸TTK Yay¸ Ankara 1991.
Prof. Dr. Kafesoğlu İbrahim¸ Harezmşahlar Devleti Tarihi¸ TTK. Yay. ¸Ankara 2000.
Önder Kaya¸ Yassı Çimen Savaşında Türkiye Selçuklu- Eyyubi İttifakı¸ II. Ulusal I.Alâeddin Keykubat ve Dönemi Sempozyumu 06-07 Kasım 2008.
Turan Osman¸ Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti¸ Ötüken Yay¸ Ankara 1965
Taneri Aydın¸ Celaledin Harezmşah¸ İslâm Ansiklopedisi¸ Cilt: 7¸ İstanbul 1993.
Osman Gazi Özgüdenli¸ Moğollar¸ İslâm Ansiklopedisi¸ Cilt: 30¸ İstanbul 2005.
Prof. Dr. Nesimi Yazıcı¸ İlk Türk-İslâm Devletleri Tarihi¸ TDV. Yay¸ Ankara 2009.
Dahiye AKGÜL
YazarDinî-tasavvufî eserlerde Hz. Peygamber (s.a.v.)’in beden özelliklerini ve manevî şahsiyetini ifade için çok sayıda eser kaleme alınmıştır. Bunlardan Nûr-ı Muhammedî veya Hakîkat-i Muhammediye konulu e...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Hayatın ayrılmaz bir parçası olan ölüm, tarih boyunca düşünürler, din önderleri ve âlimlerin varlığı anlama ve anlamlandırmalarını sağlayan temel kavramlardan biri olmuştur. Bu anlamda ölüm, şairleri ...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
“Sâde” yazmak, “basit” yazmak değildir. Çoğu kimse sâde kelimesini basit kelimesiyle aynı anlamda kullanır. Oysa sâde, içinde derinlik barındıran bir kavram… Fakat basit, sathîdir; yüzeysel, üstünkörü...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
1. DİLEDİĞİNE MADDÎ VE MÂNEVÎ NİMETLERİNİ BOL BOL VEREN, RUHLARI BEDENLERE YAYAN El-Bâsıt da bir şeyi yayan ve genişleten demektir. Yüce Allah'ın en güzel isimleri arasında yer alan ‘el-...
Yazar: somuncueditor