Bir Bilgi Nakli Olan Hads ve Telapati Üzerine
Arapça’da hads kelimesi, “öngörü, içsel sezgi, mânevî hissiyat veya ilham” anlamlarına gelir.[1] İslâm düşünce tarihinde tasavvufla bağlantılı olarak kullanılır. Aynı zamanda hads, bir kişinin kalbine doğan, akıl yoluyla açıklanamayan, ancak bir içsel bilgi veya sezgi olarak hissedilen bir durumu ifade eder.
Bu, genellikle bir kişi için içsel bir uyarı veya yönlendirme anlamındadır. Bazen de hads, doğrudan ilâhî bir bilgi akışına dayalı olarak gizli ya da gelecekle ilgili bir durumu sezme anlamında da kullanılır. Ancak bu sezgiler, kesin bilgi değil, sadece bir his veya öngörü şeklindedir. Bu, bir bakıma insanların kalp gözüyle doğruyu algılamasıyla bağlantılıdır.
İslâm tasavvufunda kendisinde “hads” hâlinin cereyan ettiği kimseye “muhaddes” denilir. Muhaddes olan kişide meydana gelen tahaddüs, bir kişinin içsel deneyimlerini veya mânevî hâllerini dışa vurması, hads ise daha çok içsel bir deneyimdir ve sezgisel ya da ilham yoluyla ortaya çıkar.
Hads, bir kişinin kalbinde oluşan mânevî bir bilgi veya sezgidir ve genellikle dışarıya aktarılmaz, yalnızca içsel bir his olarak kalır. Hads, insan zihninin bir fiili olup mebâdîden/başlangıçtan metâlib/hedeflenene sür’atle intikâl melekesidir. Parapsikolojide hadse, telepati de denmektedir.
Telepati, bir kişinin zihinsel ya da rûhsal hâllerinin yolu ile başka bir kişinin düşüncelerinin, duygularının ya da bilgilerinin doğrudan alınması veya iletmesi şeklinde cereyan eder.[2] Bir başka açıdan basîreti ve ferâseti açık olan kimselerde hiçbir fiziksel haberleşme aracılığı olmadan vâsıtasız bir şekilde yaşanan olayın bilgisinin muhâtabın kalbine doğmasıdır.
“Düşünce nakli” ya da “bir olayın insanın içine doğması” anlamındaki telepati, henüz modern bilim teorileri tarafından ilmin bir sebebi olarak kabul edilmemektedir. Her ne kadar bilimsel anlamda bir bilgi yöntemi olarak kabul edilmese de bittecrübe yaşanan ve hissedilen bir bilgi türü olarak varlığından söz ettirmeye devam etmektedir.
İslâm’ın temel kaynakları olan Kur’ân ve hadisler, insanların birbiriyle iletişim kurarken bazen Allah’ın yardımıyla rûhî veya mânevî bir bağ kurabileceklerini îmâ ve işâret etmektedir. Nitekim Muhammed Hamdi Yazır, Yûsuf Sûresi’nin 94. âyetinde geçen “rîh” kelimesinin anlamı ve âyetin umûmî muhtevâsı ile telepati arasında yakın bir ilişkinin varlığına dikkat çekmiştir.[3]
Bu âyetten Yüce Allah’ın peygamberler gibi bazı kullarının kalplerine doğrudan yönlendirmelerde bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu durum hads ve telepati kavramlarının mânâları ile bire bir örtüşmektedir. Hads ya da telepati ile alakalı âyetin meali şöyledir:
“Kâfile Mısır’dan ayrılınca babaları, ‘Eğer bana bunamış demezseniz, inanın ben Yûsuf’un kokusunu alıyorum!’ dedi.”[4] Arapçada güzel koku anlamında “reyhân” sözcüğü de “rîh” sözcüğünden türemiştir. Rüzgâr anlamına da gelen “rîh” sözcüğünde “sür’atli/hızlı olma mânâsı da vardır.[5]
Filistin’de yaşayan Yakup Peygamber yıllardır ayrı düştüğü Yûsuf’un varlığını mânevî bir bilgi nakli olan telepati sayesinde rîh kelimesiyle ifade etmiştir. Kervanın Mısır’dan ayrıldığı bir anda Yakup Peygamber’e Yûsuf’un kokusunun ulaşması rüzgâr hızından daha süratli olmuştur. Her ne kadar Hz. Yakup (a.s)’un duygusu fennî değil, mu’cizevî ise de telepati olayına gizli bir telmihte bulunulmuştur.[6]
Öte yandan İslâm’da, bazı sahâbeler arasında da derin bir rûhsal bağ olduğu anlatılır. Birçok İslâmî öğreti, insanın kalbinin Allah’a yakınlığına göre başkalarının kalplerini hissedebileceği ve doğru ilhamı alabileceği fikrini kabul eder. Yüce Allah’ın kendilerine hads gücü verdiği kulların bu mertebesi, özel vahyin ve sıddîkıyet makâmlarına ulaşan kimselerin fevkinde değil, dûnunda olsa da yine de mânevî derecesi yüksek bir makamdır.
İslâm tarihinde muhaddesûn makâmında olan kimselerden biri de Hz. Ömer (r.a) Efendimiz’dir. Nitekim Hz. Muhammed (s.a.v.)’den gelen bir rivâyette şöyle buyrulur:
“Sizden önceki ümmetlerden muhaddes olan kimseler vardı. Eğer bu ümmette de böylesi varsa o da Hz. Ömer’dir.”[7]
Görüldüğü gibi muhaddes olma hâli, nübüvvet mertebesinden aşağıdaki makâmlarda olan kimselere verilen bir makâmdır. Bu makâm, mü’min bir insanın mânevî kesbi sonucu Yüce Allah (c.c.) tarafından verilir. İnsanın mânevî çabası neticesinde ulaşılan bu makâm, sahibinin dışında başkaları için genel bir delil değildir.
Hads ya da telepatiye inanmak kişiye özel subjektif bir durumsa da başkaları için ne kabul ne de hüküm verme de bir delildir. Telepati gibi doğaüstü bir fenomen, İslâm hukukunda ve Kelâm ilminde doğrudan bir mesele olarak ele alınmamıştır. Çünkü İslâm’ın esasları doğrultusunda, kişinin rûhsal ve zihinsel durumlarıyla ilgili inançlarının, doğru, kesin ve sağlıklı bir temele dayanması gerektir.
Her ne kadar İslâm’da telepati doğrudan bir öğreti olarak yer almamakla birlikte Allah’ın bazı kullarına verdiği mânevî bilgiler, ilhâmlar ve kalp bağları, telepati ve bilginin içe doğması anlamına gelen hads benzeri bir tecrübe olarak algılanabilir.
Yüce Allah’ın kalbini imâna ve İslâm’a açtığı kimselerde yaşanacak olan bu hâl, Allah’ın engin ve sonsuz kudretine ve takdîrine dayanan bir lütuftur. Bu ilâhî öğretiden kopuk bir bilgi iddiasının bireysel bir güç veya doğaüstü bir yetenekle isimlendirilmesi kabul edilir bir durum olamaz.
Bazı sûfîler, Allah’a olan yakınlıklarını ve yaşadıkları mânevî hâlleri (misal olarak Allah’la olan derin bağlantıları, rûhsal hâlleri, ilhamları) başkalarına anlatmaya, yani “tahaddüs etmeye” izin verirler. Ancak burada önemli olan nokta, kişinin bu hâli yalnızca Allah’a şükretme ve başkalarına örnek olma amacıyla dile getirmesidir. Tasavvufî anlamda “tahaddüs”ün kibir, gösteriş, sum’a veya riyâ (gösteriş yapmak) amaçlı olmaması gerekir.
Sonuç olarak, ilâhî bilgi Yüce Allah’ın katındandır. Bu sebeple İslâm’da her şeyin bilgisinin Allah’a ait olduğu kabul edilir. İçe doğuş mânâsında bir bilgi nakli olan hads, Allah’ın bilgisiyle uyumlu bir içsel yönlendirme veya uyarı olarak kabul edilir.
Bu, Allah’ın kullarına vereceği bir ilham ya da mânevî bir keşif olsa da hads, kesin bir bilgi olarak algılanmaz; sahibi için daha çok bir işaret, içsel bir sezgi ve mânevî bir his olarak kalır. Bu sebeple, bir hads doğru olabilir, ancak yanılma ihtimali de vardır.
Sürekli Allah’a yakınlık ve ibâdet, kişinin daha doğru hadsler almasına vesile olabilir. Vahyin dışında peygamberlerde meydana gelen muhaddes olma hâli buna örnektir. Aynı durum, peygamberlerin dışındaki kimselerde meydana gelen hads, ilham ve sezgi türü bir bilgi biçimidir. Şüphesiz bu bilginin öğüt verme anlamında bir araç olarak tasavvufî ve mânevî öğretiler çerçevesinde önemli bir yeri vardır. Kur’ân ve hadislere ters düşmeyen hadsler nasîhat ve öğüt vermede kullanılabilir.
[1] İbn Manzûr, Ebû’l-Fazl Cemâleddîn Muhammed, Lisânu’l-Arab, Beyrut: Daru’l-Sadır, ts.,II, 131.
[2] Yazır, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul: Eser Neşriyat, 1979, IV, 2919.
[3] Yazır, Hak Dini, IV, 2921.
[4] 12/Yûsuf 94.
[5] İsfehânî, Râgıb, el-Müfredât, İstanbul, 1986, s. 300.
[6] Altıntaş, Ramazan, Kur’an’da Hidâyet ve Dalâlet, İstanbul: Pınar Yayınları, 1995, s. 137.
[7] Müslim “ Fedâilu’s-sahabe” 23.
Ramazan ALTINTAŞ
YazarYaşadığımız yüzyılda, bütün bir Batı dünyası “ümmetleşme” süreci yaşarken, İslâm dünyasında aynı emperyalist batı, etnik ve mezhep bağlamında yapay ayrılıkçı sorunlar üretmektedir. Bütün bunlara rağme...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Devletimiz ebed-müddet bir çınarMilletimiz her dem kaynayan pınarPolisimiz yurtta huzûru sağlarGençlerimiz için koca dünyâ darYer, gök götürmez ordularımız varİnsanımız dâimâ hakkı tutarŞeytan vesvese...
Şair: Bekir OĞUZBAŞARAN
İnsan Arapça bir kelime olup "üns” ve "nesy” terimlerinin müşterek bir terkibidir. Üns yabanîliğin aksine; yakınlık, sevecenlik, ülfet ve alâka anlamlarına gelir.[1] Bu duygu insanın hemcinsleriyle v...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Duamızı hemen duyar,Çok seviyor Rabbim bizi.Elbet cennetine koyar,Çok seviyor Rabbim bizi.Önümüze sofra serdi,Nice güzel nimet verdi;Bir de peygamber gönderdi,Çok seviyor Rabbim bizi.Haberimiz olsun d...
Şair: Bestami YAZGAN