BEYAZ DOLAK
Kayılıların Söğüt’e gelip yerleştiği yıllardı. İlk yaptıkları işlerden biri Kuyulu Mescid veya Ertuğrul Mescidi’ni yapmak oldu. Hemen faaliyete geçtiler. Hazırlıklar hemen tamamlandı. Kimisi para olarak, kimisi sığır veya koyunlar hibe ederek katkıda bulunmuştu mescidin inşaatına. Hemen herkes de bedenen çalışıyordu. Kimi çamur karıyor, kimi kerpiç yapıyordu. Kimileri de taş taşıyordu. Usta olanlar da duvar örüyordu. Mescidin inşaatı çok çabuk ilerliyordu. Kaba inşaatı neredeyse bitecekti. Mescidin taş ve mermer işlerine sıra geliyordu. Ertuğrul Bey’e Bilecik’te bir mermer ustasının adını verdiler. Kış başlangıcıydı. Ertuğrul Bey yanına Samsa Çavuş’u aldı. Atlarına binip Söğüt’ten Bilecik’e doğru yola düştüler. Biraz gitmişlerdi ki yavaş yavaş kar yağmaya başlamıştı. Fırtına çıkmış, çıkan fırtınayla kar tipiye dönüşmüştü. Karın birikmesiyle yol da zor görünür olmuştu. Daha fazla gidemeyeceklerini anladılar. Yakında bir ev görünüyordu. Oraya sığınmayı düşündüler. Destur isteyip evin avlusuna girdiler. Ev bir Rum’a aitti. Rum onları güler yüzle karşıladı. “Hoş geldiniz bre. Bu karda, tipide yola çıkılır mı be yahu.” dedi. “Yola çıktığımızda kar, tipi yoktu. Sonradan başladı.” “Her neyse. İçeri girin. Ocaktaki ateşi parlatmışımdır. Isının.” “Sağ olasın.” Jüstin onları içeri alıp minderlere oturttu. Ocakta yanan odunlar hem odayı ısıtıyor, hem de ortalığı aydınlatıyordu. Hava kapanmış, ortalık gece gibi kararmıştı. Ocaktaki odunların yanında bir bakır güğüm vardı. İçindeki suyun kaynadığı dışarı verdiği sesten anlaşılıyordu. Ağzından da buhar çıkıyordu güğümün. “Adım Jüstin…” dedi ev sahibi. “Yolculuk ne tarafa? Nereden gelir, nereye gidersiniz?” “Söğüt’ten Bilecik’e gideriz. Benim adım Ertuğrul. Bu da kardeşim Samsa.” “Yağış kesilince devam edersiniz.” “Öyle olacak mecbur.” “Benim burası öyle bir yer ki. Kış günleri sizin gibi yolda kalan çok olur burada. Ben de onları konaklatırım. Sıcak içecek veririm. Yiyecek veririm.” Raftan iki tas aldı Jüstin. Ocaktaki güğümden taslara su doldurdu. Bir kap içindeki kuru otlardan taslardaki suya koydu. “Buraya has bir çeşit ot var. Sıcak suya konulunca çok güzel bir koku ve tat veriyor. Soğuk algınlığına da iyi gelir.” Jüstin hazırladığı ot çayını Ertuğrul Bey ve Samsa Çavuş’a uzattı. Ertuğrul Bey ve Samsa Çavuş çaylarını alıp yudumlamaya başladılar. Jüstin konuşmayı seven biriydi. Yarenlik etmeye başladılar. Bir müddet sonra kar ve tipi kesildiği gibi güneş de açmıştı. Ortalık ışıl ışıl bembeyaz olmuştu. Etrafa göz alabildiğine uzanan bir beyaz halı serilmişti sanki. Ertuğrul Bey ve Samsa yola devam etmek için ayağa kalktılar. Samsa Çavuş attaki heybeden bir dolak çıkardı. Beyaz yünden örülmüş bir dolaktı bu. Jüstin’e uzattı: “Sana teşekkür ederiz Jüstin. Bize evini açtın. Bu dolak has koyun yünüdür. Kış günleri için çok iyidir. Sıcacık tutmaktadır. Size hediyemizdir.” Jüstin dolağı eline alıp şöyle bir baktı. Mutlu olmuştu. “Çok güzel örülmüş” dedi. Sonra dolağı boynuna doladı. Ertuğrul ve Samsa’ya bakarak, “Yakıştı mı bre?” dedi. Ötekiler gülerek, “Hem de nasıl!...” dediler. Jüstin’in çocukları da diğer evlerdeki bazı çocuklar da dışarı çıkmışlardı. Güneş açmış neşe içinde oynaşıyorlardı. Çocuklar kardan adam yapmaya çalışıyorlardı. Kardan adama kömürden kara kara gözler yapmışlardı. Havuçtan burun ne de güzel yakışmıştı kardan adama. Eline bir de değnek verilmişti kardan adamın. Başında da siyah örme vardı. Jüstin gülüyordu. Kendine hediye edilen dolağı boynundan çıkardı. Kardan adamın boynuna doladı. Çocuklar da o da çok sevinmişlerdi. Jüstin, “Yakıştı mı bre?” diye sordu. Herkes gülüyordu. Ertuğrul Bey de, Samsa Çavuş da çocukların sevincine katılmıştı. Samsa Çavuş da gülüyordu tabiî. Beyaz dolağı işaret etti: “Bu dolak da kime dolansa yakışıyor ha.” Ertuğrul Bey, “Haydi bakalım. Yolcu yolunda gerek.” dedi. Ertuğrul Bey ve Samsa Çavuş atlarını sürüp gittiler. Çocuklar da Jüstin de bir müddet onların arkalarından baktılar.
Mustafa AKGÜN
YazarTürk çocuk Yiğit’le, Bizanslı çocuk Dimitri aynı köyde yaşıyorlardı. Arkadaş olmuşlardı. Köyleri İstanbul’a o günkü adıyla Konstantinopolis’e çok yakındı. O sıralar Osmanlı Padişahı İkinci Sultan Mehm...
Yazar: Mustafa AKGÜN
Bahar geldi.Etraf yemyeşil oldu. Ağaçlar yemyeşil elbiseler gidi.Sanki çimenler yeşil halıdır. Bu yeşil halıyı çiçekler o kadar güzel nakışlıyor ki…Çocuklar çimenler üzerinde yuvarlanmaktan nasıl...
Yazar: Mustafa AKGÜN
500 kişi bir seminerdeydi. Konuşmacı birden durdu ve bir grup çalışması yapmaya karar verdi. İşe salonda bulunanlara birer balon vererek başladı ve herkesin balona kendi adını yazmalarını söyledi. Son...
Yazar: Editör
Taptuk Emre dergâhı Yunus Emre’nin yetiştiği dergâhtır. Dergâhın başında Taptuk Emre bulunmaktadır.Moğolların en azgın oldukları zamandır. Taptuk Emre Dergâhı’na bir gece baskın yaparlar.Ancak dergâht...
Yazar: Mustafa AKGÜN