Belirse Vech-i Cânân
Divan şiirinde, özellikle de tekke ya da tasavvuf şiiri olarak adlandırılan şiirimizde sıkça bahsi geçen konulardan biri “vahdet-i vücud”dur. Vahdet-i vücud, “varlığın birliği” ya da “varlıkta birlik” şeklinde tercüme edilebilir. Vahdet-i vücud, doğrudan tasavvuf ilminin konusudur. Bu konu, geçmişte ve günümüzdeki araştırmalarda tasavvufun en dikkat çeken konularından biri olmuştur. İbnü’l-Arabî’ye göre “Varlık birdir, o da Hakk’ın varlığıdır.” Bu ifade, vahdet-i vücud düşüncesinin en önemli dayanağını teşkil eder. Ayrıca Abdülganî en-Nablusî’nin “Sâlikin en önemli görevi vücûdun anlamını tam olarak idrak etmektir.” sözü de vahdet-i vücud görüşünün anlaşılması ve anlamlandırılması konusunda güzel örneklerdendir. Vahdet-i vücud görüşünün şiirimizde geçmesinin sebebi, çoğu şairimizin mutasavvıf olmasındandır. Bu görüşün aynı zamanda sembollerle ifade edilebilmesi, beşerî aşkı anlatmada da kullanılabilmesi gibi etkenler, çoğu şairin de bu görüşün destekleyicisi olmamasına rağmen bu konuya ilgi duymasını sağlamıştır. 17. yüzyıl şairlerimizden, aynı zamanda Halvetiyye Tarikatı’nın Mısriyye kolunun kurucusu olan Niyâzî-i Mısrî de aşağıda iki beytinin şerhini yapmaya çalıştığımız “n’eylerler” redifli şiirinde vahdet-i vücud görüşünden faydalanmıştır. Belürse vech-i cânânı bu cism ü cânı n’eylerler Görinse şemsün envârı meh-i tâbânı n’eylerler (Sevgilinin cemali belirince beden ve ruhu ne yapsınlar? Güneşin ışıkları görününce parıldayan ayı ne yapsınlar?) Divan şiirinde, sevgilinin güzellik unsurlarının içinde en dikkat çekeni sevgilinin yüzüdür, cemalidir. Sevgilinin boyu posu, saçı, kaşları, kirpikleri, dudakları, dişleri gibi âşığı mecnuna çeviren birçok unsur olsa da sevgilinin yüzünün âşığın gönlündeki yeri ayrıdır. Birinci mısrada, sevgilinin yüzü için “belirmek” fiili kullanılmıştır. Bu mısra için belki de en dikkat edilmesi gereken nokta burasıdır. Çünkü belirmek ifadesi, TDK’nin güncel Türkçe sözlüğünde geçtiği gibi “önce belli veya görünür olmayan bir şeyin ortaya çıkması, tezahür ve tebellür etmesi” anlamlarına gelmektedir. “Belürse” ifadesiyle asıl söylenmek istenen, belirmenin belirme işini yapacak olanın keyfiyetinde olduğudur. Yani belirme fiili, ancak failinin istemesiyle gerçekleşebilecek bir olaydır. Bir diğer ifadeyle, sevgili isterse yüzünü gösterir, istemezse âşığın yapacak bir şeyi yoktur. Sevgilinin yüzünün belirmesi, aslında mümkün olmayan bir durumdur. Âşık, daima bunun hayaliyle yaşadığı için bir anlığına sadece içinden geçirmiştir. Ama âşık, sevgilinin yüzünü görmenin ne demek olduğunun da farkındadır. Sevgilinin cemalini gören âşık, o vakitten sonra ten ve ruha “hiç” gözüyle bakmaktadır. Çünkü akıl, vücudu terk eylemiştir. Aşkta farklı bir mertebeye ulaşılmıştır ve dünyevî şeylerin yahut masivanın bir önemi kalmamıştır. İkinci mısrada, ilk mısrada geçen ifadeler, farklı sembollerle yinelenmiş ve verilmek istenen düşünce farklı şekilde ifade edilmiştir. Güneş, sevgiliyi temsil etmiştir. Ay ise sevgiliden gayrı olan her şeye benzetilebilir. Mısrada, ay yerine güneşin tercih edilmesi yani ayın güneş karşısında değersiz olmasının sebebi; asıl ışık kaynağının güneş olması ve ayın ışığını da güneşten alıyor olmasıdır. Güneş ortaya çıktığında, kâinatı aydınlattığında başka hiçbir aydınlatıcıya gerek yoktur. Beytin tasavvufî açıdan şerhi de mümkündür. İki mısrada da “vahdet-i vücud” anlayışı hâkimdir. Hâlık-ı mutlak olan Allah, kâinatta yaratılmış her şeyin yegâne yaratıcısı ve sahibidir. Her bir mahlûkât, Yaratıcı’sından izler taşımaktadır. Bu izler, elbette insanın sadece gözüyle görebileceği izler değildir. Yaratılan her şeyde, onu temaşa edip Yaratıcı’sını düşünebilmek için can gözünden ziyade ruh gözüne ihtiyaç vardır. Yaratılanın güzelliğine bakıp Yaratıcı’nın güzelliğini tahayyül etmek, deyim yerindeyse bir “farkına varma sanatı”dır. Beyitte vahdet-i vücud görüşüyle, kesrette vahdeti arama düşüncesi verilmiş ve tecellinin farkına varıldığı zaman yaratılmışın, eşyanın, nesnenin değersiz olup asıl değerli olanın Allah olduğu bilinci aşılanmaya çalışılmıştır. Niyâzî küntü kenzen sırrını kendünde buldınsa Süleymân tahtını yâ hikmet-i Lokmân’ı n’eylerler (Ey Niyazî! “Küntü kenzen” sırrını kendinde bulduysan Hz. Süleyman’ın tahtını ya da Lokman (a.s.)’ın hikmetini ne yapacaksın?) Divan şiirinde en çok kullanılan hadislerden biri, bu beyitte de geçen “küntü kenzen” şeklinde kısaltılan hadistir. Kutsî bir hadis olarak rivayet edilen bu sözün tam metninde Allah, “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek, tanınmak istedim ve insanı yarattım.” demiştir. Birinci mısrada şair, kendisine seslenerek başlamıştır. Bu mısrada geçen en önemli ibare “küntü kenzen sırrı” ifadesidir. Ayrıca dikkat edilmesi gereken diğer bir husus da “küntü kenzen”in bir sır olarak adlandırılmasıdır. Küntü kenzen, lafzî bir iktibastır (alıntıdır) ancak tam metin değildir. Burada geçen kısmı “hazine idim” şeklinde tercüme edilebilir. Şiirin ilk mısraının şerhinde bahsedildiği gibi, burada da açık bir şekilde “vahdet-i vücud” anlayışından bahsedilmektedir. Sâni-i mutlak olan Allah, yarattığı insanoğluna kendi ruhundan bir ruh üflemiştir. Bu şekilde insan, hem bir şeklî güzellik hem de ruhî bir güzellik kazanmıştır. İnsanın güzel yaratılma sebebi ya da hikmeti, Allah öyle dilediği içindir. Bu güzellik de nakşın değil, nakkaşın güzel olması vesilesiyledir. Varlığının Allah’ın dilemesiyle var olduğunu bilen sâlik, bu hâli tüm benliğiyle idrak etmiştir. Sırrı keşfetmiştir. Allah’tan gelip yine O’na gideceğini öğrenmiştir. Bedeninin, teninin, aklının, mantığının ne olduğunu yahut ne olmadığını hissetmiştir, öğrenmiştir. Bu hâle ulaştığı için kendisini değerli olarak görmüş ve dünyalıklara sırt çevirmiştir. Hatta hüküm sahibi Süleyman (a.s.)’a ve hikmet sahibi Lokman (a.s.)’a verilen nimetleri, elinin tersiyle itmiştir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, Hz. Süleyman ve Lokman’ın şahıslarının ya da onlara verilen nimetlerin tezyifi ve tahkir edilmesi değildir. Asıl söylenmek istenen, dünyalık şeylerin bir hiç olduğunun farkına varılması, asıl istenilmesi gerekenin ahiret yurdunda “Bir takım yüzler, o gün Rabb’ine bakıp parıldayacak.” (75/Kıyame, 22) ayetine muhatap olunması gerektiğidir.
Ömer Faruk YİĞİTEROL
YazarAşk imiş her ne var âlemde İlm bir kıyl ü kâl imiş ancak Bir milletin dili ve kültürü, edebî eserleri, o milletin kimliğini, zihniyetini, hayat felsefesini, inancını olduğu gibi yansıtan kıstasl...
Yazar: Vedat Ali TOK
“Büyük o kimsedir ki, değil bir insanın, bir kuşcağızın zararına bile sebebiyet vermez. Öyle bir bulut gölgesi gibi yürür ki, bir karıncanın bile gönlünü incitmez.” Es-Seyyid Osman ...
Yazar: Vedat Ali TOK
Dinimizde olduğu gibi divan şiirinde de Hz. Muhammed (s.a.v.)’in yeri ayrıdır. Doğumu, güzel ahlakı, hilyesi, mucizeleri, savaşları nice şairlere, şiirlere konu olmuştur. Şairler, “En güzel sözlerin b...
Yazar: Ömer Faruk YİĞİTEROL
Sabâ, Divan şiirinde sıklıkla kullanılan tabiat unsurlarından biridir. Hafif ve latif esmesiyle meşhurdur. Divan şiirinde yer edinmesini sağlayan sebep ise bir postacı gibi sevgiliden koku ve haber ge...
Yazar: Ömer Faruk YİĞİTEROL