AZİZ MAHMUD HÜDÂYÎ HAZRETLERİ
İnsanlar vardır, zifirî karanlıklarda insanlığa ışık olmuşlardır. İnsanlar vardır, uçurumun eşiğindeki çaresizlere el uzatıp onları sahil-i selâmete taşımışlardır. İnsanlar vardır, cehen- nemin dikenli yollarında ayakları kanayarak yürüyenleri, taşları yakuttan olan gül kokulu cennet yoluna sevk etmişlerdir. İnsanlar var- dır, hayatın dik yokuşlarında soluksuz kalanlara soluk olmuşlardır. İnsanlar vardır, isarın zirve- sine erişerek kendi nefislerini başkalarına ter- cih etmişlerdir. İnsanlar vardır, manevî erzakını bitirenlere umut olmuşlardır. İnsanlar vardır, dünyevîleşmenin batağına saplanıp kalanlar için kurtuluş olmuşlardır. İnsanlar vardır, yü- rekleri buz tutanlara güneş olmuşlardır. İşte bu insanlardan biri de Hakk ve hakikat dostu Aziz Mahmud Hüdâyî’dir. Bu yazımızda bu büyük insanı anlatmaya çalışacağız.
Asıl adı “Mahmud” olan Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri 1541 yılında Şereflikoçhisar’da doğmuştur. Fazlullah bin Mahmud’un oğlu- dur. İlk eğitimini babasından almıştır. Çocuk- luğu Sivrihisar’da geçmiştir. İlk tahsilini de burada yapmıştır. Daha sonra ilmini ilerlet- mek için İstanbul’a gelerek Küçük Ayasofya Medresesi’ne girmiştir.
“Hüdâyî” ismi ve “Aziz” sıfatı kendisine son- radan verilmiştir. “Hüdâyî” ismini ona Şeyhi Üftâde Hazretleri vermiştir. 87 yıl ömür süren bu gönül sultanı sekiz Osmanlı padişahı(Kanûnî Sultan Süleyman, II. Selim, III. Murad, III. Meh- med, I. Ahmed, I. Mustafa. II. Osman-Genç Os- man, IV. Murad) gören ender şahsiyetlerden biridir. Eminönü ve Üsküdar’da olmak üzere hayatının üçte ikisini İstanbul’da geçirmiştir. Kadılık ve müderrislik yapmıştır. Vazifesi gere- ği Bursa’da, Edirne’de, Mısır’da ve Balkanlar’da bulunmuştur.
Nefis terbiyesinde zirve şahsiyet olan Aziz Mahmud Hüdâyî’nin Cüneyd-i Bağdadî’nin mübarek soyundan geldiği ve “Seyyid” olduğu ri- vayet edilir. O; mutasavvıf, âlim ve şairdir. Cel- vetiye Tarikatı’nın kurucusudur. Vicdanını bir yalınkılıç gibi kuşanan bu büyük Allah dostu; eserleri, sohbetleri, irşat, vaaz ve nasihatleriyle haklı bir şöhrete kavuşmuştur.
Hüdâyî’nin çok zekî bir insan olduğunu fark eden Nâzırzade onunla özel olarak ilgilenmiş- tir. Tefsir, hadis, fıkıh ve zamanın fen ilimlerinde büyük yol almıştır. Kâmil bir mürşid olan Aziz Mahmud Hüdâyî, Nâzırzade Ramazan Efendi’nin muîdi(asistanı) olmuştur. Hüdâyî, hocası Ra- mazan Efendi’ye yardım ederken, bir yandan da Küçük Ayasofya Camii Şeyhi Muslihuddin Efendi’nin sohbetlerine devam etmiş; tasavvuf yolunda ilerlemiştir. Hocası Nâzırzade’nin Edir- ne’deki Sultan Selim Medresesi’ne tayini üzeri- ne onunla Edirne’ye gitmiş ve onun yardımcısı olmuştur. Nâzırzade Ramazan Efendi, Edirne’de müderrislik yaptıktan sonra Şam ve Mısır’a kadı tayin edilince talebesi Aziz Mahmud’u da oraya götürmüştür.
Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri’nin İstanbul’a geldiği yıllarda Osmanlı tahtında III. Murad Han bulunmaktaydı. Şeyhülislâm Hoca Sâdeddin Efendi’nin emriyle tayin edildiği Kü- çük Ayasofya Camii Tekkesi’nde sekiz yıl şeyh- lik yaptı. Bir yandan da Fatih Camii’nde vaizlik yaptı, tefsir ve hadis okuttu. Kanûnî’nin kızı Mihrimah Sultan’dan torunu Ayşe Sultan’la da evlendiği rivayet edilen Hüdâyî burada kaldığı müddet içinde, ilim ve devlet adamlarına ka- dar uzanan geniş bir muhit edindi. Daha son- ra Üsküdar’da Hüdâyî Dergâhı’nın bulunduğu yeri 1589’da satın aldı. Bu araziye bir dergâh inşa eyledi. Burada binlerce talebe yetiştirerek İslâm’ın hizmetine sundu. 1599 yılında Fâtih Camii vaizliğini bırakarak Üsküdar Mihrimah Sultan Camii’nde perşembe günleri vaaz ver- meye başladı. Sultan Ahmed Camii’nin açılışında (1616) ilk hutbeyi okudu ve her ayın ilk pazartesi burada vaaz verdi.
Üftâde’nin Yolunda Bir Gönül Sultanı
Hüdâyî otuz üç yaşında iken, hocası Nâzırzâde ile Bursa’ya gelmiştir. 1573’te Bursa Ferhâniye Medresesi’ne müderris, Câm-i Âtik Mahkemesi’ne nâib olarak atanmıştır. Bursa’da- ki görevi esnasında gördüğü bir rüya üzerine müderrisliği ve kadılığı bırakarak Şeyh Muham- med Üftade’ye intisap etmiştir. Bunun ibretli bir hikâyesi vardır. Şöyle ki: “Hüdâyî, Üftâde’ye talebe olmak arzusuyla yanına gidince şu ceva- bı alır: “Yazıklar olsun ey Kadı Efendi! Herhâlde yanlış yere geldiniz. Burası yokluk kapısıdır ve biz bu kapının kuluyuz. Hâlbuki sen varlık sa- hibisin. Bu hâlde ikimizin bir araya gelmesi mümkün mü? Senin ilmin, malın, mülkün, şanın ve mamur bir dünyan var. Bizim gibi kulların Al- lahu Teâlâ’dan başka kimsesi yoktur. Atın bile gelmek istemeyip ayakları kayalara saplanma- dı mı?” buyurdu. Bu sözler ve yaptığı hata Aziz Mahmud Hüdâyî’ye çok tesir etti. Gözlerinden iki sıra yaş döküldüğü hâlde; ‘Efendim! Her şe-
yimi mübarek kapınızın eşiğinde terk eyledim. Dileğim talebeniz olabilmek ve hizmetinizi görmekle şereflenmektir. Her ne emrederse- niz yapmaya hazırım.’ dedi. Bu samimi ifade üzerine Üftâde tane tane buyurdu ki: ‘Ey Bursa kadısı! Kadılığı bırakacak, bu sırmalı kaftanınla Bursa sokaklarında ciğer satacaksın. Her gün de dergâha üç ciğer getireceksin!’ Her şeyi bıraka- cağına, her emri yerine getireceğine söz veren Mahmud Hüdâyî derhal kadılığı bırakıp ciğer satmaya başladı. Sırtında sırmalı kaftanı oldu- ğu halde, ciğerleri, Bursa sokaklarında, ‘Ciğerci! Ciğerci!’ diye diye bağırarak satıyordu.”Hüdâyî, Üftâde’nin rahle-i tedrisinden ve çilelerden ge- çerek manevî kemalâta ermiştir.
Bereketli Bir Ömrün Meyveleri
Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri’nin 19’u Arapça, 7’si Türkçe olmak üzere tasavvuf, tefsir, fıkıh, siyer alanlarında, nasihat ve vaaz türlerin- de eserleri bulunmaktadır.
Aziz Mahmud Hüdâyî’nin Duası
Hüdâyî “ene/ben” değil, “ente/sen” diyen bir hakikat ışığıdır. Ziyasını rahmanî bir güneş- ten alan bu ışık, nice kör karanlıkları aydınlat- mıştır. Anadolu toprağında yetişen bir gönül insanı olan Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri’nin sevenlerine duâsı ne kadar da güzeldir: “Yâ Rabbî! Kıyamete kadar bizim yolumuzda bulu- nanlar, bizi sevenler ve ömründe bir kere türbe- mize gelip ruhumuza Fatiha okuyanlar bizimdir. Bize mensup olanlar, denizde boğulmasınlar; ahir ömürlerinde fakirlik görmesinler; imanla- rını kurtarmadıkça ölmesinler; öleceklerini bil- sinler ve haber versinler ve de ölümleri deniz- de boğularak olmasın!..”
Aziz Mahmud Hüdâyî Camii
Osmanlı Döneminden kalma bir mabet olan Aziz Mahmud Hüdâyî Camii, İstanbul’un Üskü- dar ilçesinde yer almaktadır. Caminin olduğu yere “Aziz Mahmud Hüdâyî Mahallesi” adı ve- rilmiştir. 1589 yılında yapımına başlanan cami, 1595 senesinde ibadete açılmıştır. Kanûnî Sul- tan Süleyman’ın torunu olan Ayşe Hümaşah Sultan tarafından, üçüncü eşi Aziz Mahmud Hüdâyî adına yaptırılmıştır. Cami zaman içeri- sinde eskimiş, 1855 senesinde Sultan Abdül- mecid tarafından tamir ettirilmiştir. Son olarak Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restoras- yon çalışmaları yapılmış ve 23 Mayıs 2014’te yeniden ibadete açılmıştır.
Aziz Mahmud Hüdâyî Camii önceleri bir tek- ke olarak inşa edilmiş olsa da daha sonra cami- si, imareti, türbesi, kütüphanesi, hünkâr mahfe- li, çeşmesi, derviş hücreleri, şeyh evi, fırını ve hamamı yapılmıştır.Aziz Mahmud Hüdâyî ‘nin kabri külliyenin bahçesindeki türbededir. Aynı türbede Aziz Mahmud Hüdâyî’nin oğullarından Evliya Mehmet Muhtar Efendi, Mustafa Ebrar Efendi, Ali Murtaza Efendi, Abdülvahit Efendi, Ahmet Sıddık Efendi ile kızları Ayşe Hanım, Fat- ma Zehra Hanım, Zeynep Hanım ve torunu Fat- ma Zehra Hanım medfundur.
İstanbul’un en çok ziyaret edilen camile- rinden olan Aziz Mahmud Hüdâyî Camii’nin giriş kitabesinde 1855’te Sultan Abdülmecid tarafından tamir edildiğine dair şu beyitler
bulunmaktadır:
“Hazret-i Abdülmecid han-ı ila yevmi’l-hisab/Ömr-ü şevketle Hüda tahtında kılsun kâmyab//Pir Mahmud Hüdaî’nin uluvv-i himmeti/Asitanı niyledi ma’mure ve zerrin kubab (Hazreti Abdülmecid Han tarihi hesaplattı/Allah onu yüce ömrüyle tahtta muradına erdirsin//Pir Mahmud Hüdâyî’nin yüksek yardımı/İstanbul’u bayındır ve altın bir halk eyledi.”
Aziz Mahmud Hüdâyî’nin Şairliği
Hak ve hakikat dostu Aziz Mahmud Hüdâyî hem bir âlim hem de iyi bir şairdir. O, ilmî ve tasavvufî eserlerinin yanında şiir ve ilâhîler de yazmıştır. O, divan edebiyatına vakıf olmasına rağmen şiir alanında Hoca Ahmet Yesevî ve Yunus Emre gibi mutasavvıf şairlerin yolundan
yürümeyi tercih etmiştir. Tasavvufî halk ede- biyatı alanında hikemî, tasavvufî ve ahlâkî ko- nuları içeren pek çok şiir yazmıştır. Duygu ve düşüncelerini şiir diliyle ifade etmiştir. Aslında o, bu tarz şiirler yazarak dinî, tasavvufî ve ahlâkî malumatları geniş kitlelere aktarmaya çalışmış- tır. Bu şiirlerin büyük çoğunluğu Divân’nda bu lunmaktadır.
Vahdet-i Vücûd anlayışını benimseyen Hüdâyî, kaleme aldığı eserlerde ve şiirlerde bunu başarıyla yansıtmıştır. Bu şiirlerdeki de- rinlik ve içerik zenginliği kendisini belli eder.
Aziz Mahmud Hüdâyî ömrünü Rabb’ine iyi kul olma gayreti içerisinde geçirmiştir. Bu- nunla kalmamış, bu yolda birbirinden kıymetli talebeler de yetiştirmiştir. O, Allah’ı dünyanın içindekilerden daima üstün tutmuş, onunla hemhâl olmuş, dünya malına, dünyevî makam ve mevkilere hiçbir zaman değer vermemiş- tir. Bu görüşünü şiirlerine şöyle yansıtmıştır:
“Neyleyeyim dünyayı/Bana Allah’ım gerek./ Gerekmez mâsivâyı/Bana Allah’ım gerek//Ehl-i dünya dünyada/Ehl-i ukbâ ukbâda/Her biri bir sevdada/Bana Allah’ım gerek//Dertli der- manın ister/Kullar sultanın ister/Âşık cânânın ister/Bana Allah’ım gerek/Bülbül güle karşı zâr/Pervâneyi yakmış nâr/Her kulun bir derdi var/Bana Allah’ım gerek//Beyhûde hevâyı ko/ Hakk’ı bulagör yâ hû/Hüdâyî’nin sözü bu/Bana Allah’ım gerek”
Dünya kurulalı beri nice kere dolup bo- şalmıştır. Kimler gelmiş, kimler geçmiş bu fani dünyadan. Her gelen burada bir gurbet hayatı yaşayıp ömrün ahirinde asıl yurduna göçmüştür. Bazıları bu yalan dünyada hoş bir seda bırakırken, bazıları da zulmüyle anılmış- tır. Onlardan geriye sadece mezar taşları kal- mıştır. Onun içindir ki dünyadan vefa ummak kuru bir hayaldir. Bunu Hüdâyî Hazretleri bir şiirinde “Yalan dünya değil misin?” nakaratıyla bakın ne veciz bir şekilde ifade ediyor:
“Kim umar senden vefâyı/Yalan dünya değil misin?/ Muhammedü’l-Mustafâ’yı/Alan dünya değil misin?//Yürü hey bî-vefâ yürü,/Sensin hod bir köhne karı/Nice yüz bin erden geri/Kalan dün- ya değil misin?//Kastedip halkın özüne,/Toprak doldurup gözüne,/Ehl-i gafletin yüzüne/Gülen dünya değil misin?/Eğer, şâh u eğer bende/Her kişiyi salan bende/Kimse mekân tutmaz sende/ Vîrân dünya değil misin?//Kimisini nâlân edip/ Kimisini giryân edip/Âhir-i kâr uryân edip/Soyan dünya değil misin?//İşin gücün dâim yalan/Çok kişiden arta kalan/Nice kerre boşaluben/Dolan dünya değil misin?”
Hüdâyî’nin Peygamber sevgisi tarif edile- meyecek kadar büyüktür. O, ömrü boyunca Peygamber-i Zîşan’ı kendisine rehber edinmiş, onun mübarek izinden aşkla yürümüştür. Hâl ve hareketlerini nebevî süzgeçten geçirmiştir. Peygamberimiz’e şöyle seslenmiştir:
“Kudûmun rahmet ü zevk u safâdır yâ Rasûlallah/Zuhûrun derd-i uşşâka devâdır yâ Rasûlallah/Nebî idin dahî Âdem dururken mâ u tıyn içre/İmâmü’l- enbiyâ olsan revâdır yâ Rasûlallah/Hüdâyî’ye şefâat kıl eğer zâhir eğer bâtın/Kapına intisâb etmiş gedâdır yâ Rasûlallah”
Dostun Dost’a Hicreti Yahut Bereketli Bir Ömrün Hitamı
Hayat, doğumla ölüm arasında rüzgâr gibi geçen sert bir (a)kıştır. Her şey bir paranteze sığacak kadar kısadır. Doğumla ölümü ayıran o kısa çizgiye çok şey sığdırmıştır Hüdâyî.
“Buy ruğun tut Rahman’ın, tevhide gel tevhide/Taze- lensin imanın, tevhide gel tevhide” diyen Hüdâyî son nefesine kadar ilmi, irfanı, tasavvufu ve irşat vazifesini aksatmadan yürütmüştür. Ömrünü Allah yolunda geçiren Aziz Mahmud Hüdâyî 1628 yılında Üsküdar’da vefat ederek çok sevdiği Rabb’ine kavuşmuştur. Allah rahmet eylesin.