Ayasofya’nın Sırları ve Gizemleri
Evliya Çelebi XVII. yüzyılda İstanbul’u Seyahatname isimli eserinde anlatırken Ayasofya’nın Sırları ve gizemlerini yazmıştır. Biz de bu eserde anlatılanları bu yazımızda ifade etmeye çalışacağız.
Seyahatname ’de, İstanbul'u Hazreti Süleyman'ın kurduğunu anlatan Evliya Çelebi, dünyanın dört bir köşesini gezerken Süleyman (a.s.) tahtını Sarayburnu'nda durdurduğunu ve orada bir ibadethane yaptırdığını, "Dünya durdukça mamur ve şenlik ola." diye dua ettiğini ifade etmektedir.
Ayasofya
Evliya Çelebi, Ayasofya'nın nasıl inşa edildiğini rivayet ve efsanelerden yola çıkarak eserinde şu şekilde anlatmaktadır.
“Hazreti Âdem’in gökten yere inişinden Beş bin elli iki sene sonra kenti yönetmeye başlayan Madyan oğlu Yanko'nun torunlarından Kral Vizendon, İstanbul'u yedinci defa onardı, dünyayı kıymetlendiren hükümdar oldu. Bu hükümdarın Sofya'da doğan kızına, Aya-Sofya adı verildi.”
Evliya Çelebi, Hazreti Süleyman'ın yaptığı ibadethane genişletilirken beyaz kıyafetli bir kimsenin gelip “Bu eserin bütün lüzumlu şeylerini ve malzemesini benden alın ve şu biçimde bir mabet yapın.” diyerek Ayasofya'nın yapılması için gerekli temel bilgileri öğrettiğini ifade etmektedir.
"Ayasofya'nın inşası için yer, Ahırkapı seviyesine kadar kazılınca yer altından sular fışkırdı. Tam bir ay bu temel içinde ateşler yakıp kurşun akıttılar. Sanki mavi-lacivert bir kurşun denizi oldu. Bu kurşun denizi temelde senelerce durduktan sonra İğnados isimli mimarın (Ayasofya’nın baş mimarı) nezaretinde 30 bin işçi, 7 bin amele ve 3 bin usta toplanarak gerekli görüşmelerden sonra kurşun temel üzerine direkler, kemerler ve kubbeler yaptı.
Zelzeleden korunmak ve güvenli bir eser yapmak düşüncesiyle temelini sağlam bir şekilde attılar, alttaki sarnıcı su ile doldurdular. Daha sonra Ayasofya'nın dört duvarının yapılmasına başladılar ki, bunun kuruluş ölçülerini seyreden hayran olur, yapı şeklini ve yüksek binasını görenlerin başları döner ve sersemleşir." demek suretiyle eserin çok hassas bir şekilde mühendislik dehasıyla yapıldığını belirtmektedir.
Ayasofya'nın inşasında dünyanın yedi ikliminde bulunan çok kıymetli taşların kullanıldığına vurgu yapan Evliya Çelebi şu bilgileri aktarır; "Yedi iklimden türlü türlü, renk renk iri mermerler, gemilerle taşındı ve Ferhat ayarında sanatkârlar, üstatlar taşları yontup tıraşlayıp düzeltildi.
O kadar büyük gayret gösterdiler ki, caminin yarısını yedi senede tamamladılar." Taşların çoğu Ayaslog ve Aydıncık, renkli mermerlerin Karaman, Şam ve Kıbrıs Adası'ndan, binlerce parlak sütunun Atina yakınlarından ve ham mermerlerin ise Marmara Adası'ndan taşındığı bilinmektedir.
Mimarbaşının Kaybolması
Evliya Çelebi, seyahatnamesinde, Mimarbaşı İğnados'un, bu muazzam yapının 4 ana kemer ayakları tamamlanınca kaybolduğunu anlatmaktadır. "Bir gece Mimarbaşı İğnados kayboldu. Meğer kılık değiştirerek Roma diyarına gitmiş ve orada da Papa'nın izniyle bir kiliseye başlayıp onu da yarısına kadar yedi senede tamamlamış, bir gece oradan da çıkıp İstanbul'a gelince mabedi yaptıran hükümdar tarafından azarlanmış ve eleştirilmiştir.
İğnados “Böyle muazzam bir binanın temeli çok sağlam olması lazımdır. Gitmesem binayı bitirmek üzere zorlanacağım şüphesizdi. O hâlde bina da sağlam olmazdı.” diyerek tekrar kubbenin inşasına başladı. Yüz kadar somaki direkler üzerine kubbeler ile iki kat da son direkler üzerine gök kubbe gibi, tersine dönmüş kâseye benzer ve mavi-lacivert renkli hâlis kurşunla örtülü muazzam bir kubbe yaptılar ki, çeşitli renklerde olan gökyüzü altında böyle şaşılacak durumda bir kubbe yapılmamıştı.
Bu çok yüksek kubbenin en sivri üst kısmına yüz İskender kantarı ağırlığında altından bir haç alem konulmuş olup, güneşin parlatmasıyla Alemdağı, Keşiş Dağı (Uludağ) ve Istranca Dağları'ndan fark edilirdi. Seyahatnameye göre, Ayasofya, 40 sene içinde tamamlanınca iç ve dış hizmetleri için 12 bin hizmetçi tayin edildi, masraflarının karşılanması için Büyük İskender zamanında Mısır alınıp Ayasofya'ya vakfedildi.
Yıkılan Kubbenin Tamiri
Hazreti Muhammed'in kutlu doğumunu müjdeleyen gece büyük bir deprem meydana geldiğini, Ayasofya'nın kubbelerinin yıkıldığını dile getiren Evliya Çelebi, bir kısım papazların Mekke'ye giderek Hazreti Muhammed'in tükürüğünü, ceylan derisi üzerine çizilen elinin örneğini, bu kutsal beldeden toprak ile zemzem suyu getirdiklerini ve bu şekilde Ayasofya’nın kubbesinin tamir edildiğini latif ifadeler ile dile getirmektedir.
Evliya Çelebi eserinde "Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in tükürüğüyle kubbenin kıble tarafında 32 nakışlı kısım böylece zahmetsizce yeniden yapılmıştır. Kubbenin diğer taraflarından burası daha belli ve aydınlıktır. İstanbul'un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet Han, “Bu kubbe Hazreti Muhammed (s.a.v.)'in ağız suyu ( tükürüğü ) ile durdu.” diye büyük kubbenin ortasına bir zincir ile bir altıntop asmak suretiyle konunun önemini vurgulamaktadır.
Ayasofya'nın Cami Olması
Sultan II. Mehmet'in 1453'te İstanbul'u fethinden sonra Ayasofya'da ilk cuma namazını eda etmiştir.
Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde “Gazi Mehmet Han/Fatih Sultan Mehmet, bu eski mabedi pisliklerden, putlardan temizletip öd ve amberler yakıp, cami içinde mihrap, minber, mahfil ve minare ile o cennet görünüşlü makamı ibretle temaşa ederek cennetü’l-firdevs gibi cami hâline getirdi.
Evvela cuma gününde bütün gaziler hazır olup salalar okunup, müezzinler “innallahe ve melaiketehu” ayetini hazin bir sesle okumaya başlayınca Akşemseddin Hazretleri, Sultan Mehmet'in koluna girip büyük bir saygı ile minbere çıkarıp yüksek sesle “Âlemlerin Rabb'ine hamdolsun.” deyince büyük gazilere bir hâl olup bir sevinç feryadı tüm mabedi kapladı.
O cuma Ayasofya'nın yer altında saklı olan ruhbanlar (Hristiyan ruhaniler Müslüman oldu İslâm ile şereflendiler.) İslâm şerefiyle şereflenen çok yaşlı olan birinin adını da Baba Mehmet koydular. Baba Mehmet, “Mihrabın sağındaki karanlık yer, Hazreti Süleyman'a mensup olan eski mabettir.” diye söyleyince Fatih Sultan Mehmet Han, orayı kutsal sayarak iki rekât hacet namazı kıldı.
Evliya Çelebi, Ayasofya'nın yerini, İstanbul şehrinin doğu kısımları sonunda, Ahırkapı denizine bin adım ve Sarayburnu'na bin adım uzaklıkta bir yüksek tepe üzerinde gökyüzüne baş uzatmış kâgir muazzam şekilde yapılmış bir bina olarak tarif etmektedir.
Ayasofya, Seyahatname'de şu şekilde tasvir edilmektedir: Ortada kubbenin dört bir tarafı çepeçevre billur, Necef taşları ve pencerelerle süslenmiştir. Bu kubbe camlarından başka dış ve içlerinde olan pencerelerin tamamı 1070'tir. Bu kubbelerin hepsinin içinde süsleme ve nakış ile kaplama yapılmıştır.
Çok güzel bir şekilde resimler tasvir edilmiştir ki büyüleyici bir özellik içerisindedirler. Dikkat gözüyle seyredenlerin hayretlerinden parmakları ağızlarında kalır. Bu şekillerden başka büyük kubbenin dört büyük ayağının üst kısımlarında dört köşede birer melaike resmi bulunmaktadır.
Melek Tasvirleri
Evliya Çelebi, Ayasofya'daki melaike tasvirlerini eserinde şu şekilde anlatıyor. Ayasofya’nın güneyinde dört beyaz mermer üzerine Azrail, İsrafil, Mikail ve Cebrail tasvirleri bulunmaktadır. Bunlar dört tarafa dönük olarak konulmuşlardır.
Yılda bir kere Cebrail suretindeki kanat çırpıp bağırırsa doğu tarafında bolluk olur derlerdi. İsrafil suretindeki bağırırsa batı tarafta kıtlığa ve pahalılığa delalet ederdi. Mikail suretindeki bağırırsa kuzey taraftan bir büyük kahraman çıkar, Azrail suretindeki bağırırsa bütün âlemde veba çıkar diye itikat ederlerdi. Peygamberimiz (s.a.v.) zamanında olan büyük zelzele bunları baş aşağı etmiştir.
Ayasofya'nın Sırlı Tılsımları
Eserde Ayasofya’nın tılsımlarından da bahsedilmektedir. Bu kısmı bölümler hâlinde ifade edelim.
İlk Olarak: Camide 361 kapı vardır. Fakat 100'ü çok büyük kapılardır. Hepsi de tılsımlıdır. Kaç kere daha saysak bir kapı daha meydana çıkar. Ona da işaret koyup tekrar saysanız işaretsiz bir kapı daha bulursunuz. Kıble tarafın orta kapısı hepsinden daha büyüktür. Bunun tahtalarının Hazreti Nuh'un Cudi Dağı’ndaki gemisinin enkazından olduğu söylenmektedir.
İkinci Olarak: Bu orta kıble kapısı üzerinde sarı pirinç madeninden tabuta benzer uzun bir sandık içinde Kraliçe Sofya'nın cesedinin mumya olarak durduğu söylenir. Birçok şahısların bu sandığa el uzatmaya cesaret ettikleri zaman cami içinde büyük bir gürültü ve titreşme olmuş ki, teşebbüslerinden vazgeçmeye mecbur olmuşlardır.
Üçüncü Olarak: Kraliçe Sofya’nın tabutunun yukarısında küçük direklerin kemeri üzerinde mermer bir kitabe üzerinde Kudüs'ü Şerif'in kıble olduğu zamanki eski resmi konulmuştur. Bu da tılsımlı olup el sürmeye cesaret olunamaz.
Dördüncü Olarak: Kıble kapılarının batı tarafının sonundaki kapının iç yüzündeki bucakta dört köşeli bir beyaz mermer direk konulmuştur. Alt kısmı bir insan boyu kadar bakır kaplıdır. Yine böyle daima terler durur. Bir rivayete göre, onun temelinde tılsımlı define vardır.
Başka bir söylenti de kalede kapatılmış kalan Ya Vedud Sultan'ın (Asıl adı, Abdülvedûd'dur. Buharalı'dır. İstanbul'un fethinde bulunmak üzere, Buhara velileri ile birlikte gelmiş ve Fatih'in ordusunda hizmet ederek, orduyla birlikte şehre girmiştir. "Yâ Vedûd" diyerek zikrettiğinden, bu mübarek kelime kendisine lakap olmuştur. Fetihten sonra bir müddet Ayasofya semtinde kaldığı, sonradan adına yaptırılan Ayvansaray 'daki mescit ve tekkeye yerleşerek orada vefat ettiği sanılıyor.
Türbesi ve camisi, IV. Mehmed'in kızı Hatice Sultan tarafından yeniden inşa ettirilmiştir. Hakkındaki rivayetlerden biri de İstanbul'un fethi sırasında şehit olduğu ve naşının nakledilerek Ayvansaray 'daki bugünkü yerine defnedildiği şeklindedir. Bu durum da şöyle anlatılmaktadır:
İstanbul’a girdikten sonra Fatih, Ayasofya çevresinde, yanında maiyyeti ve devrin âlim ve velileri ile dolaşırlarken, "Terler Direk" adlı yere gelince, üzerinde nurlar parıldayan beyaz bir vücudun kıbleye karşı yatmakta ve göğsünde sanki kırmızı mürekkeple yazılmış gibi, "Yâ Vedûd" ismi, ilk bakışta göze çarpmakta olduğunu görürler.
Akşemseddin ve Şemseddin Sivasî (Kara Şemseddin) Hazretleri ve diğer yetmiş kadar veli şöyle derler: "Padişahımız! Allah'ın hikmetiyle İstanbul'un elli günde fethini yine Allah'tan dileyen ve bugün burada ruhunu teslim eden meczup zat işte budur."
Gasledilmiş olarak bulunan naaş, veliler ve âlimler alayı ile bugünkü türbesinin bulunduğu yere getirilip defnedilmiştir.) yürekler yakıcı ahının sıcaklığından bu zamana kadar terler durur. Bir rivayette de Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ağız suyunun (tükürüğü) konulduğu harç bu direğin altında yapıldığı için onun nemli tesiri dolayısıyla terler durur.
Ayasofya hakikaten görülmeye değer bir yer olup dikkatli gözlerle gezilmesi gerekir, tekrar İslâm mabedi olarak günümüzde hayatiyet kazanması ise çok çok önemli bir durum olup tarihe altın harflerle geçecektir. Bu durumun hakiki anlamda farkında olup bu durumun ne kadar önemli olduğunu anlamak ve idrak etmek gerekir…
Resul KESENCELİ
YazarFetih, “açma, başlama, başlatma” anlamlarına gelir. Bizim Hayat Kitabımızın bir bütün olarak ilk inen ve Mushaf’ın en başında olan sûresi Fâtiha Sûresi’dir. “Açan” anlamına gelir ve Kitabımız o kutlu ...
Yazar: Ali AKPINAR
İstanbul’da bir sohbette Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri askerlik hatıralarını anlatırken şöyle buyurur: “Diyarbakır’da askerdik. Bir pazar günü arkadaşlarla beraber Dicle Nehrinin kenarınd...
Yazar: Resul KESENCELİ
Ahlak kavramı; “seciye, tabiat, huy” gibi anlamlara gelir. Ahlakın konusu, iyi ve kötü insan davranışlarıdır. Allah her insanı iyi ve kötüyü algılayacak bir kâbiliyette yaratmıştır. Dinî b...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Ahlat, Doğu Anadolu Bölgesinin, Yukarı Murat -Van Bölümü’nde, Süphan ve Nemrut Dağları arasında bulunan plato üzerinde kurulmuş, Bitlis iline bağlı, 34.000 nüfuslu bir ilçe merkezidir. Doğa ve tarihî ...
Yazar: Resul KESENCELİ