Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’nin Açılışının İslâm Dünyasındaki Olumlu Yansımaları
Takvimler 24 Temmuz'u gösterdiğinde Haçlı Seferleri'ni ve ağır hezimetleri anımsayan âlem-i İslâm'ın zihin dünyası, artık kutlu bir fethi de anacak ve yönünü yeni fetihlere dönecekti. Zira yıllardır öz yurdunda garip bırakılan Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’nin bugün açılmasına karar verilmiş, salâsı okunan bir millet kabre konmadan dirilmişti. Bu kararla Fatih Sultan Muhammed Han gibi Hz. Peygamber (s.a.v.)'in müjdesine ve övgüsüne mazhar olmuş bir zat-ı muhteremin bedduasından kurtulan Müslümanlar, İstanbul’u yeniden âlem-i İslâm'ın başkenti ve payitahtı olmaya hazırlıyorlardı. Adalet geç de olsa tecelli etmiş, vakıf şartları yerine getirilmişti. Esaretin bedeli cesaretle ödenmiş, ruhlar özgürlüğe ve i’lây-ı kelimetullah davasına adanmıştı. Tarihten alınan ilhamla yeni bir tarih yazılmış, Müslümanlar aleyhine kurulan türlü hile ve düzenler bozulmuştu. Ulusal egemenliğimiz bir kez daha Ayasofya minarelerinden ilan edilmiş, her türlü bedel göze alınarak ecdadın izinden gidilmişti. Kutlu gün gelip çatmış, İslâm ve Türkiye karşıtları hüzne batmıştı. Yeşil sancak düştüğü yerden kalkmış, minberdeki yerini almış, Müslümanlara toplanma yerini göstermekte, tekbir sesleri ve tevhit nefesleri ile dalgalanmaktaydı. Öyle ki yalnızca Anadolu'dan değil Mısır'dan Endonezya'dan Malezya'dan Pakistan'dan Suud’dan Suriye’den Afrika’dan ve sair ülkelerden sökün eden Müslümanlar Ayasofya'ya akın etmekteydi. Meydanlar dolup taşarken bu kutlu mabeddeki ilk Cuma’ya bedenen iştirak edemeyenler akıllarında Ayasofya fikri, kalplerinde Ayasofya sevgisi, gönüllerinde Ayasofya hasreti ile yaşıyorlardı. Hatibin elindeki kılıç kınına sığmaz olmuş, zalimlerin ensesine uzanmakta ve mazlumların göz bebeklerinde umut ışığı olarak parıldamaktaydı. Ve bir ses hem Ayasofya’nın taş duvarlarında hem mü’minlerin kalplerinde yankılanmaktaydı: “Hamd âlemlerin Rabb’i olan Allah’a mahsustur. Allah’ın mescidlerini ancak Allah’a ve âhiret gününe inanan, namazını kılan, zekâtını veren ve yalnız Allah’tan korkup çekinen kimseler imar edebilirler. İşte bunların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur.” Aynı zamanda bu fetih "Türkiye, Türkiye'den büyüktür." sözünün müstesna bir tezahürü ve mü’min yüreklerde yanan bir mücahede meşalesi olmuştu. İslâm coğrafyasının muhtelif beldelerinde eller semaya açılırken gözyaşları şükür kurbanlarına damlamıştı. Hatipler minberlerden Türkiye’yi anlatmış, Ayasofya’dan dem vurmuştu. Artık İslâm’ın ilkbaharı yaza evirilmekte, fecr-i kâzib fecr-i sâdıktan ayrılmaktaydı. Gün doğmuş, gözler bu sefer zulümle değil adaletle, hüzünle değil sürurla nemlenmişti. Üsküplüler Ayasofya’yı Rumeli ve Balkan camilerinin tacı olarak tavsif etmiş, Karaçi’de yollar Türk bayrakları ile süslenmişti. Afganistan’da Cuma namazı sonrası şükür namazı kılınmıştı. Müslüman ülkelerde birçok medya kuruluşu ve televizyon kanalları bu tarihî ana şahitlik etmişler, Ayasofya’daki atmosferi ekranlarına taşımışlardı. Bununla birlikte Belçika, Avusturya, Litvanya gibi ülkelerdeki Müslüman teşkilatlar ve önderler de bu kutlu mabedin kapılarına vurulan kilitle Müslümanların göğsünde açılan yaranın artık iyileştiğini ilan ediyorlar, Türkiye’ye şükranlarını sunuyorlardı. Arap akademisyenler ve gazeteciler karardan memnuniyetlerini dile getirirlerken bu kararla kapılarına kilit vurulup katedrale dönüştürülen Kurtuba Camii ve Siyonistlerin gasp ettikleri Mescid-i Aksa’ya dair umutların yeşerdiğini belirtmişlerdi. Ayrıca kültür mirası bahanesi ile Türkiye’yi tenkit eden Unesco ve İslâm dünyasında emperyal güçlerin zihinlerini iğdiş ettiği için karardan rahatsız olan bazı ülkeler de eleştirilerin odağı olmuş ve Yemen’li gazetecinin şu sorusuna muhatap kalmışlardı: "Dünya Miras Listesi'ne alınan Sokotra Adası askeri kışlaya dönüştürülürken ve Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri koalisyonu yüzlerce zırhlı aracı oraya yığarken dilsiz olan Unesco, Ayasofya Camii'nin namaz kılanlara açılmaması için sesini yükselterek uyarılarda bulunuyor." Tarih boyunca itikadî ayrışmalar ve siyasî çatışmalar yaşadığımız İran bile İslâmî Uyanış Kurultayı vesilesiyle bir açıklama yapmış, bu hadisenin İslâmî kimliğin yeniden canlandırılması ve İslâm mirasını geri kazandırmak yolunda cesur ve takdir edilecek bir adım olduğunu itiraf etmişti. Ayasofya’nın aslî hüviyetine dönmesi ile Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in müjdesi yeniden anlamını bulmuş, 90 yaşında Konstantiniyye yoluna düşen Ebu Eyyub el-Ensarî’nin ruhu şad olmuş, genç komutan Fatih Sultan Muhammed Han’ın arzusu yerine gelmiştir. Din, vatan, bayrak ve mukaddesat uğruna canlarını feda eden Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye ruhu canlanmış, mabed üzerindeki tasallut büyük bir kıyamla sonlanmıştır. Görüldüğü gibi bu karar, İslâm âleminde hem devletler hem de halklar tarafından sevinç ve takdirle karşılanmış, Haçlılara karşı yürütülen mücadeleye yeni bir veçhe kazandırmıştır. Ayrıca özelde Türkiye’ye ve genelde bütün İslâm âlemine yeni bir ödev yüklemiştir. O da Ayasofya’nın bundan böyle cami olarak kalmasını sağlamak, üzerimizdeki ölü toprağını silkelemek, zihinlerimizi işgalden arındırmak ve terk ettiğimiz bütün kutlu manaları uyandırmaktır.
Hamit DEMİR
YazarAsıl adı Mehmed olan Fuzûlî, hayatı hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuz şairlerdendir. 1400’lü yılların sonunda Kerbelâ’da doğduğu ve Türk asıllı olduğu bilinmektedir. Fuzûlî mahlasını kelimenin b...
Yazar: Hamit DEMİR
Asıl adı Mustafa olan ve doğum tarihi net olarak bilinmeyen Ruhsâtî, hayatını âşık edebiyatının yaygın olarak yaşatıldığı ve âşıklar yatağı olarak nitelenen Sivas’ta[1] sürdüren XIX. yüzyıl âşıklarınd...
Yazar: Hamit DEMİR
Sanatla Siyaset Arasında Geçen Bir Ömrün Serencamı Osmanlı padişahlarının 32. si, İslâm halifelerinin ise 111. si olan Sultan Abdülaziz, 7-8 Şubat 1830 gecesi payitaht merkezi İstanbul'da ...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Taşkent, Semerkant arası 305 km ve yollar gayet bakımlı. Fakat azamî hız sınırının 60 km olması ve birkaç kilometrede bir koyulan radar kameraları yol süresini biraz uzattı. Semerkant’a vardığımızda t...
Yazar: Hamit DEMİR