ÂTEŞ-İ SÛZÂN
KURBÜ'S-SULTAN ÂTEŞ-İ SÛZÂN
Aşk yolunda dervişin gâyesi Hakk'a ulaşmak ve aradaki ikiliği kaldırmaktır. Aşk bir kurbiyyettir¸ ancak bedeli pek ağır
Varlıktan geçmek ve bir olan Zât'ın kurbiyyetine ermek
Böylece fenâfillah mertebesinine erişmek
Zîrâ aşka varmak¸ pervâne misâli yanmayı gerektirir. Çünkü bu yolun sahipleri Kurbü's-sultan âteş-i sûzan' demişler ve aşk ateşini baştan kabul etmişlerdir. İşte bunun adı aşktır. Aşk yolu¸ Mansur'un¸ Edhem'in¸ Mevlâna'nın¸ Yunus'un yoludur. Aşk yolu¸ eşiğe baş koymanın&ce
Aşk yolunda dervişin gâyesi Hakk'a ulaşmak ve aradaki ikiliği kaldırmaktır. Aşk bir kurbiyyettir¸ ancak bedeli pek ağır
Varlıktan geçmek ve bir olan Zât'ın kurbiyyetine ermek
Böylece fenâfillah mertebesinine erişmek
Zîrâ aşka varmak¸ pervâne misâli yanmayı gerektirir. Çünkü bu yolun sahipleri Kurbü's-sultan âteş-i sûzan' demişler ve aşk ateşini baştan kabul etmişlerdir. İşte bunun adı aşktır. Aşk yolu¸ Mansur'un¸ Edhem'in¸ Mevlâna'nın¸ Yunus'un yoludur. Aşk yolu¸ eşiğe baş koymanın¸ diyar diyar dolaşmanın¸ sultanlıktan ve gerektiğinde canından vazgeçmenin yoludur.
Bu yolda talep önemli bir meseldir. Önce tâlip olmalı âşık¸ sonra gerisini Allah'ın lutfuna bağlamalı. Eğer Allah aşk yolunu lutf ederse¸ zâten dert ve ızdırabı nasib edip; ardından kerem ve inayetini gönderecektir. Hulûsi Efendi de aşk yoluna tâlib olmuş ve talebinin karşılığını Allah'ın izniyle bulmuş bir ehl-i aşktır. Bu ay yazımıza konu edeceğimiz gazelde¸ Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.) genel olarak tâlib ve sevgili arasında ki aşk ve lütf ilişkisini konu edinmiştir.
Sînemi gamzen ile çâk çâk edip kan etmesen
Kim kılardı böyle bir lutfu sen ihsân etmesen
(Ey sevgili sinemi yan bakışının oklarıyla parça parça edip kanatmasan¸ bunu bana kim yapardı sen bana böyle bir lütfu ihsan etmesen.)
Âşığın sinesi sevgilinin yan bakışının okuyla parça parça edilmiştir. Âşığın sinesi sevgili için âdeta bir tâlim yeridir. Ayrıca eski zamanlarda âşıklar aşklarının simgesi olarak göğüslerine elif çeker ve bunu aşklarının bir göstergesi sayarlardı. İşte sevgilinin yan bakışı âşığı böyle bir duruma sokmuştur. Ancak âşık ızdıraba tâlip olduğu için bu durumdan memnun gözükmektedir. Çünkü ikinci mısrada bunun bir lutf olduğunu ifade etmektedir. Gamze her ne kadar¸ göz ucuyla yan bakışı¸ süzgün bakışı ifade etse de¸ tasavvufta mecazen Hakk'ın tesiri; idrak edilen işaretler; iç âlemdeki feyiz ve cezbe anlamlarında kullanılır. Bu nedenle âşık bu gamze parıltılarını Hakk'ın tecellisi olarak görür ve bu lütuf karşısında şükrünü ifade eder.
Îd-i vaslından ümîdim kat' olurdu sevdiğim
Târ-ı zülfün tek bu ahvâlim perîşân etmesen
(Sevgilim saçının teli bu hâlimi perişan etmese kavuşma bayramından ümidim kesilirdi.)
Divan şiirinin karakteristik özelliklerinden biri haline gelen¸ gönlün zülfün her bir teline bağlanması¸ tasavvufta âşığın¸ hakiki sevgilinin kesret âlemindeki görünüşü olan zülfe bağlanması anlamına gelmektedir. Sevgili saçlarını savurduğunda âşığın gönlünü perişan etmektedir. Ancak bu hal sevgilinin âşıkla ilgilendiğini göstermektedir. Bu ilgi ise âşıkta sevgiliye kavuşma ümidinin canlı kalmasını sağlar.
Yüz açıp aklın alan sensin yine uşşâkının
Kim sana hayrân olur sen sana hayrân etmesen
(Yüzünü açarak yine âşıkların aklını başından alan sensin¸ sen sana hayran etmesen kim sana hayran olabilir.)
Sevgilinin yüzünü görmek âşıklar için ulaşılamayacak bir mertebedir. Sevgili âşıklara yüzünü çok fazla göstermez. Bu hayâli tasavvufî açıdan ele alacak olursak; Allah'ın yarattıklarına kendini tanıttırması ve sevdirmesi olarak düşünebiliriz. Çünkü Allah eğer kendini bildirmese âciz insan aklı onu anlamaktan ve bilmekten çok uzaktır. Bu nedenle yüzünü açıp kendini tanıtması¸ Allah'ın isim ve sıfatlarıyla kendini bildirmesi olarak anlaşılmalıdır.
Kelime manası olarak hayret; şaşma¸ şaşırma¸ şaşakalma¸ ne yapacağını bilmeme anlamlarında kullanılır. Tasavvufta Allahın kâinatta yaratmış olduğu varlıkların düzen ve intizamı karşısında duyulan şaşkınlık yahut onun kudretine¸ sanatına¸ yaratıcılığına ve hikmetine karşı duyulan duygunun son derecesi anlamlarında kullanılır. Tasavvufta geçilmesi zor olan yüksek bir makam veya Hakk'ı tanıyan fakat bunu dile getiremeyen ârifin yaşadığı haldir. Marifet ve yakîn kavramlarıyla birlikte kullanılan hayretin¸ vuslat ile de arasında ilgi vardır. İşte âşıklar sevgiliyi¸ yani Allah'ı¸ gerçek manada bilince hayret makamına erişirler ve bu makama erişmeyi de yine Allah'ın bir lütfu olarak görürler.
Şâhid olmazdı şehâ bağrım leb-i ruhsâr ile
Katre katre hûn ilen rengin gülistân etmesen
(Ey Padişahım! Dudağından damla damla kan akıtarak bağrımı gül bahçesi gibi kırmızıya boyamasaydın (mahşerde aleyhime) şahitlik etmezdi.)
Sevgilinin dudağı kırmızıdır. Ancak¸ bu kırmızılık çoğu zaman la'l gibi kıymetli bir taşa benzetilse de; bu beyitde olduğu gibi kan kırmızısı olması dolayısıyla da ele alınabilir. Önceleri âşıklar bağırlarını dağlarlar ve bunları aşklarına bir simge olarak kabul ederlerdi. Bu dağlanmış yaralar şekil itibariyle güle benzemektedir. Ancak beytide ki ifadesiyle bu işi sevgili dudaklarıyla yapmakta ve âşığın bağrını dudaklardan damla damla dökülen kanlar kırmızı bir gül bahçesine çevirmektedir. Ancak bu kan kırmızı sine aşığa gül bahçesi gibi görünür. Çünkü sevgilinin dudaklarıyla yaralaması aynı zamanda âşıkla olan ilgisi dolayısıyladır.
Tasavvufî sembolizmde gülistanın¸ gönül açıklığını yahut kirinden¸ pasından temizlenerek İlâhî güzelliğin yansımasına hazır hale gelmiş kalbi ifade ettiği düşünüldüğünde¸ sâlikin bu durumdan memnun olması gerekmektedir. Âşığın gül bahçesine dönmüş bağrı kirden pastan arınmış olduğunun şâhididir. Şâhitlik ifadesi bize mahşerde uzuvların insan hakkında yapacağı şahitliği hatırlatmaktadır. Ve gözümüzde mahşerde bağrı kanlar içinde kalmış âşığın hâlini Allah'a arzı canlanmaktadır.
Gönlümün hâlin görüp hayrân olurdu andelîb
Şem'i bezm-i vaslına pervâne sûzân etmesen
(Kavuşma meclisinin mumunda pervaneyi yakmasan¸ bülbül gönlümün halini görüp hayran olurdu.)
Bir önceki beyitle ilişkili bir beyitdir. Âşığın gönlü gül bahçesi gibi olmuştur. Bülbül ise gül bahçesinin hayranıdır. Ve görünce âşığın gönlünün hayranı olacaktır. Ancak Kurbü's-sultan ateş-i sûzan' fehvâsınca sultana yakınlığın sonunun ızdırap içinde yanmak olduğunu görmesi buna engel oluyor. Hulûsi Efendi ifâde ettiği bu duruma örnek olarak da pervâneyi göstermektedir. Nitekim pervâne kavuşma meclisinin mumunda yakılıp yok olmaktadır. Bu durum beyitde her ne kadar olumsuz bir durum gibi algılansa da; aslında aşk yolunun yolcusu tam olarak bunu istemektedir. Âşığın tek isteği¸ aşk ateşinde yanmak ve yok olmaktır.
Kim bulurdu vahdet-i zâtına kurba vasla yol
Kahr u lutf u hicr ü vaslı cümle yeksân etmesen
(Kim zatının birliğine kavuşmak için yakınlık bulabilirdi¸ kahrı¸ lütfu¸ ayrılık ve kavuşmayı hepsini bir etmesen.)
Sözlük anlamı kavuşma¸ ulaşma¸ erişme demek olan vuslat/visâl/vasl; tasavvufta gâib olan Hakk'a kavuşma ve sıkıntıda¸ rahatta¸ gizli ve açık birlikte olunan vahdet makâmı mânâlarında kullanılır. Manevî bir hal olan vuslat¸ rûhen Hakla ittisal halinde olup¸ kendinden geçmeyi de ifade eder. Dervişlerin¸ dünyada olduğu gibi ahirette de arzu ettikleri; hatta bütün insanların istedikleri ve bu dünyanın yaratılmasındaki maksat olan vuslat¸ hakiki sevgiliye kavuşma anlamındadır. Allah lütfuyla bu kavuşmayı kolaylaştırmış ve tüm yolları bir yapmıştır. Kahırda¸ lütufda¸ ayrılık ve kavuşmada Hakk'a giden yolda bir yoldur. Bu nedenle âşık için kahırda hoş lütufda hoştur.
Bu Hulûsî'nin şehâ rûhu kan ağlar haşre dek
Îd-i vaslında anı leb-teşne kurbân etmesen
(Ey padişahım! Kavuşma bayramında Hulûsi'nin susuz dudağını kurban etmesen ruhu haşre dek kan ağlar.)
Âşık sevgiliye kavuşacağı günü Kurban Bayramı gibi hissetmektedir. İnsanlar Kurban Bayramı'nda Allah'a olan kurbiyyetin bir ifadesi olarak kurban kesmektedirler. Ancak âşığın sevgiliye sunacağı¸ aşkın ızdarıbından bîtap düşmüş¸ kurumuş; dudaklarından başka bir sermayeside yoktur. Zaten bu sevgiliye sunulacak en kıymetli hediyedir. Bu nedenle padişahım olarak seslendiği sevgiliden bu hediyeyi kabul etmesini istemektedir. Yoksa hesap gününe dek ruhunun kan ağlayacağını ifade etmektedir.
Hüseyin ALPSOY
YazarHayatın ayrılmaz bir parçası olan ölüm, tarih boyunca düşünürler, din önderleri ve âlimlerin varlığı anlama ve anlamlandırmalarını sağlayan temel kavramlardan biri olmuştur. Bu anlamda ölüm, şairleri ...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
Yavuz Sultan Selim’in kısa süren saltanatından sonra Osmanlı Devleti’nin başına geçen oğlu Kanûnî Sultan Süleyman da babası ve dedeleri gibi tasavvufa meyilli bir padişahtı. Hatta o tasavvufa meyli ba...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Daha çok küçükken rahmetli dedem beni sık sık sevindirirdi. Yattığım odadan salona kadar geçeceğim yola aralıklarla bir bir bozuk ve kâğıt para koyardı. Sonra da seslenerek beni çağırırdı. "Tarık, ge...
Yazar: Erdal KARASU
Sevgili çocuklar; “Bizim en vefalı dostlarımız kitaplardır.” desem abartmış olur muyum acaba? Beni bu yargıya götüren etkenlere bir göz atalım isterseniz. Hiç unutmam; orta ikinci sınıfa gidiyordum....
Yazar: Sırrı ER