AŞK SÂKÎSİ
Klâsik Türk edebiyatında şairler bir anlatım geleneği olarak “sâkînâme”ler yazmışlardır. Sâkî, Arapçada “su veren su dağıtan” demektir. Edebî terim olarak sâkînâme sâkîyi, şarabı, şarabın içildiği meclisi, bu meclisin adabını, eğlencesini ve eğlencenin türlü yönlerini anlatan şiir demektir. “Sahbânâme” ve “işretnâme” isimleriyle de anılırlar. Gariptir ki, Türk edebiyatında içkiyle arası iyi olan da olmayan da sâkînâme yazmıştır. Nice şeyhülislamlar, kadılar, müftüler, imamlar hatta şeyhler bile bu tarz şiir yazmaktan geri durmamışlardır. Oysa Hakk’ın rızâ göstermemesi bir tarafa, halkın da rızâ göstermeyeceği, idârî yapının tamamen dinî temele dayalı olduğu bir dönemde bu şiirler yazılmıştır. Daha açık ifadeyle içkinin devlet eliyle de haram sayıldığı bir dönemde bu konuda en çok hassas olması gerekenlerin bile içkiyi, içki meclisini, meyhâneciyi öven sâkînâmeler yazdıkları görülmüştür. Halk da bu şiirlere tepki göstermemiştir. Elbette şairlerin sâkînâme yazmasının, halkın da buna tepki göstermemesinin bir sebebi vardır. Herkes bilir ki, bu dünya geçicidir. Asıl değil sûrettir. Gerçek hayat kıyâmetten sonra başlayacaktır. Bu dünyada gördüklerimiz aynadaki sûret gibi görüntüden ibarettir. Bununla beraber biz gerçek âlemin dilini bilmediğimiz gibi geldiğimiz “elest bezmi”nin dilini de bilmeyiz. Her ne kadar gideceğimiz yer orası ise de biz oranın dilini değil dünya dilini biliriz. Bu sebeple âhirete dair konuları ve bizi oraya götürecek olan Allah aşkını işlerken şairler remizlerle sembolik bir ifade tarzını kullanma mecbûriyeti hissetmişlerdir. Bu sembolik dil yıllarca kullanılarak şairler arasında ortak bir dil oluşmuştur. Halkın da bildiği bu dili Hulûsi Efendi de yoğun biçimde kullanmıştır. O şiirlerinde “Bir gönülde iki sevdâ olmaz.” anlayışından hareketle mecaz diliyle hakîkî sevgiliyi anlatmaya çalışmıştır. Ona göre dünya âhiretin köprüsü olduğu gibi, mecaz dili de hakîkati anlatan dildir. Hulûsi Efendi (k.s.)’nin mecaz dilini yoğun bir şekilde kullandığı şiirlerinin başında sâkînâmeleri gelir. Onun dîvânında çok sayıda sâkînâme türünde yazılmış şiirler vardır. Onun şiirlerinde sâkî ile kastedilen şeyhtir, mey (şarap) ile kastedilen ilâhî aşktır, meclis ile kastedilen tekkedir, meyhâne yolcusu ve müşterisi ile kastedilen sâliktir, derviştir. Hulûsi Efendi(k.s.)’nin sâkînâme üslubunu anlamak için 242. gazeline göz atmak yeterlidir. Gazelin ilk beytinde der ki “Ey tâlip! Maksadın sevgilinin cemâlini görmekse, meyhâneyi mesken tut; olgunluk istersen şaraptan neşe al, bu sana yeter.” Sâkin ol meyhânede görmekse maksûd(un) cemâl Neş’e al meyden yeter ey tâlib istersen kemâl İkinci beytinde “Meyhâne sâkîsine varıp şerefini ve namusunu ver, canını ve sahip olduğun her şeyi ver; bunlara karşılık tek bir bâde al yeter.” diyerek sâkîden şarap (aşk şarabı) alıp içmek ve varlığı terk etmek gerektiğine vurgu yapar: Irz u ârın cân u varın ver (de) verirlerse varıp Sâki-i meyhâneden hepsine tek bir bâde al Üçüncü beytinde ise sâlike, şarap (aşk) şeyhine, yani sâkîye dost olup imanını bir kadehe satmasını tavsiye eder: Dost olup pîr-i meye îmânını bir câma sat Dînini ikrârını îmânının ardınca sal Ona göre hiçbir hayat meyhânedeki bir kadehin karşılığı olamaz. Ta ki, Çin hükümdarı veya İskender olsa bile: Bir kadem yer değmez her nakd-i hayat meyhâneden Olsa kadriyle dahi fağfûr u İskender-misâl Beşinci beytinde Hulûsi Efendi işi daha da ileri götürerek “Meyhânede şarap için hırkasını rehin bırakmayan kimse, ebediyen cehennemden kurtulamaz, azap çeker, hesap verir.” diye seslenir: Hırkasın meyhânede rehn-i şarâb kim etmedi. Ol ebed kurtulmadı çekdi azâb verdi suâl Meyhânede şarap için hırkasını rehin bırakmak, tâlibin bütün varlığından sıyrılması ve şaraba, yani aşka teslim olması demektir. Bilindiği gibi tasavvufta hırka, bir tarîkata girmek isteyen dervişe geçmişini geride bırakması, tarîkat esaslarına tâbi olması için sembolik olarak giydirilen bir tip yelektir. Hırka giyme esnâsında aday, geçmişi geride bırakmak kastıyla eski kıyâfetlerini de çıkartır. Bu eylem tarîkatların müntesiplerini Hakk’a ulaştırma yolunda sembolik bir uygulamasıdır. Ancak Hulûsi Efendi, sâlikin elindeki tek sermâyesi olan hırkasını da rehin bırakmasını tavsiye ediyor. Sâkînâmenin diğer beyitleri şöyledir: Zâhidi gör bâde içmez mübtelâsın men‘ eder Ârifi gör çağırır gelin helâl için helâl Olmadı bir kimse hîç esrâr-ı aşkın mahremi Tâ varıp pây-ı humâ mest düşmeyince bî-mecâl Mahrem-i aşk olmak istersen girip meyhâneye Sâde mest ol bâdeyi hürmetle tutup başa al Çün Hulûsî söylemiş yazmış kalem bu nükteyi Kim şarâb-âlûde-dil rindâne-meşreb mest-hâl Özetle ifade edecek olursak ömrü boyunca ağzına bir damla şarap koymamış olan, meyhânenin bulunduğu sokağa girmemek için yolunu değiştiren Hulûsi Efendi ve diğer mutasavvıf şairlerin sâkînâme ve benzeri şiirlerinde meclisi övmeleri, şarap içmeye teşvik etmeleri, sâkîye bağlanmayı tavsiye etmeleri insanları aşkla Hakk’a yöneltmenin şüphesiz edebî yoludur. Hulûsi Efendi Dîvânı’nda yer alan 34, 45, 46, 69, 89, 242, 292, 328, 353, 392, 409, 410 numaralı şiirler sâkînâme türündedir. Kıt‘a ve rubâîler arasında da sâkî konulu şiirler vardır. 89. gazeli de güzel bir sâkînâme örneğidir: Sâkiyâ mest-i gamım bâde-i gülfâmı getir Hicr-âlûde-demim ol câm-ı fercâmı getir Öpdürüp sâgarın ağzın sürâhîden mey sun Terk-i yâd-ı gam edip zevk ile eyyâmı getir Sana tâ‘at yeter ey sâlik-i meyhâne ki bu Bâdenin zikrin edip subh ile akşamı getir Unudup halkı bulup Hakk’ı halâs et cânı Mübtedâdan haber al âhir-i encâmı getir Bahr-ı vahdetde fenâ eyle vücûdun fülkün “Li-meni’l-mülk” şuhûdundaki eyyâmı getir
Nihat ÖZTOPRAK
YazarÖnceleri tecrübe kazanmaları için tahta yakın görülen şehzadeler, sancaklarda vali olarak görevlendirilir, devlet idaresinin içinde bulunurlardı. Osmanlı devlet geleneğindeki “sancağa çıkma uygulamas...
Yazar: Bekir AYDOĞAN
Mahlas geleneği Mahlâs, şairin şiirdeki ismidir ve aynı zamanda şiire attığı imzadır. Türk edebiyatı geleneğinde hemen her şairin gerçek isminin dışında şiirlerinde kullandığı “mahlâs” diye adlandı...
Yazar: Nihat ÖZTOPRAK
Dünyada sebepsiz bir yaprak bile kımıldamaz derler. Kâinatın yaratılışı bile Allah’ın Habibine duyduğu sevgi sebebiyledir. “Levlâke levlâke lemâ halaktu’l-eflâk/Sen olmasaydın, sen olmasaydın felekler...
Yazar: Nihat ÖZTOPRAK
İnsanın sınavı ağaçla başlamıştı. Yaratıldıktan sonra eşiyle beraber cennette ağırlanan ilk insana Yüce Yaratıcı, “Şu ağaca yaklaşmayın.”[1] diye buyurmuştu. Şeytan yasaklanan o ağacın mülk ağacı, ebe...
Yazar: Ali AKPINAR