A’MAKI HAYAL: NEFSİN SEYRÜ SÜLUK YOLCULUĞU
Filibeli Şehbenderzade Ahmet Hilmi’nin modern dünyanın göz ardı ettiği, kenarda kalmış, bir eserinin sayfalarında yeni bir keşfe çıkacağız. Kitap, A’makı Hayal’in (Hayalin Derinliklerinde Yapılan Bir Yolculuk) seyri sulük içinde geçen yolculuğun ruha şifa bir roman diliyle bize aktarılmasını sağlar. Filibeli Ahmet Hilmi, (1865/1913 ) yılları arasında yaşamış bir Osmanlı aydını, derinlikli bir münevveri olarak bilinir. Kısa ömrüne, kırka varan eser sığdırması, ne kadar donanımlı, ne kadar velut bir yazar olduğunu gösterir. Bulgaristan’ının Filibe şehrinde dünyaya gözlerini açar. Şehbenderzade ise ailenin bağlı olduğu asalet ve geçmişini temsil eder. Gazete çıkarmak, dönemin siyasî ve kültürel cemiyetlerinde aktif görev almak, sıradan ve olağan çalışmaları kabul edilir. Karşılaştırılmalı dinler tarihi, Türkiye ve dünya siyaseti üzerine mülahaza ve münakaşaları, çok yönlü bir düşünce ve yazar olduğunu göstermeye yetiyor. 19. yüzyılın, tarım toplumundan, hızla sanayi toplumuna geçiş yıllarının sancılı ve kaygılı zamanları yaşanır dünyada. Burjuvazi ve otokrat dönemden, ulusal ve emik değerlere/yerel doğru bir kavganın yalın kılıç verildiği, sıkıntılı ve çileli dönemlerinden geçilmektedir. Sanayileşme yeni başlamıştır, Anadolu insanı, birçok cephede yedi düvele karşı mücadele vermiş, yorgun ve bir o kadar çaresiz günlerini, geride bırakmaya çalıştıkları bahtsız zamanlar yaşanmaktadır. Bu dönemde, dünyada doğal olarak bir materyalizm modası esmektedir. Ruhçuluk, sadece akşamları, güçlü ve kahraman kişilerin ruhlarının çağrıldığı fantezi şeklinde yaşanan bir heves olmaktadır. Görmediğime inanmam, faydasını ve denemesini yapmadığım ilmi gerçekliği kabule yanaşmam, diyen pozitivizm rüzgârları, dünyayı kavurmaya devam eder. Hakikat ise, güneşin mızrağa sığmayacağı kadar güçlü ve haklı bir asalet nişanesi olarak, düşünce deryasının merkezinde durmaya devam etmektedir. Türkiye’de birçok insan bu rüzgârdan etkilenecek ve nasiplenecektir. Pozitivizme şapka çıkaranlar sıraya girer. Kurtuluş ancak, Batı’da ve Avrupa medeniyetinin gizli yönlerini keşfetmek için, yatar kalkar Batı semasına selam gönderirler. İslam’ın hakikat güneşi ise, ceketimizin astarı içinde kaybolmuştur. Burada batmış yine, buradan zuhur edecektir görüşü milletin umutlarını yeşertir. Kalem ehli insanlar, fikir namusu düşünce adamlarımız hiç de yabana atılacak sayıda değillerdir. Yeter ki yazdıklarını okuyalım, söylediklerini bir potada eritelim. Zira beşeriyet semasında karanlık koyulaştıkça, güneşin doğma umudu hızla artmaktadır. Filibeli Ahmet Hilmi, 1910 yılında, A’makı Hayali kaleme alır. Kitap, Raci ismindeki kahramanımızın, adeta seksen günde devri âlem diyebileceğimiz bir düşünce ve hayal dünyasında yolculuğa çıkar. Kitap, Hay b. Yekzan adlı eserin, 20. yüzyıl versiyonu şeklinde de okunabilir. Bir tür hakikat arayışı ve ruhun sonsuz bir yolculuğa çıkarak ölümsüzlüğü bulması kabul edilebilir. Kitaba birden fazla atıfta bulunmamız, benzerlik ve çoklu bir okumanın, fikrî bütünlük ve olgunluğu, ruh ikizleri gibi görmemizdendir. Raci, İstanbul’da iyi eğitim almış, iyi yaşayan, iyi yerlerde eğlenmesini bilen bir insan karakterini resmeder. Bu gelişmemiş toplumlarda, bir akşamda zengin olan, sonradan görme bir şahsiyeti temsil etmez. Eğlencesi, yaşamı, zevk ve ihtirasları deyim yerinde ise hep birinci sınıftır. Raci, kast sisteminin umutsuzluk anaforunda boğulan insan gibi, kendini daha güçlü insanların ruhunu taşıdığı düşünülen, bir kişilik olarak karşımızda durmaz. Her şey, bir gün evlerinin yanı başında duran mezarlık içinden geçerken, yeşil renkli kafasının üstüne bulup buluşturduğu aynaları takan, “Aynalı Baba” lakaplı yarı ermiş, yarı derviş, yarı meczup bir zat ile karşılaşması, Raci’nin uzun yolculuğunu başlatır. Aynalı Baba, ney üfleyerek, müzik teganni ederek, Raci’yi kademe kademe karşılaşacağı, sonunda tevbe ve hakikat kapısına ulaşacağı, bir hayatın müjdesini verir. Birçok yere uğranır, birçok olay ve hikmet dolu, sırlı diyarlardan geçilir. Bu tabi ki, nefs-i emmareden başlanır, yani süfli bir hayattan yola çıkılarak, her türlü çile, şüphe, rahmet, fitne, iyilik, kötülük, şeytan, nefis, hile duraklarında bir bir eğlenilir, ibret alınır, yol kesbedilir. Zira insan pişmeden olgunlaşmazmış. Nezih ve konfor içindeki dünyanın diğer adı olan bir kasabada, piknik yaparlarken yanlarında konuşan iki kişinin sözleri, Raci’nin ruhundaki ateşin, fitilinin tutuşmasını sağlayacaktır. Bunlar, “İki serseri, iki sarhoş, iki deli, iki derviş mi nedir?” diye hayret ile başlayan sonra adım adım hikmet yolculuğunun da irfan mektebinin hazır hâle geldiği bir rahmet iklimi olur. Elli yaşlarında olan anlatmakta, diğeri huşu ile dinlemektedir. Adının Raci olduğunu öğrenmesi üzerine, “Nurum bütün insanlığın adını almışsın, Raci umut eden, rica eden, tevekkül eden biridir. Sana Raci de diyebiliriz, insanlığın âdemi de, fark etmez.” diyerek yaratılışa bir atıfta bulunur. Bu demlerde “Hakikatte kamu âlem birdir.” diyen Yunus Emre, akıl ve ruh kıyılarımızı ince ince yoklar. “Bu âlemde olan her şey benim sıfatımdır. Ben olmasaydım hiçbir şey olmazdı. Ben hep’im ya da hiçim. Zaten hep ve hiç aynıdır, tek şeydir. Fakat cahil insanlar, aynı şeyi iki farklı isimle anıyorlar.” sözleri, hikmet yolculuğunun ana dinamiği olur. Bu mesaj yüklü ifadeler, Raci’yi Aynalı Baba’ya götüren ikinci şahıs ve aracı kişi hüviyetini taşımaktadır. Acemi bağlamacı, parmakları ile tuttuğu notaları bir türlü bırakmaz, niye böyle yapıyorsun, değişik tellere dokunsana diyenlere, “Ben onların aradığını buldum, hiç bırakır mıyım?” der gibi hikmet dolu bir atmosferi solumamız sağlanır. Ne aradığını bilmeyen, ne bulduğunu da bilmezler. Bulanlar ki arayış yolculuğunun kadim neferleri olarak, her daim ana durakta beklerler. Mezarlıkta karşılaştığı, Aynalı Baba, yırtık pırtık, kırk yamalı elbise içinde bir zahittir. Hikmet ehlidir. Dünyayı takmayan, sizin değer verdikleriniz benim için bir hiçlik makamında, diyen derviş tipi olarak karşımıza çıkar. Zarfın içinde hangi mazruf saklıdır, bunu sadece ehli bilir. Harabat ehlini hor görme zâkir, defineye malik viraneler vardır. Filibeli Ahmet, dönemin her türlü felsefî ve katı doktriner yaklaşımlarına bir gönderme yapar. Eğlence, hedonizm ve epikürizm dalgası içinde dönemin felsefesini yerle bir eder. Var’ken yok, yok’ken var, malik iken mahrum, mahrum iken malik olmak nasıl bir şeydir, bir bir insanlık zihnine kazınır. Roman verdiği mesaj olarak da, dönemin, taklit ve moda düşüncesi olan maddecilik ve hazcılığa karşıda, güçlü bir ses olarak yankısını bulur. Raci’den Naci’ye: Aynalı Baba’dan Aynadaki Yalana A’makı Hayali, vefatının 37. yılında Necip Fazıl’ı, 1970’de yazdığı Aynadaki Yalan adlı tek romanı ile birçok benzerlikler gösterdiği için, tasavvuf terbiyesinin gereği olarak, hakikate erme yolunda çekilen riyazet menzillerini hatırlamış olacağız. Necip Fazıl, derinlikli fikir söylemi ile nev’i şahsına münhasır bir düşünce insanımızdır. Anadolu, coğrafyasının yeniden güç ve hareket kazanmasında, konferans, kitap ve yaptığı savunmaları ile gençliğin ruh mayasını yoğurmuş, müstesna bir mütefekkirimizdir. Bugüne kadar, gök kubbenin altında söylenmedik söz, ifade ve fikir kalmamıştır. Herkes kendi aklınca ve nasibince sözünü söyler ve dünyadan gider. Gökten rahmet pınarı akar, herkes kovası kadar ve kalbince yararlanır. Aynadaki Yalan’nın başkahramanı Naci’dir. Yani kurtuluşa eren anlamında. Kendisi üniversite de asistan olarak görev yapmaktadır. “İnsanlığın ve dünyanın beklediği inkılap: İslâm” başlığı altında tez hazırlamaktadır. Katı maddecilik ve pozitivizm burada da hükmünü sürmektedir. Genç akademisyen Naci’nin etrafı, şöhret yolunda koşan ve sanat sevdalısı birçok insan ağı ile örülmüştür. Bohem bir hayat, her gün kapılarını çalar. Bu koşuşturma içinde, Naci, iddialı ve bir o kadar da olmasını istediği bir dünyanın özlemini çeker. A’makı Hayal’deki Raci, ne kadar beşeriyet yolunun yalnız ve zorlu bir yolcusu ise, Naci’de aynı oranda İslâm’ın güzelliklerini ve emirlerini günlük hayatımızda görme arzusuyla çetin bir mücadelenin, yılmaz savunucusudur. Nefsi, dış dünyaya koşmak isterken, ruhu ve vicdanı adeta İslâm hakikatinin peşinde, her türlü zahirî nimetten mahrum, bir çile nöbetinin gönüllü taliplisi olur. Ayna, bir anlamda güneş/İslâm hakikatinin beşeriyet dünyasında tecelli ettiği bir metafor olarak karşımıza çıkıyor. Aynadaki Yalan’da Naci, sık sık ayna metaforunu kullanır. Aynada gördüğümüz, eşyanın kendisi mi, yoksa gölgesi mi? Hakikat ne, tek doğru hangisi, ölümsüzlük peşinde olduğumuz gerçek nerede saklı, var ne, yok neyi ifade eder, yollu sorularla aklı sorgulamaya, ruhu mutmain etmeye çalışır. Hiçlik yolunda varlık nimetine erişmek, nefsin bazı zorlukları aşması ile mümkün olacağını, roman boyu hatırlatır. Naci, bu zorlu hayat yolunda, münzevi bir hakikat arayıcısıdır. Gençlik yaşantısının sınırsız zevki içinde, diş gıcırtısı olanından, beyin uru gibi taşımak zorunda kaldığı insanlarla aynı havayı solumaktadır. Aslında aradığı kadın, bir ömür rüyasını gördüğü köylü kızı, Husmen Ağa’nın torunu, “tebessüm harikası” diye tarif ettiği Hatçe’dir. Hatçe’nin dedesi, Husmen Ağa, irfan ehli, zahir ilimleri okumadığı halde batın ilmi, şahsında temerküz etmiş bir ümmî olarak, adeta Aynalı Baba ile ruhun yolculuğunu birlikte yapar. Tasavvuf terbiyesi ile yetişmiş, yirminci yüzyılın saldırgan ve doymak bilmeyen dünyasında garip kalmış bir kimlik olarak karşımıza çıkıyor. Hakikate erme ve hikmet yolculuğu, bütün menzillerde ortak bir amaç olarak, kendini gösterir. Edebiyat kanonları, 1910’da yazılan bir kitapla, Necip Fazıl gibi, fikri ve düşüncesi kendine özgü bir yazarımızın kaleme aldığı, 1970 yılında yayınlanmış bir romanı karşılaştırmayı nasıl kabul ederler, bilinmez. Çağlar değişse de, söz ve hikmet pınarları, insanlığın kuruyan gönüllerine sağanak sağanak akmaya devam edecektir.
Ramazan YILDIZ
YazarDerûnuma bir âteş saldı bugün o cânânPervane gibi daldı bu âteşe hemen cânCânânda var olmaya cân attı yok olarakZannetti işte bitti bir ömür süren hicrânSesindeki âhengde belâ remzi saklıydıAçıldı mür...
Şair: Ekrem KAFTAN
Tasavvuf, günlük hayatın bin bir zahmetinden arınmanın uzun ve çileli bir yolculuğudur. Durak yok, soluk yok. Zira en küçük tereddüt seni alır, sonsuz bir şüphe deryasında boğar. Tasavvuf, huzurun he...
Yazar: Ramazan YILDIZ
Şu Zorkun'un dağlarında Açan çiçek olsa idim Gurbet ilde yaşamaksa Buralarda ölse idim Bahrat'ın serin suyunu Keldaz'ın sisli huyunu Halayda sinsin oyunu Terlerimi silse idim O...
Yazar: Şükrü ÜNAL
İslâm düşünce geleneğinde, bir arayış, bir hakîkat yolcusu, ilk felsefî roman olarak İbn Tufeyl’in Hayy b. Yekzan adlı eseri gösterilir. Roman, sembollerle anlatılan alegorik bir çalışma olarak hâlâ y...
Yazar: Ramazan YILDIZ