ALLAHU TEÂLÂ ÂHİRETTE GÖRÜLECEKTİR
Sahabeden Süheyb (r.a), “İyilik edenler için daha güzeli ve fazlası vardır.”[1] mealindeki ayet hakkında Hz. Peygamber (s.a.v.)’ın şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Cennetlikler cennete girdikleri zaman bir münâdî şöyle seslenir: ‘Allah’ın size bir de vadi vardır.’ Cennetlik insanlar derler ki: ‘Allah bizim yüzümüzü ak etmedi mi bizi cehennemden kurtarıp cennetine sokmadı mı?’ Münâdî: ‘Evet.’ der. Sonra perde kaldırılır, vallahi insanlara Allah’ı görmekten hoşlandıkları kadar büyük bir mükâfat verilmemiştir.”[2] İşte “İyilik edenler için daha güzeli ve fazlası vardır.” âyetinde geçen fazla anlamına gelen “ziyâde” sözcüğü ile kastedilen “rü’yet”, mü’minlerin cennette Yüce Allah’ı baş gözleriyle görmesi ve O’na bakmasıdır. Ehl-i sünnet inancına göre mü’minler ahirette Allah’ı herhangi bir şeye benzetmeksizin ve keyfiyetsiz olarak görürler. Bu görme esnasında, Yaratan’ı ile kendisi arasında herhangi bir mesafe de olmayacaktır. Bu konu âyet ve hadisle sabit ve akıl açısından da mümkündür. O’nun görülmesiyle ilgili Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayet vardır. Elbette Yüce Allah’ın görülmesi, mü’min kullarına O’nun en büyük bir ikramı olacaktır. Hem zahir ve hem de batın olan Yüce Allah’ın zatının güzelliği cennette müşahede edilecektir. Bunun nasıl olacağına dair, insanın yorum yapması ve içeriğinden bir kısmına ulaşması mümkün değildir. Cennet halkının içerisinde bulundukları sürekli nimetler, birbirinden değişik lezzetler ve değeri takdir edilemeyen sevinçlerle onlar Rablerini gördükleri ve cemalinin zevkini tattıkları zaman, içerisinde bulundukları her şeyi unutmaları ve bu nimetlerin yanlarından gitmesi Allah’ın güzelliğini anlatmak için yeterlidir. Onlar bu durumun kendileri için devam etmesini dilerler. Cennet sakinleri için bu güzelliği seyretmeye dalmak kadar sevimli hiçbir şey yoktur. Kendi güzelliklerine, Yüce Allah’ın güzellik ve nurundan kendilerine güzellik katarlar. Sürekli O’nu görme özlemi içerisinde olurlar. Sonunda o dolup-taşma gününde kalpler uçacak şekilde sevince boğulurlar.[3] İslâm noktai nazarında tasavvuf, "kesb-i kemâl ve seyr-i cemâl yolu” diye tarif edilir. Bu tarifin Türkçesi, yapılan ibadetlerden amaç, bu dünyada manevî olgunlukları elde etmek ve ahirette de Allah'ın güzelliğini temâşa etmektir. Ehl-i sünnet âlimleri, ahiret yurdunda mü'minlerin Yüce Allah'ı görmelerinin aklen caiz ve naklen de vâcip olduğunu kabul etmişlerdir. Onların bu konudaki kat'î delili Hz. Musa (a.s.)'ın, Allah'tan, O’nu görmesini istemesidir. "Rabb’im, bana görün ki seni göreyim.” [4] Hâlbuki Hz. Musa (a.s.), Yüce Allah'ı hakkiyle biliyor, O’nu mahlûkata benzetmekten, bir yönde veya bir şeyin hizasında bulunmuş olmaktan tenzih ediyordu. İslâm düşünce tarihinde Allah'ın görülmesini muhal sayan bazı dinî akımlar, Hz. Musa'nın bilmediği ilâhî sıfatları bildiklerini iddia etmiş oluyorlar ki, bu yanlıştır. Ayrıca Allahu Teâlâ: "Eğer dağ yerinde durabilirse sen de beni görürsün.”[5] buyurmak suretiyle kendisinin görülebilmesini dağın yerinde durmasına bağlamıştır. Dağın yerinde durması ise, aklen mümkün olan bir şeydir. O hâlde bir hâdisenin mümkün olan bir şarta bağlanması onun da imkân dâhilinde olduğunu gösterir.[6] Diğer taraftan âyette: "Beni asla göremezsin."[7] ifadesi, bu görme fiilinin dünyada olamayacağına delildir; görme imkânını büsbütün kaldırmaz. Âyetin başında gelen "len" edâtı, ebedîlik için değil, "te'kid” için gelmiştir. Bu görüşü pekiştiren bir ifade Kur'an'da Hz. Meryem'in dilinden: "Bugün hiçbir kimse ile konuşmayacağım.”[8] sözünde geçer. Cenab-ı Hak, bu âyette geçen "len” edatını "el-yevm” kelimesiyle beraber kullanmıştır. "el-Yevm” sınırlı bir zaman dilimini ifade ettiğine göre "ebediyet” ile sınırlı oluş birbiriyle tenakuz halinde olan iki şeydir. "Len” edatı ebediyet için bile olsa, ondan maksat, rü'yeti ahirette değil, dünyada nefyetmekten ibaret olur.[9] Bu görüşü destekleyen başka âyetler de vardır. [10] Kur'an'da: "O gün Rablerine bakan ve ışıl ışıl parlayan yüzler vardır.”[11] buyrulmuştur. Bu âyette geçen “...ışıl ışıl parlayan yüzler” tanımlaması, estetik boyutu sergilemesi açısından oldukça manidar bir ifade biçimidir. Ehl-i sünnet, ‘nazar’ kavramına dil kuralları açısından yaklaşarak, ‘intizar/beklemek’ anlamının verilmesine karşı çıkmıştır. Onlara göre bu âyette geçen ve "ilâ” edatıyla kullanılan ‘nazar/bakmak’ kelimesi, beklemek anlamına değil, rü'yet /bakmak anlamına gelir. Dil kaidelerinin ve aklın gereği de budur.[12] Ayrıca Kıyamet Suresi’nin 23 ve 24. âyetlerinde müjde ve beşâret makamına sevk edilecek mü’minlerin ahirette kavuşacakları nimetin büyüklüğü de vurgulanmaktadır. Hâlbuki Mu’tezile’nin anladığı gibi ‘beklemek’ şeklinde bir yorum yapılsaydı, böyle güzel bir sonuca ulaşmak mümkün olmazdı. Çünkü beklemede eziyet ve ceza vardır. Hâlbuki Allah’ın cemalini temaşa ise, en büyük bir ödül ve nimettir ki, burada rahatlama söz konusudur. Bizce de ahirette Allah, insanların amel ve ibadet derecelerine göre herkese farklı şekillerde tecelli edecektir. Bu tecelli her an değişecek ve Hüsnü Mutlak olan Allah'ın Cemal'ini temaşada insanlara hiçbir bıkkınlık ârız olmayacaktır. Ancak ahirette Allah'ın nasıl görüleceği keyfiyeti bizce meçhuldür. O'nun görülmesi, fıtratı ve amelleri tayyib/temiz olan insanlara Allah'ın ilâhî bir lütfudur. Sonuç olarak söylemek gerekirse, Allahu Teâlâ’nın bütün açıklığıyla görünmemesi, zuhurunun şiddetinden dolayıdır. O’nun zâhir oluşu, aynı zamanda bâtın oluşunun sebebidir. Çünkü O, nuru ile tüm yaratılmışlardan perdelenir. Varlık alanında zuhurunun şiddetinden dolayı, onlara gizli kalır. O, bakmasını bilenler için apaçıktır. Yine O, hissî ve manevî gözlerini kapatanlar için bâtındır. Bakmasını bilenler için Yüce Allah hem zâhir ve hem de bâtındır. Aşikâr olanı da gizli olanı da bilir. Yarın rûz-i mahşerde Cemalullah’ı müşahede edenler, O’nun hem zâhir hem bâtın, hem evvel ve hem de âhir olduğuna yürekten inananlar olacaktır. Bizce de ahirette Allah, insanların amel ve ibadet derecelerine göre herkese farklı şekillerde tecelli edecektir. Bu tecelli her an değişecek ve Hüsnü Mutlak olan Allah'ın Cemal'ini temaşada insanlara hiçbir bıkkınlık ârız olmayacaktır. Ancak ahirette Allah'ın nasıl görüleceği keyfiyeti bizce meçhuldür. O'nun görülmesi, fıtratı ve amelleri tayyib/temiz olan insanlara Allah'ın ilâhî bir lütfudur. [1] 10/Yunus26. [2] Müslim “İman” 297; İbn Mace “ Mukaddime” 13; Tirmizî “Tefsir” 109. [3] Bkz. Altıntaş, Ramazan, İslam Düşüncesinde Tevhid ve Estetik İlişkisi, İstanbul, 2002, s. 157. [4] 7/A’râf 143 [5] 7/A’raf 143. [6] Nesefî, Ebu’l-Muîn, Tebsıratü’l-Edille, (tahk. H. Atay), Ankara, 2004, I, 510-11. [7] 7/Araf 143. [8] 19/Meryem 26 [9] Nesefî, a.g.e., I, 514; Sabûnî, Nureddîn, el-Bidâye Fî Usûli’d-Dîn, (tahk. B. Topaloğlu), Dımeşk, 1979, s.39-40;. [10] 2/Bakara 95; 43/Zuhruf 77. [11] 75/Kıyâme, 75/23 [12] krş. Nesefî, a.g.e.,I, 520-521; Sabûnî, a.g.e. , s.40.
Ramazan ALTINTAŞ
Yazarİslâm’ın Medine dönemi…Allah Elçisi Hz. Muhammed (s.a.v.)’in hicretinden sonra İslâm’ın Medine’sinde sadece Müslümanlar yaşamıyordu. Müslümanlarla birlikte; Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslüman görünü...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Rûh, sözlükte, “rüzgâr, koku, kuvvet, can, nefes, canlılık, öz”, mânâlarına gelir. Istılahta ise rûh, “insan bedeninde bulunan hayatın temeli, maddî olmayan yalın bir cevher, h...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Hadis "Meşrû idarecinin emrinden çıkıp cemâatten ayrılan kimse, Câhiliye ölümü ile ölür.” [1] Somuncu Baba Diyor ki: "Sultan çoban, şeytan da kurttur. Velâyet sultanına itâatten uzaklaşa...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
İnsan Arapça bir kelime olup "üns” ve "nesy” terimlerinin müşterek bir terkibidir. Üns yabanîliğin aksine; yakınlık, sevecenlik, ülfet ve alâka anlamlarına gelir.[1] Bu duygu insanın hemcinsleriyle v...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ