ALLAH’IN SEVDİĞİ KULLAR
- Hadis
"Allah, kendi rahmet gölgesinden başka bir gölgenin bulunmadığı kıyâmet gününde şu yedi kişiyi rahmet gölgesi altına alır: 1- Adâletten ayrılmayan idâreci. 2- Allah’a ibâdetle yetişen bir genç. 3- Kalbi mescidlere bağlı kişi. 4- Allah rızâsını kazanmak için birbirlerini seven, onun için bir yere gelen; onun için birbirinden ayrılan iki kimse. 5- Yalnız başına iken Allah’ı anıp gözleri yaşaran insan. 6- Kendisini mevki sahibi güzel bir kadın (fenâlığa) davet ettiğinde, ‘Ben âlemlerin Rabbi Allah'tan korkarım.’ diyen kişi. 7- Sağ elinin verdiğini, sol eli bilmeyecek derecede gizli sadaka veren kimse."
[1]
Somuncu Baba Diyor ki
“Hz. Peygamber (s.a.v.), Allah’ın rahmeti ile gölgelenmenin bu guruplara mahsus olduğuna işaret etmiştir. Çünkü bu kişiler, Allah’ın lütfunun ve rahmetinin göründüğü yerlerdir. İdâresi altında bulunanları adâlet gölgesiyle gölgelendiren, bütün ömrü boyunca Allah’a ibâdet himâyesinde nefsini koruyan, kalbini Allah’ın evine (mescidlere) bağlayan, rûhunu Allah'ın sevgisi koruluğunda koruyan, Allah zikriyle gönlünü örten, Hafâ Makamı’ında Allah’ın cemâli dışında bir güzelliğe meyletmekten kaçınan, Ahfâ Makamı’nda kendisini Hakîkî Varlık yoluna tasadduk eden kimseyi Allah rahmetinin gölgesinde gölgelendirir.”
Hadisin Yorumu
Hz. Peygamber (s.a.v.) zaman zaman Allah’ın sevdiği kimselere dair izahlarda bulunur ve böyle olmayı teşvik ederdi. Okuduğumuz hadis bu konudaki en meşhur rivâyetlerden biridir. Sevgili Peygamberimiz burada yedi başlık zikretmekte ancak bu başlıkların her biri tek tek hepimize hitap etmektedir. Bunlara dikkat edildiği takdirde kulun Allah’ın himâyesinde olacağına dikkat çekilmektedir. Bu ne kadar büyük bir onurdur. Herkesin sığınacak bir yer aradığı ve ilticâ etmek istediği bir ortamda, her şeyin sahibi olan yaratıcının kula sahip çıkması ve onu kendi koruması altına almasından başka bir izzet olabilir mi? Kaldı ki o gün sığınılacak başka bir yer de yoktur. Bir Müslümana düşen görev bu hakkı elde edebilmek için gereğini yerine getirmektir. Hz. Peygamber (s.a.v.) de yedi başlık altında bunun yolunu bizlere göstermektedir.
Adâletten uzaklaşmamak
İnsanların yeryüzündeki konumları farklılıklar arz eder. Kimileri işçi, öğrenci, memur olurken, kimileri de onların idârecisi pozisyonunda bulunur. Hayatın bir düzen ve tertip içerisinde gitmesi için bu zorunlu bir durumdur. Çünkü bir yöneticinin olmadığı ortamlarda karmaşa olur ve herkes kendi istediğinin tatbîk edilmesini arzular. Bu da kaosa, sonunda da şiddete sürükler. Devletler bu yüzden önemlidir. Hukukun olmadığı bir ortamda güçlü olan diğerlerini her zaman ezer.
Bazen aynı insanın konumu durumdan duruma değişiklik arz edebilir. Meselâ bir fabrikada işçi olan bir insan aynı zamanda evinin reisidir. Lakin durum ne olursa olsun, kişi hangi ortamda bir yöneticiliği üstlenirse üstlensin, adâlet temel ilkesi olmalıdır. İnsanlar her şeyin farkında olduklarından adâletsizliği sezdiklerinde güven ve sevgileri sarsılır, sonrasında husûmet başlar. Nitekim ailelerin veya öğretmenlerin gözdesi olanlar, diğerlerinin haset bakışlarını üzerlerine çektikleri gibi, onlara diğerlerine göre daha fazla iltifât edenler de kin ve nefrete sebep olurlar. Bu sebeple anne babasının çocukları arasında adâletsiz davranması, eşitliği gözetmemesi durumunda pek çok olumsuzlukların yaşandığını, bazen suç işlendiğini her birimiz görmekte ve okumaktayız. Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.v.), çocuklar arasında adâleti tavsiye etmiştir.
[2] Dolayısıyla adâlet sorunların önemli bir kısmını daha oluşmadan sonlandıran bir tedbirdir ve insan olmanın gereği budur. Din görevlisi hocalarımızın her Cuma hutbesinde şu âyeti okuyarak bizlere adâleti hatırlatması, bunun ne kadar önemli olduğunu anlamamıza yetmektedir:
“Şüphesiz Allah, adâleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenâlık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”[3] Hz. Peygamber (s.a.v.) de bir hadislerinde şöyle ferman etmektedir:
“Yönettikleri insanlara, ailelerine ve sorumlu oldukları kişilere karşı adâletli davrananlar, Allah katında, Rahman’ın yanında nurdan minberler üzerinde ağırlanacaklardır.”[4]
Allah’a İbâdetten Kopmadan Yaşlanmak
İbâdetler Müslümanın kimliğini ve değerlere bağlılığını koruyan araçlardır. Bunlardan uzaklaştığı zaman her türlü dinî değerden de kopar ve İslâmî hassasiyetler gözünde değersizleşmeye başlar. Bunların kaybolmaması için özellikle yaşadığımız dönemde ebeveynlere büyük görevler düşmektedir. Çünkü küçüklüklerinde çocuklarına ibâdeti sevdirebilirlerse ilerleyen yaşlarda dindar kalmalarına büyük katkı sağlamış olurlar. Bunu yapamadıkları takdirde, her şeyin kötüleştiği dönemimizde çocuklarının dinî değerlerden uzaklaşması ve hatta kopması kuvvetle muhtemeldir.
Mescidler Ah Mescidler
Hz. Peygamber (s.a.v.) Mekke’den hicret ederken Kuba’da ilk olarak mescid inşâ etmiş, Medîne’ye yerleştikten sonraki icrâatı da yine mescid inşâsı olmuştu. Medîne civârındaki mahallelerde de birer mescid yaptırmıştı. Çünkü mescid hem Müslümanların bir araya gelmesini, hem de beraber ibâdet ederek imanlarını güçlü kılmalarını sağladıkları mekânlardı. Günümüzde cami inşâatları ihtiyaçtan dolayı her yerde yapılmakla birlikte, camiye değer kazandıran cemâat noktasında büyük sıkıntı çekilmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in cemâate, yani camiye gelmekle ilgili o kadar çok hadisi vardır ki, bir mü’min bunları okuduğunda caminin hayatının tam merkezinde olması gerektiğini anlar. Lakin yaşadığımız dönem kulların camiyle bağını iyice zayıflatmıştır. Cuma, terâvih ve bayram namazlarında bile camilerimiz artık dolmaz oldu.
Dostluğu Allah İçin Yapmak
İnsanın öyle arkadaşları vardır ki, bir araya gelmekten mânevî olarak büyük haz alır. Hatta onları göremediğinde kalbinde bir eksiklik hisseder. Bu arkadaşlıklar insanın istikâmet üzere durmasında ve kalbinin mü’minlerin dertleriyle dertlenmesinde çok etkisi olur. Ancak dünyevî arkadaşlıkları onu hassasiyetlerden uzaklaştırır. Hatta sonunda beraber olduğu arkadaşlarına dönüşmesinden korkulur. Allah Rasûlü bundan dolayı yanında durulan iyi arkadaştan insana misk, kötü arkadaştan da is bulaşacağını ifade etmişlerdir.
[5]
Tek Başınayken Rabb’e İlticâ Etmek
İnsanın en samîmî ve ihlâslı ibâdeti yalnızken, gözlerden uzak yapmış olduğu ibâdettir. Teheccüd namazının Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından övülmesinin sebeplerinden biri budur. Çünkü aileniz dışında bu namazı kıldığını kimse bilmez. Rabb’inizle aranızda hiçbir Allah’ın kulu yoktur. Bu yüzdendir ki, insanın kendi başına yaptığı ve zaman zaman gözlerinin yaşardığı ibâdetler, Kur’an kırâati ve zikrullah, onun imanının ve samîmiyetinin göstergesi olur, Allah katında daha iyi bir noktaya taşır. Bunlar aynı zamanda insanın Müslümanlığını güzelleştiren hasletlerdir.
Zinâdan Kaçınmak
Zamanımız insanının fuhşiyat ile sınavı her zamankinden daha ağırdır. Tarihte böylesi kötü bir dönem görülmemiştir. Televizyonlar, internet yanında toplumsal yaşam insanın önüne her zaman haram fiilleri çıkarmaktadır. Müslümanın bunlardan kendisini koruyabilmesi ancak güçlü bir imanla olabilecektir. Bunun yolu da güzel insanlarla birlikte olmaktan geçer. Çünkü kendi başına kaldığında haramlara düşme ihtimâli her zaman fazladır. Kaldı ki günümüzde evlilik yaşı dönem şartları itibarıyla otuzlara dayanmıştır. Maddî durumu yerinde olanlar ile çeşitli sivil toplum kuruluşlarına bu yönde büyük sorumluluk düşmektedir. İmkânı olmayan gençleri evlendirmeleri onlar için âhiret sermâyesi olacaktır. Unutmayalım ki, Allah kitabında maddî durumu yerinde olmayıp evlenenlerin rızıklarını üzerine almaktadır.
[6] Yeter ki düğünler geciktirilmesin. Aksi takdirde haram fiil yaygınlaşacaktır.
Yardımı Gizli Yapmak
İnsanın elini cebine atıp zekât ve sadaka olarak muhtaç birine yardımda bulunması çok önemli bir imânî göstergedir. Çünkü nefse zor gelen bir ibâdettir. Bununla birlikte eğer nefse kapılmadan başkalarını teşvik etme düşüncesi yoksa alenî yapılmaması evlâdır. İçine riyâ karıştırılmamış ve sadece Allah rızâsı için yapılmış olur. Bunun yanında yardım yapılan kimsenin de onuru korunmuş olur.
Yedi Hususun Yedisini de Hayata Geçirmek
Allah Rasûlü’nün bu hadislerinde dile getirdiği konular önemine binâen ayrı ayrı insanlar üzerinden anlatılmıştır. Lakin hepsinin bütün Müslümanlarda bulunması gerekmektedir. Bu sebeple aile reisinden okul idârecisine, fabrika müdüründen askeriyedeki komutana varıncaya kadar hayatın hangi alanında olursa olsun insan emri altındakilere karşı adâletli olmalıdır. Bunun yanında yaşı kaç olursa olsun aslâ ibâdetlerden kopmaması ve rabbinin kendisinden talep ettiği kulluk görevlerini yerine getirmek için gayretli olması ve ihmal etmemesi gerekmektedir. Özellikle namaz ibâdetini edâ etmek için cemâate gitmeye de önem vermesi çok önemlidir. Kezâ insanlarla ilişkilerini Allah rızâsı üzerinden sürdürmeli, dünyevî menfaatler sebebiyle sahte dostluklar kurmamalıdır. Bir araya geldiği arkadaşlarıyla İslâm’ın tasvip etmediği konuşmalar yapmamalı, birliktelikleri imanlarını güçlendiren ve bilgilerini artıran bir sohbete dönüşmelidir. Yalnız başınayken de Allah’ı gönlünden çıkarmamalıdır. Bunun için Kur’an kırâati yanında zikrullah ile Rabb’iyle bağını güçlü tutmaya gayret etmelidir. Hiç şüphe yok ki bunu yaptığında zaman zaman gözyaşlarına hâkim olamayacaktır. Elbette buraya kadar zikrettiğimiz hususları hayatında tatbîk eden bir Müslüman kendisini harama sürüklemek isteyen bir teklif aldığında elbette bunu reddedecek ve harama aslâ bulaşmayacaktır. Ayrıca maddî durumu yerindeyse, birilerine yardım edecek olduğunda, zekât veya sadaka vereceği zamanda, bunu alenî olarak yapmayacak ve reklama dönüştürmeyecektir. Çünkü ihtiyaç sahibine destek olurken amacı bir ibâdettir ve bu ibâdeti riyâ ve benzeri kötü işlerle değersiz kılması söz konusu olamaz.
Görüldüğü üzere Sevgili Peygamberimiz bu hadislerinde esasında her Müslümanın sahip olması gereken hususiyetleri ayrı ayrı şahıslar üzerinden anlatmıştır. Bunlara hepimiz sahip olmak durumundayız. Ayrıca şunu unutmamak gerekir ki, bu yedi maddeden bir tanesini hayatında hakkıyla uygulayan insan diğer altı maddeyi de uygulamaya başlar. Çünkü her biri diğerlerini de peşinden getirir. Ne mutlu imanını kemâle taşımaya gayret edenlere…
[1] Bkz. Muvatta', Şi'r, 5 (Rakam: 14); Buhârî, 660; Tirmizî, 2391; et-Taberânî, Evsat, 9127; Beyhakî, Şuabu'l-Îmân, 3439.
[2] Bkz. Buhârî, 2587.
[3] 16/Nahl, 90.
[4] Nesâî, 5379.
[5] Bkz. Buhârî, 5534.
[6] Bkz. 24/Nûr, 32.