ALLAH’IN NİMETLERİNİ GÖRMEK
Kur’an-ı Kerim’de İbrahim Suresi 34. ayet ve Nahl Suresi 18. ayette, “Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız.” buyrulmaktadır. İnsan adeta nimet deryasında yüzmektedir, balığın denizde iken suyun ne kadar hayati bir önemi haiz olduğunu fark edememesi gibi, insanoğlu da sahip olduğu ve tasarruf ettiği nimetlerin çoğunun farkında değildir. Kafa gözü ile bakanlar, sadece gözüne ilişen nesneleri fark ederler. Aklını kullanarak ve düşünerek bakanlar görünen nesneler yanında görünmeyenleri de fark eder ve varlığın yaratılış sebebi üzerinde düşünmeye başlarlar. Gönül gözü ile bakanlar ise, varlığı değerli kılan anlamları ve varoluş hikmetlerini idrak ederler. İnsanın sahip olduğu ve yaşadığı ilâhî nimetleri görmesi inancını kuvvetlendirir, hayata bakışını daha anlamlı kılar ve şükretmeye vesile olur. Nimetleri görmeyenler ise nankör durumuna düşer. Bunun için Allah Kur’an’da birçok ayetin sonunda, “Ey akıl sahipleri, düşünmez misiniz, akletmez misiniz?” vb. sorularla durmuş akılları harekete geçirmek istiyor. Rahman Suresi’nde de Allahu Teâlâ, insanlara bahşettiği bazı dünyevî ve uhrevî nimetlere işaret ederek sık sık (23 defa) “O halde Rabb’inizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız?” şeklinde sormakta ve nimetlerin görülmesini istemektedir. İnsanların çoğu, nimetlerin kıymetini nimet elinden çıktıktan sonra anlıyor. İş bu noktaya gelmeden, kendinden daha muhtaç olanlara bakmış olsa nimeti görmesi ve şükretmesi mümkün olacak. Çok uzağa gitmeye ve derinlere inmeye gerek yok. İnsan kendisine baksın, yeter. Beş duyu organlarının (göz, kulak, burun, dil, deri) yerinde olması, yürüyebilmesi, güç ve takat sahibi olması başlı başına birer nimettir. Bunlardan birinin olmaması bedensel engellilik olarak tanımlanmakta ve gündelik yaşam, engeli olanlar için biraz daha zorlaşmaktadır. Gerçi engel insanın zihnindedir. Bir insanın zihninde engelli oluşuna dair bir şartlanma yoksa, bir engeli olsa dahi, diğer yeteneklerini ön plana çıkararak içinde bulunduğu zorluğu aşabilmektedir. Allah bütün nimetlerini her kuluna tam olarak vermeyebilir, bazılarını eksik bırakarak bazı nimetlerini de cömertçe ikram ederek imtihan vesilesi kılar. Bazen de Allah, kuluna bir nimeti eksik vermekle birlikte, başka nimetlerle o eksikliği telafi etmektedir. Mesela, gözleri âmâ olanların çok zeki oldukları bilinmektedir. Hz. İsa (a.s.)’nın ümmetinden gözleri âmâ ve dizlerinde de derman olmadığı için yürüyemeyen zahit bir kul varmış. Çoğunlukla, “Ya Rabbi, birçok kuluna vermediğin nimeti bana verdiğin için sana sonsuz şükürler olsun.” dermiş. Hz. İsa, bu şahsı ziyarete gitmiş ve bu zahit kula, “Herkeste olmayıp da sende olan nimet nedir?” diye sormuş. O da “Zikreden bir kalbim ve şükreden bir dilim var, daha ne olsun?” demiş. Hz. İsa zahit kulun alnından öpünce, Allah’tan bir mucize olarak, adamın gözleri açılmış ve dizlerine de derman gelince ayağa kalkmış. Hz. İsa’ya teşekkür etmiş ve hemen şükür secdesine varıp secdede ağlayarak “Ya Rabbi, ben mevcut nimetlerin şükrünü tam olarak yerine getiremezken, şimdi verdiğin nimetlerin şükrünü nasıl eda edeceğim?” demeye başlamış. Bedenimizde sadece organlarımızın tam olması değil, sürekli ve düzenli çalışması da bir nimettir. Baş veya karın ağrısı, bedendeki birtakım rahatsızlığın alarmı olarak kabul edilir. Hekime gittiğimizde kan tahlili ister. Tahlil sonucu ortaya çıkan kan değerlerinin dengeli olması da başlı başına bir nimettir. Görülen eksikliklerin ise, sağlığı korumama, dengeli beslenmeme ve yaşın ilerlemesi gibi sebeplerden kaynaklandığı tespit edilmektedir. Çevreye baktığımızda ise, aile fertlerinin sağlıklı oluşu, aile fertleriyle huzur içinde ve başkasına muhtaç olmadan yaşama hali, barış ve huzur ortamının, can ve mal güvenliğinin olduğu bir ülkede yaşama, yağmurun kâfi miktarda yağması, güneşin doğması, kış aylarında soğuğun dondurmayacak, yaz mevsiminde ise sıcaklığın yakmayacak düzeyde olması (örnekler çoğaltılabilir), birçoğuna basit ve sıradan görünen, haddi zatında şükrü eda edilemeyecek büyük nimetlerdendir. İnsan, sahip olduğu ve tasarruf ettiği nimetlerin gerçekte sahibi değil, emanetçisi olduğunu bilmek durumundadır. Kendi varlığı, canı ve bedeni dahi insana emanettir ve kendisinden iradesini yaratılış gayesi doğrultusunda kullanması istenmektedir. İlahi nimetleri görebilmek için kafa gözü ile değil, kalp gözü (basiret) ile bakmak gerekir. Varlıklara ve olaylara hikmet nazarıyla, akıl, insaf ve vicdanla bakanlar da nimetleri daha kapsamlı ve anlamlı idrak ederler.
Emine Büşra YÜKSEL
YazarAllah kâinatı/tabiî âlemi ve tabiî âlem içindeki varlıkları kusursuz bir plan ve mükemmel bir ahenkle yaratmış ve muhteşem bir işleyişe tabi kılmıştır. Çok uzaklara gitmeye ve bilimsel tetkikler yapma...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL
Hoşgörü, ailede ve içinde yaşadığımız sosyal çevrede hayatın akışı içinde cereyan eden fakat pek de tasvip etmediğimiz ifade ve olayları olgunlukla karşılamak ve en uygun tepkiyi vermektir. Hoşgörü, k...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL
Komşu; ev, iş yeri, arazi, köy, şehir, ülke bakımından yakın olan, yan yana veya çok yakın olanların birbirine göre aldıkları addır. Kimlerin komşu sayılıp sayılmayacağı hususundaki tespit örfe bırakı...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL
İslâm dini, insanların hem aklına hem de gönlüne hitap eder. Davette, gönül dilini kullanır. İslâm’ın mesajı gönüllere hitap eder, zira imanın mahalli kalptir. İnsanlar, dinini dili ile ikrar ederler,...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL