ALLAH'IN NİMETLERİ SAYMAKLA BİTİREMEYİZ
Yüce Rabb’imiz bizlere sayısız ve sınırsız nimetler vermiştir. Bunlar karşısında ne kadar şükretsek azdır. Rabb’imiz, Rahman Sûresi’nde defalarca; “Febieyyi âlâ-i Rabbikümâ tükezzibân/O halde, Rabb’inizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?" diye buyuruyor. Şöyle bir düşünelim; dün neredeydik, bugün neredeyiz? “Ne olduk?” demeyelim, “Ne olacağız?” diyelim. Her gün ağacın başındaki bir meyve gibi olgunlaşan hayatımızda dört bir yandan akıp gelen nimetleri saymakla bitiremeyiz. Rabb’imizin bize ihsan ettiği nimetleri şöyle bir düşünüp hatırlamaya çalışıyoruz. Sonunda ellerimiz iki yana düşüyor, mahcup oluyoruz. Nerede Rabb’imizin bize yaptığı iyilikler, nerede bizim ona karşı şükrümüz... Aciziz, fakiriz. Her nimetin sahibinin O olduğunu unutuyoruz, gafletteyiz. Hangi birini sayalım ki? Bizi bir insan olarak yaratmasını mı? Sıhhat ve afiyetle hayatımızı sürdürmesini mi? Her gün başımızdan kim bilir ne kazalar ne hastalıklar geçiyor da haberimiz bile olmuyor. Midemiz nerede? Böbreklerimiz nerede? Kalbimiz nasıl çalışıyor? Beynimiz niye kıvrım kıvrım? Onca bilgi onun neresinde? Bunca hatırladığımız her şey hafıza denen kutunun neresinde saklı? Kafamızın içinde neler var? Aklımız nasıl bir şey? Hele de vicdan denen duygu… Mahiyeti, içyüzü nedir acaba? En önemlisi de ruhumuz... O nasıl bir şeydir? Bilemiyoruz. En doğru sözü “Bilemiyoruz!” demekle söylemiş oluyoruz. Ama bu bilememek, şüphesiz ki onların Rabb’imizin bize bir armağanı, bir hediyesi olduğunu bilmemek, bunları hiç düşünmemek manasına gelmiyor. Her nimeti O'ndan bilmeliyiz. Evet, her nimeti O'ndan biliyoruz. Rabb’imizin nimetlerini saymakla bitiremeyiz. Hangi birini sayalım ki? İnsanın hakikî vazifesi ne? Yaratılıştaki harikalığı görmek, Rabb’inin yeryüzünde şahitliğini yapmak değil mi? “Eşhedü en lâ ilâhe illallah.” demek değil mi? “Görevimin başında mıyım?” diye sormalıdır insan kendisine. Evet, saymakla bitiremeyeceğiz demek, o nimetleri hiç düşünmemek ve onların üzerinde tefekkür etmemek demek değildir. Rabb’imizin nimetlerini yâd etmeliyiz. “Ve emmâ bini’meti rabbike fehaddis/Fakat Rabb’inin nimetini anlat da anlat.” Duhâ Sûresi, 11. ayet-i kerimesi, bizi bu noktada uyarıyor. Allah’ın üzerimizdeki nimetlerini sahiplenmeye kalkmamamız için bizi tefekküre ve şükre dâvet ediyor. Bir nimete sahip olmak başka şey, o nimeti sahiplenmek başka şey. Şükreden insan, nimetin kimden geldiğini göstermiş oluyor. “Sahibi ben değilim, Rabb’imdir.” diyor. Nimetleri kendinden değil, Allah’tan bil. O nimetleri O'ndan bil. Gönlündeki kederi sil. İşte ayet bize bu dersi veriyor. Yâd et ve hatırla ki, ağzından en güzel cümleler dökülsün. O sözler, Allah’ın sana vermiş olduğu nimetlerin takdiri olarak görülsün. Hatta o güzel şükür cümleleri bu nimetleri öyle bilmeyenlere de bir ders ve ibret olsun. İnsan olarak yaratılmışların en şereflisi olarak yaratılmışız. Niye? Herhalde bu nimetleri sahiplenelim diye değil; Allah’tan bilelim diye. Nimetler ganimet değildir. Sahiplidir. Sahibi bellidir. Bizde ne var ise ondan bir emanettir. Sorular ne kadar uzarsa uzasın, bunları düşünmek de bir şükürdür. Dünya bir misafirhanedir, biz de bekleme salonundaki yolcular gibiyiz. Bu salonun hemen ardından açılan kabir kapısıyla başlayacak olan o diyar, o ebedî âlem nasıldır kim bilir? Nasıl güzelliklerle çevrilidir orası, kim bilir? Allah’ın verdiklerini saymaya başlasak, vermediklerini saymaya sıra gelmez, ömür biter. Dünyadaki her nimet, önünde sonunda gelip insanda karar kılıyor. En üst mertebeden bir ağırlanma ve iltifat değil mi bu? Evet, insan zenginliğini parayla ve malla ölçtüğü zaman fakirdir. Bu nimetleri Allah’tan bildiği zaman zengindir. İnsanın bedeninde bir operasyon yapmak için, onu bayıltmak gerekiyor, ama ruhunda yapmak için, onu ayıltmak gerekiyor. İbadet ve şükür ruhun uyanışıdır. Rabb’imizin nimetlerini saymakla bitiremeyiz. Oturup düşünelim. Bir kenara da not alıp bakalım. Sadece bir gün değil, bir saat içerisinde ne gibi nimetlerle kuşatılıp donatıldığımızı bir ince hesap edelim de bakalım, hayretler içinde kalacak mıyız, kalmayacak mıyız? Dünya öyle bir hale geldi ki, yoksullar parasız ne yapacaklarını, zenginler de parayla ne yapacaklarını bilemez oldu artık. Yarını düşünürken bugünün nimetlerini unuttuk. Dünya malı tuzlu bir su gibi. İçtikçe artıyor susuzluğumuz. Hamd, şükür ve tefekkür ise tatlı bir su gibi. İçtikçe azalıyor susuzluğumuz. Okuyup anlamak, anlayıp anlatmak ve yaşamak da bir nimet. Rabb’imizin nimetlerini saymakla bitiremeyiz.
Sümeyye Büşra YILDIZ
YazarSultan IV. Mehmed’in en çok sevdiği Kadın Efendi’sidir. Osmanlı tarihçisi İsmail Hakkı Uzunçarşılı da bunu tasdik etmektedir: “IV. Mehmed, ailesi arasında en çok Afife Kadın Efendi’yi severmiş.” Afife...
Yazar: Bengisu HAYAT
Ankara’da işim uzamıştı. İstanbul’a dönüş için aldığım biletimi değiştirmem gerekiyordu. Öğle arasında Sıhhiye’deki otobüs yazıhanesine gidip biletimi erteletmek için acele ediyordum. Kalabalıkta koşa...
Yazar: Ayşe Gül PINAR
İnsanı mutlu eden duyguların başında, elinde olanı başkalarıyla paylaşmak gelir. İhtiyaç sahibi insanları arayıp bularak; aralarında ayırım yapmadan, hâlini, hatırını, derdini, sıkıntısını, ihtiyacını...
Yazar: Sümeyye Büşra YILDIZ
Astım kimi etkenler nedeniyle akciğerlerdeki hava yollarının duvarlarının şişmesi ve dolayısıyla bu hava yollarının daralması ile tarif edilen bir hastalıktır. Astımın kalıtsal ve çevresel faktörlerin...
Yazar: Nesibe AYDIN