ALLAH'IN KULLARI İÇİN BELİRLEDİĞİ KIRMIZI ÇİZGİLERİ: HUDÛDULLAH
Bugün Müslümanlar olarak en temel sıkıntımız Allah'ın bizim için belirlediği sınırları aşmamız ve kırmızıçizgileri hiçe saymamızdır. Halbuki Yüce Kitabımız bu konuda bizi defalarca uyarmaktadır.
Kur’ân-ı Kerim’de yer alan hükümler hükmü gösterme ve kulları bağlama açısından aynı derecede değildir. Bazı âyetler gayet açık ve gösterdiği hükümler diğerlerine göre daha kesindir. Hükme delâleti açık ve kesin olan âyetler yanında, yoruma müsait âyetler de vardır. Bu sebeple yer yer kesinlik ifade eden âyetlerin içerdiği hükümlerin altı çizilir ve bunlara özellikle dikkat çekilir. Dikkat çekilirken de kesinlikle riâyet edilmesi istenir; aynı zamanda bu hükümlerin "Allah'ın hadleri" olduğu vurgulanır. Allah'ın hadleri, Allah'ın kulları için çizdiği sınırlar ve kırmızı çizgiler demektir. İslâm bilginleri hükme delâleti açık ve kesin olan âyetleri kat’î ve taabbudî hükümler kategorisinde değerlendirmişlerdir. Bu gibi hükümlerin ictihâda konu olmayacağını da belirtmişlerdir. Böylece inanç, ibâdet, miktarlar (mukadderât), keffâret, miktarı belli cezalar (hudûd), miras payları, temel ahlâkî özellikler ve genel kurallarla ilgili âyetler kat’î hükümlerdir. Aynı zamanda bu hükümler her Müslümanın dinde zorunlu olarak bilmesi gereken zarûrât-ı diniyyeden sayılmaktadırlar.
Allah’ın Sınırları
Yüce Kur’ân, belirtilen bu hükümlerin bir kısmını Allah’ın hadleri/sınırları, yani hudûdullah olarak adlandırmış ve aşılmamasını istemiştir. “Hudûdullah” ifadesindeki had kelimesi, “iki şeyin birbirine karışmaması için araya konulan sınır” ve “her şeyin varabileceği son sınır” gibi anlamlara gelmektedir. Hudûdullah Kur’ân’da, helal veya haram kılındığı beyan edilip, muhâlefet edilmemesi ve çiğnenmemesi emredilen hükümleri ifade eder. Bu ifade, Allah’ın Kur’ân’da yer alan bütün hükümlerini kapsayacak şekilde kullanıldığı da görülmektedir.
Hudûdullah Kur’ân’da değişik şekilde toplam on dört kere geçmektedir.
[i] Bu ifade, geçtiği yerlerin tamamında “Allah’ın sınırları ve hükümleri” anlamını ifâde etmektedir. Bu ifadenin yer aldığı âyetlerin bir kısmında, “
Bunlar Allah’ın sınırları/hükümleridir. Onları çiğneyip geçmeyin.”
[ii], “
Onlara yaklaşmayın.”
[iii], “
Kim Allah’ın sınırlarını çiğnerse gerçekten o kendi nefsine zulmetmiş demektir.”
[iv] şeklindeki ifadelerin yer alması ayrıca dikkat çekmektedir. Dikkat çeken bir başka husus ise boşamayı konu eden Bakara Suresi’nin 229. âyetinde bu kelimenin dört, yine aynı konudan bahseden Bakara 230. âyette ve Talak Suresi’nin 1. âyetinde iki defa tekrarlanmış olmasıdır.
İçerisinde “hudûdullah” ifadesinin geçtiği âyetlerin şu konulardan söz ettiklerini görmekteyiz: Oruç gecelerinde, mescitlerde itikâfta bulunulmuyorsa, cinsel temasın helal olduğu, bu gecelerde yeme ve içmenin ne zamana kadar devam edeceği
[v], boşamada gözetilecek hususlar, üçüncü defa boşanan karı-kocanın tekrar bir araya gelebilme şartları ve iddet ile ilgili helal-haram sınırları
[vi], mirasla ilgili hükümlerin Allah’ın sınırları olduğu
[vii], zıhar yapma ve ondan dönebilmenin şartları ile ilgili hususlardaki helal-haram sınırları.
[viii]
Bunlar yanında Tevbe Suresi’nin 97. ve 112. âyetinde bu kelime, Allah’ın bir çok hükmü ya da bütün hükümlerini ifade edecek şekilde kullanılmıştır. Yine Tevbe 112’de Allah’ın belirtilen bu sınırlarını korumanın mü’minlerin bir özelliği olduğundan bahsedilmiştir.
Görüldüğü üzere “hudûdullah” kavramı Kur’ân’da sadece sınırlı birkaç konuyu ifade etmemiştir. Aksine Allah’ın din olarak insanlara sunduğu bütün hükümleri ifade edecek tarzda da kullanılmıştır. Allah'ın sınırları olarak belirlenen bu hükümlere bağlı kalınması ve sınırlarının aşılmaması da istenmiştir. Allah’ın sınırları olarak tanımlanan dinî hükümlere bu şekilde yapılan vurgularla mükellefin zihninde şöyle bir kanâat uyandırmak istenmiştir: Bu hükümler aslâ değişmez ve olduğu gibi kabul edilip uygulanmaları gerekir. Bunlarla ilgili yorum ve ictihadlar ancak anlaşılıp uygulanması yönünde olabilir.
Hudûdullah’a ait hükümlerden bir kısmını ifade eden âyetlerden sonraki iki âyetin meâli şöyledir:
“Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’a ve Rasûlü’ne itâat ederse Allah onu, altlarından ırmaklar akan, içinde sürekli kalacakları cennetlere sokar. İşte büyük başarı budur. Kim de Allah’a ve O’nun elçisine karşı gelir, O’nun sınırlarını aşarsa, Allah onu, sürekli kalacağı ateşe sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır.”[ix]
Hadislerde Hudûdullah
Hudûdullah kavramının geçtiği hadislere baktığımızda şunu görmekteyiz: Hadislerde bu tabir, bazen Allah tarafından belirlenen bütün hükümleri ifade edecek şekilde kullanılmıştır.
[x] Bazen de bu kelime bağlayıcılığı kesin olan hükümleri
[xi] anlatmak için kullanılmıştır. Ancak bu tabirin, hadislerde daha çok sınırları belli cezâ hükümlerini ifade etmek için kullanıldığı da görülmektedir.
[xii] Söz konusu hadislerde geçen “hudûdullah” ile ilgili olarak şu hususların altı çizilmektedir:
- Allah’ın cezâ olarak belirlediği hususların uygulanmasına engel olmak için aracılık yapılmaması,
- Allah'ın hadlerinin, oyuncak haline getirilmeyip bu konuda ciddî davranılması,
- Allah’ın hadlerini koruyanlarla onlar karşısında kayıtsız kalanların mukâyese edilmesi,
- Allah'ın koyduğu sınırlar ihlâl edilirse bu sınırları koruyanların da korumayanların da zarara uğrayacağının vurgulanması.
Konuyla ilgili Hz. Peygamber (s.a.v.)’den nakledilen bazı hadisler şöyledir:
“
Allah’ın kitabında helal olarak belirlediği helal, haram olarak ifâde ettiği ise haramdır. Sükût edip değinmediği hususlar(dan) ise (kulları) muaf tutulmuştur, Allah’ın muaf tutmasını kabulle karşılayınız, zira Allah hiçbir şeyi unutmaz.”
“
Allah (sizin için) birtakım hudûdlar belirlemiştir, onları aşmayın; bir takım farzlar ortaya koymuştur, onları (terk ederek) zâyi etmeyin; bazı şeyleri haram kılmıştır, onları çiğnemeyin. Bazı konularda, unuttuğundan değil, sadece size olan rahmetinden dolayı sükût etmiştir, onları da araştırmayın.”
[xiii]
Söz konusu hükümlerin kabulü için Hz. Peygamber (s.a.v.)’den sâdır olmasını yeterli gören kimi sahabîler, bu gibi hükümleri olduğu gibi kabul etmişlerdir. Bu konularla ilgili hadislerin ifade ettiği hükümleri bazı gerekçelere dayandırmak mümkündür. Ancak söz konusu hükümlerin gerekçesini araştırmadan kabul etmek Müslüman âlimler arasında daha yaygın bir kanâattir. Bu konu ile ilgili en çok öne sürülen örnek şudur: Âdetli kadın namaz ve orucu terk edip, temizlendikten sonra orucu kazâ ile yükümlü olduğu halde namazı kazâ ile sorumlu tutulmaz. Yine kerâhet vakitlerinde namaz kılma yasağı da bu kabil hükümlerdendir. Bu hüküm şu hadise dayandırılmıştır: Hz. Peygamber (s.a.v.)’den nakledilen, “
Üç vakit vardır ki, Rasûlullah (s.a.v.) bize, bu vakitlerde namaz kılmamızı ve ölülerimizi defnetmemizi yasakladı: Güneş doğduğu zaman yükselinceye kadar, güneş tepe noktasına geldiği zaman zevaline kadar, güneş batmaya meylettiği zaman.”
[xiv]
[i] 2/Bakara, 187, 229, 230; 4/Nisâ, 13,14; 9/Tevbe, 97, 112; 58/Mücâdele, 4; 65/Talâk, 1.
[ii] 2/Bakara, 229.
[iii] 2/Bakara, 187.
[iv] 65/Talâk, 1.
[v] 2/Bakara, 187.
[vi] 2/Bakara, 229, 230.
[vii] 4/Nisâ, 13, 14.
[viii] 58/Mücâdele, 4.
[ix] Nisâ, 13-14.
[x] Buhârî, Şirket, 6, Şehâdat, 30; Tirmizî, Fiten, 12; Dârekutnî,
Sünen, IV, 184, 298; Hakîm, Muhammed b. Abdullah,
el-Müstedrek, IV, 129.
[xi] İbn Mâce, Talâk, 1.
[xii] Buhârî, Meğâzî, 53, Enbiyâ, 54, Hudûd, 12, 42; Müslim, Hudûd, 8, 9, 40; Ebû Dâvûd, Akdiye, 14, Hudûd, 4, 38; Tirmizî, Hudûd, 6; İbn Mâce, Hudûd, 6, 32; Muvatta, Hudûd, 12.
[xiii] Bazı lafız farklılıklarıyla birlikte bk. Dârekutnî, Ali b. Ömer Ebû’l-Hasen,
es-Sünen, IV, 184 (no: 42), IV, 298 (no: 104); Hakîm,
el-Müstedrek, IV, 129 (no: 7114); Beyhakî,
es-Sünenü’l-kübrâ, X, 12.
[xiv] Müslim, Müsâfirîn, 293; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 51; Tirmizî, Cenâiz, 41, Mevâkit, 31, 34; İbn Mâce, Cenâiz, 30.