ALLAH’I KALBE NAKŞETMEK
15.Hadis: "Size amellerinizin en hayırlısını, mâlikiniz (Allah) katında en çok beğenilen, (cennetteki) derecelerinizi en çok yükselten, altın ve gümüşü (Allah yolunda) vermekten daha sevaplı olan ve düşmanınıza rastlayıp da boyunlarını vurmanız (gâzi olmanız) ile düşmanınızın sizin boyunlarınızı vurmasından (şehit edilmenizden) daha fazîletli olan işi haber vereyim mi? O şey, Allah'ı zikretmektir." [1] Somuncu Baba Diyor ki: "Allahu Teâlâ'ya yaklaştıran yolların en yakını, kulun gerek maddî ve gerekse bedenî ibâdet türlerinden Allah'a yaklaşabileceği en evlâ yol, Allahu Teâlâ'yı zikretmektir. Gerek dille ve gerekse tüm cismânî ve rûhî güçleriyle zikir yolunu seçen kişi en yüksek maksada erişir ve tevhîdin en yüksek mertebesine ulaşır." Hadisin Yorumu Günümüz insanı o kadar çok sosyal medya ve televizyon karşısında zaman geçiriyor ki, bunlar onun zihin dünyasını tamamıyla işgâl ediyor. Hatta öyle ki, camilerde farz kılınır kılınmaz pek çok kişinin hemen cep telefonuna sarıldığını bile görebiliyorsunuz. Oysa sadece beş-on dakika önce bakmıştı zaten. Sanki çok yüksek bir konumda bir kişiymiş de ikide bir ülkeyi ilgilendiren bir mesaj alacakmış gibi davranır! Bunun yanında, gündelik hayatta seyrettiğimiz her haberin zihin dünyamızda bir iz bıraktığı ve haberin durumuna göre aklımızı bir müddet meşgul ettiği herkesin kabul edeceği bir durumdur. Lakin insan kalbini oyalayan hususlar arttıkça, o kalp artık o şeylere meyletmeye başlayacaktır. Bu sebeple her bir haberin kalbimizden bir şeyler götürdüğünü söylemeye gerek yok. Özellikle tv dizileri ile filmlerin gönül dünyamızda kalıcı etkiler bıraktığını da itiraf etmek zorundayız. Hele bunlardaki haram filler, başta gençler olmak üzere insanın nefsin ve şeytanın peşine takılmasına sebebiyet verir. Teknoloji bu derece gelişmeden önce insanların gündelik hayatlarına giren haberler büyük oranda çevresindeki kişilerle sınırlıydı. Ancak bu durum bugün değişmiş ve dünyanın her türlü fenâlığı iletişim araçları vâsıtasıyla hepimizin evine bir tesisat döşemiş gibidir. Sürekli oralardan evimize bir şey akıp durmaktadır. Bunun yanında evimizden çıktıktan sonraki manzaralar da bir o kadar fenâdır. Velhâsıl, zor zamanda Müslüman kalmak zorundayız. Görüldüğü üzere insan, kalbini ne ile yoğurursa zihninin odaklanacağı şeyler onlar olur. Ahlâkî değerlerden yoksun ortamlarda zamanlarını geçirenlerin ağızlarından İslâmî değerlere yönelik bir tek kelime çıkmaması bundandır. Çünkü buna dair bir açlığı veya hevesi yoktur. Başta şehvet olmak üzere kendisini dünyanın süflî halleri baskı altına aldığı için bundan kendisini soyutlaması çok zordur. Hele de ona kılavuzluk yapacak ve yardımcı olacak biri yoksa, zikrullah veya başka bir kulluk ile zaafiyetlerini gidermek akılına aslâ gelmez, hatta bu yönde kalbinde bir talep de oluşmaz. Ona bunu gösterecek olan ise iyi arkadaştır. Zamanımızda bunu sağlamanın ne kadar zor olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Zor Zamanda Dindarlık Günümüzde tasavvuf ve zühd kitaplarında ibâdet dünyaları anlatılan insanlar gibi bir Müslümanlık yaşamak aslâ mümkün değildir. Bunu yapabilmenin tek yolu toplum dışına çıkarak dağ başında yaşamaktır. Bunu da çok az insan yapabileceğine göre, bulunduğumuz şartlara uygun bir kulluk ve ibâdet dünyası inşâ etmemiz gerekmektedir. Allah’ın Kula Çizdiği Yol Rabb’imiz insanın -özellikle bu zamandakilerin- nelere meyyal olduğunu ve zaaflarının ne olduğunu elbette bizden çok daha iyi bilmektedir. Bu sebeple de kendisiyle aramızdaki bağı güçlü tutmamızı sağlayacak farz ve nâfile görevleri buyurmuştur. Gün içine serpiştirilmiş olan beş vakit namaz bu açıdan çok önem arz etmektedir. İnsan dünyanın ve içindeki bir takım uygun olmayan durumların etkisinde kalarak kalbine bir kasâvet çökebilir, ancak her vakit Rabb’in huzûruna durduğu zaman kalbi adeta yeniden şarj olarak toparlanır. Bu sebeple namaz ibâdetini şekil olarak yerine getirilen bir ibâdet olmanın çok ötesine taşımaya çalışmak gerekir. Bu yapılmazsa şeklen edâ edilen ibâdet, kulun kendisine çeki düzen vermesine pek katkı sağlamaz. Nitekim beş vakit namazında olduğu halde Müslümana yakışmayacak yaşantısı olan nice insanın durumu bunun bir göstergesidir. Hatta kul üzerinde önemli katkısı olmayan bu ve diğer ibâdetlerin, zamanla insan gönlünde değersizleşmesinden ve bir süre sonra da terk edilmesinden korkulur. Bunun yanında, zamanımız Müslümanlarının en çok ihmâl ettiği hususlardan biri de tesbîhât; insanın dilini Allah’ı zikre alıştırmasıdır. Bundan dolayıdır ki, namazın akabinde Allah Rasûlü Hz. Allah’ı doksan dokuz kere tesbîh eder, başka tesbîhât da yapardı. Bu yakarışları bir anlamda, namaz sonrasını en güzel şekilde bezemek olarak anlayabiliriz. Ayrıca Allah Rasûlü yatarken, kalkarken, eve hatta helâya girerken bile çeşitli duâları yapmamızı, yani zikrullahı tavsiye etmiştir. Bunları düşündüğümüz zaman şunu çok iyi anlıyoruz: Müslüman gündelik bütün işlerinde Allah’ı anmalıdır. Yaratıcısıyla bağını aslâ koparmamalıdır. Allah’ı Anmanın Sağlayacağı Fayda Zikrullahtan uzak kalmayan insan kalbi elbette kendisine çeki düzen verecektir. Bir taraftan Allah’ı anıp ona ibâdet ederken, diğer yandan şeytan ve nefsin peşinde haramlara bulaşmaktan utanacaktır. Kulluğunu yoğunlaştırdıkça Allah’a olan yakınlığı artacak ve belli bir noktadan sonra yanlış işler yapmayı kendisine yakıştıramayacaktır. Çünkü kul ile Allah arasında oluşan bağ korku temelli değil sevgi temelli olacaktır. Ashâbın Zikir Dünyası Allah Rasûlü’nün örnek nesil olarak önümüze koyduğu ashâbın hayatlarına baktığımızda zikri hayatlarının merkezinde görürüz. İbâdetlere olan düşkünlük ile haramlardan kaçınma zaten onların tabiatlarının bir parçası haline gelmişti. Bu yüzden de farz olan ibâdetler yanında nâfilelere de özel önem vermekteydiler. Kaldı ki onlar bunu Hz. Peygamber (s.a.v.)’den görmüşlerdi. Günümüz Müslümanlarının Allah Rasûlü’nü bizzat görme imkânları elbette ki yok. Lakin Allah kitabında, “And olsun ki, Rasûlullah, sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.”[2] “De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”[3] buyurmaktadır. Bunlar ve benzeri âyetler her dönemin Müslümanları için olduğu kadar bizim için de önem arz etmektedir. Bu yüzden bizler de Hz. Peygamber (s.a.v.)’e uymak zorundayız. Sorulması gereken soru şudur: “Hz. Peygamber (s.a.v.)’i göremediğimize göre ona nasıl uyacağız?” Bu sorunun cevabı hadiste ve sünnettedir. Kutlu elçiden bizlere mîrâs kalan hadis külliyatı vâsıtasıyla onu kendimize örnek alacağız. Bunu yapmazsak o zaman Hz. Peygamber (s.a.v.)’i önümüze rehber olarak koyan Rabb’imizin emirlerine önem vermemiş oluruz. Anlamlarını Bilmek Hiç şüphe yok ki, anlamını bilmeden okuduğumuz Kur’an nasıl ki gönüllerimize huzur veriyorsa, Allah Rasûlü’nün bizlere mîrâs bıraktığı zikrullah ile ilgili duâlar da aynı huzuru verecektir. Bununla birlikte Allah’ı ne diye tesbîh ettiğimizi anlamak için duâlarımızın anlamlarını ezberlemek son derece faydalı olacaktır. Böylece mânâsını bilerek gerçekleştirilecek münâcâtın mânevî hazzı daha da artacaktır. Bu önemli hususu ihmal etmemek güzel olur. Özellikle de namaz sonrası yaptığımız tesbîhâtın anlamını öğrenmeye gayret etmek hoş olur. Çocuklarımıza Mîrâsımızı Aktarmak Bu dönem insanı çoğunlukla nefsinin peşine takıldığından dolayı ailesine fazla zaman ayırmaz. Oysa başta tesbîhât olmak üzere zikrullahı çocuklarımıza da aktarabilmeliyiz. Öncelikle ev içinde yapılacak işlerde Allah Rasûlü’nden intikâl eden tesbîhleri onlara öğretmek güzel olur. Yemek duâsından, yeni elbise giyilince yapılacak duâya kadar son elçinin zikirlerini çocuklarımıza alıştırıp evimizin bereketlenmesine ve güzelleşmesine katkı sağlayabiliriz. Bu yolla çocuklarımıza değerlerimizi aktarmış olduğumuzu unutmayalım. Bedenî Zikir, Sözlü Zikir Yazının başındaki hadislerinde Sevgili Peygamberimiz iki zikre dikkat çekmektedir. Bunlardan bir tanesi insanın fiilî olarak yapmış olduğu ibâdetlerdir. Zekât vermek ile Allah yolunda cenge çıkmak: Allah Rasûlü bu ikisinin ne kadar büyük ibâdetler olduğunu belirtmektedir. Hakîkaten de durum böyledir. İnsanın cebindeki parada bir katkısı olmayan birine ondan pay ayırması nefse çok ağır gelen bir ibâdettir. Aynı şekilde sonunda can verilen cenge gitmek de fedakârlığın zirvesidir. İkinci zikir ise kalple ve bunun dışa vuruşu olan dil ile yapılan zikirdir. Allahu Teâlâ Kur’an’da pek çok âyette en zor ibâdet olarak cihadı gösterirken, Hz. Peygamber (s.a.v.) bu hadislerinde farklı bir hususa vurgu yapmamaktadır. İnsanın Allah yolunda kendisini fedâ edecek noktaya gelmesi için kalbinin buna hazır olması gerekir. Dolayısıyla Allah’tan uzak bir insanda şehâdet düşüncesi olmaz. Onu bu kıvâma getirecek olan Allah’la irtibatının güçlü olmasıdır. O yüzden Allah Rasûlü, burada çok önemli bir hususa işâret etmektedir: Her türlü bedenî fedakârlığın altında rabbe olan sevgi yatar. Bunu ise zikrullah, kulun Allah’ı her zaman zihin dünyasında tutması ve Yaratıcı’sıyla irtibâtını koparmaması, başka bir ifadeyle kulluğu sağlar. Bu açıdan baktığımızda zikrullahın, Allah’ı lisânımızdan eksik etmemenin neden çok önemli olduğunu daha iyi anlamaktayız. Şöyle buyuran rabbimiz ne güzel ferman eylemiştir: "Kalpler ancak Allah'ı zikirle tatmin olur."[4] “Beni anın, ben de sizi anayım. Bana şükredin, nankörlük etmeyin.”[5] [1] Tirmizî, Deavât, 6, Rakam: 3377. [2] 33/Ahzâb, 21. [3] 3/Âl-i İmrân, 31. [4] 13/Ra’d, 28. [5] 2/Bakara, 152.
Enbiya YILDIRIM
YazarBatı kültürünün her şeyimizi savuran etkisi ve yaşamın bireyselleşmeye doğru hızla kaymasıyla birlikte, bizleri birbirimize bağlayan ve toplum yapan değerlerin önce örselendiğini, sonra aşındığını, en...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Etrafımızda tanıdığımız pek çok insan vardır; hayatları sıradan bir şekilde devam ederken birden değiştiklerini ve Allah’a yöneldiklerini görürüz. Bazen bir Cuma sohbeti buna vesile olur. Vâizin insan...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Hemen hemen hepimizin şikâyetidir, ibâdetlerden lezzet alamamak. “Ben namazlarımı âdâbına uygun şekilde kılmaya gayret ediyorum, ancak bir türlü dünyadan kendimi koparamıyorum.” diyenimiz çoktur. “Niy...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Öğretmen bir sınıfa ilk kez derse girdiğinde, öğrenciler her açıdan onu süzmeye başlarlar. Alana ne kadar hâkim olduğuna, dersi güzel anlatıp anlatmadığına, Türkçesinin düzgün olup olmadığına, öğrenci...
Yazar: Enbiya YILDIRIM