ALLAH’A KOŞMAK
- Hadis:
“Kim Allah'a kavuşmayı arzularsa, Allah da ona kavuşmayı arzular. Kim de Allah’a kavuşmaktan hoşlanmazsa, Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz.” [1]
Somuncu Baba Diyor ki:
“Aleyhisselâm ölüm gelmeden önce ona hazırlanmaya teşvik etmişlerdir. Çünkü muhabbet arzulattırır. Arzu ise vuslata götüren sebepleri elde etmeye, yani hazırlanmaya sevk eder. Hazırlık ise, mü’minler için zâhirî ibâdetler, ârifler için kalbî muâmeleler, muvahhidler için de fenâ-fillahla gerçekleşir. Her ölüm için (beden açısından) tabîî, (âhiret için de) irâdeye dayalı bir hazırlık vardır.”
Hadisin Yorumu
İnsan sevdiği bir kişiyle buluşmak için elinden gelen gayreti gösterir. Bütün engelleri aşmaya çabalar. Nişanlı bir insanın evleneceği kızı görmek için kilometrelerce yol kat etmesi yanında evlâdını görmek için her zorluğa katlanmaya hazır ebeveynin gayretlerini hepimiz biliriz. Özellikle de bir suç sebebiyle hapishâneye düşmüş olan insanları ziyâret etmek için yakınlarının ne tür zahmetlere katlandıkları hiçbirimizin yabancısı değil. Bunun yanında askerde olan çocuklarımızın yemin törenleri başta olmak üzere çeşitli vesîlelerle birliklerine gidip yanlarında oluruz. Hasta ziyâretleri ve cenaze merâsimleri yanında düğün gibi etkinliklere gitmemiz de hep sevdiğimiz insanlar sebebiyledir. Hepsinin arkasında yakınlık vardır.
Sevgi öyle bir şeydir ki, insan yaşlı anne babasının anlattıkları kendi gündemiyle hiç ilgili olmasa bile, onların dizinin dibine oturup anlattıklarını saatlerce dinlemekten yorulmaz. Çünkü annesinin veya babasının, saçlarında dolaşan buruşuk elleri onu öyle mutlu eder ki! Çünkü en çok sevdiği insanlarla bir aradadır.
Allah Rasûlü’nün sahâbîlerindeki peygamber sevgisi de böyle bir şeydi.
“Anam babam sana fedâ olsun.” derken, ona bir şey olmasın diye canla başla öne atılırken, gönderdiği zorlu görevlere aslâ itiraz etmeden giderken onları bu fedakârlıklara sevk eden tek bir şey vardı: Allah Rasûlü’nün sevgisi. İşte insan sevgisi böyle bir şeydir. Bunun yanına vatan sevgimizi, yeryüzünün her hangi bir bölgesindeki Müslüman kardeşlerimizin acısını yüreğimizde hissetmemizi de koyabilirsiniz.
Allah’a Kavuşmaya Hazırlık Yapmak
Birine misâfirliğe gideceğiniz zaman önce üstünüze başınıza bir çeki düzen verirsiniz ve sonra eli boş gitmemek için küçük de olsa bir hediye alırsınız. Aynı şekilde evinize misâfir geleceği zaman da iyi bir şekilde ağırlamak ve mahcup olmamak için elinizden gelen hazırlığı yaparsınız. Gerek misâfirliğe giderken ve gerekse misâfir ağırlarkenki durumunuz karşı tarafa verdiğiniz değeri gösterir. Bu noktada Allah ile ilişkimizi sorgulamamız ve bazı sorulara cevap aramamız gerekecektir. Özellikle de şuna:
Allah’ı sevdiğimizi iddia ediyoruz: İnsan sevdiği birinin özellikle de çocuklarının ve hürmet ettiği kimselerin, meselâ anne babasının isteklerini yerine getirmeye gayret eder. Kendi boğazından kısar ve çocuklarına temin etmeye gayret eder. Bunun temel sebebi sevgidir. Birbirimize, “Allah’ı seviyor musun?” diye soracak olsak, çoğumuz bu sorunun anlamsız olduğundan dert yanarak, “Elbette seviyoruz.” diyecektir. Lakin peşinden “Sevginin göstergesi nedir?” diye bir soru gelecek olsa, evet böyle bir soruya muhâtap olsak, acaba durumumuz ne olur? Belki yaptığımız ibâdetleri ve başka şeyleri zikrederiz. Ancak kalplerimizle amellerimizin ne derece irtibatlı olduğunu bilen Allah karşısında, bu ibâdetlerimizin ne kadarını sadece rızâ-i Bârî için yapmış olarak Allah’ın huzuruna takdim edebiliriz? Ne kadar tehlikeli bir soru değil mi? İbâdet ettiğimizi iddia ediyoruz, ama bunların ne kadarının samîmîyet ve ihlâsla, kendimizi vererek yaptığımız hususunda ciddî kuşkularımız var. Bunun yanında, hayatımızı mahvettiğimiz haramlar da sırtımızda ağır bir yük olarak durmaktadır. Hem Allah’a muhabbeti iddia ediyoruz, hem de Allah’ın hoşnut olmayacağı gıybet, kul ve kamu hakkı türünden pek çok yanlışın da içine düşüyoruz. İşte bu gerçekler karşısında bize, “Allah’ı sevmek böyle mi olur?” diye bir soru sorulacak olsa ki, bu kıyâmette sorulacak- vereceğimiz cevabı iyi hazırlamamız gerekecektir. Demek oluyor ki, söz ile eylem birbiriyle uyumlu değil.
Allah’a Kavuşmayı İstemek Nasıl Olur?
Yaşımız elverdiğince ölüm döşeğinde nice insan görmüşüzdür. Ağır hastaları ziyâret etmişizdir. Bu insanlardan, çok acı çekip bir an önce elemden kurtulmak isteyenlerin dışında, “Hemen öleyim de Allah’ıma kavuşayım.” diyeni çok az görmüşüzdür. Manzara karşısında, “Bu kadar Müslüman Allah’a kavuşmaktan kaçıyor mu?” gibi bir soru aklımıza gelebilir. Buna iki hususla cevap verilebilir:
- Kötü insanlar dünyada ne yaptıklarının farkında olduklarından dolayı âhirete göç etmeyi hiç istemezler. Çünkü kendilerini neyin beklediğini çok iyi tahmin etmektedirler. Doğrusu böyle insanları âhirette karşılamaktan Allah da hoşnut olmayacaktır. Çünkü kendi rızâsının tamamen dışında ve günahlara batmış bir hâlde huzûruna gelen kimsenin durumu asla râzı olacağı bir hâl değildir. Bu sebeple ne Allah onunla ne de o Allah ile karşı karşıya gelmekten hoşnut olur. Lâkin sonuçta görülmesi gereken bir hesap vardır ve bu kul hesabını vermeden yerinden kıpırdayamayacaktır. Nitekim Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Kıyâmet günü Âdemoğlu şu beş şeyden hesaba çekilmedikçe rabbinin huzurundan ayrılamayacaktır: Ömrünü nerede tükettiğinden, gençliğini nerede geçirdiğinden, malını nereden kazanıp nereye harcadığından, bildiğiyle ne denli amel ettiğinden."[2]
- Hayatını samîmî bir şekilde ibâdet ve tâatla geçiren bir Müslüman, ölüm sonrası durumunun ne olacağı hususunda büyük endişe taşır. Çünkü elinden geldiğince amel etmiştir, ancak Allah’ın rahmeti olmazsa amelinin kendisini kurtaramayacağını düşünür. Bu onda büyük bir endişe oluşturur. Tasavvufî ifadeyle havf ve recâ arasında kalır. Hem rahmeti ve bağışlanmayı ümit etmekte, hem de günahlarından korkmakta, yaptığı amellerin kabul edilmemiş olmasından endişe etmektedir. Bu yüzden kitaplarımızda âbid ve zâhid kul olarak zikredilen insanların bile son demlerinde endişe içerisinde oldukları anlatılır. Bu tam da Müslümanın olması gereken bir haldir. Nefsinin peşine takılmadan kurtuluşu Allah’ın lütfunda aramanın göstergesidir. Bu korku ve endişeye rağmen güzel insanlar Rablerine kavuşacak olmanın sevincini yüreklerinin bir yanında her zaman taşırlar. Dolayısıyla endişe ve sevincin birbirine karıştığı bir zaman diliminden söz ediyoruz.
Musallâda Yatanlar
İnsana âhireti, ölümden daha tesirli hatırlatan bir vâiz yoktur. Tabîî bu durum, ibret alabilen için söz konusudur. Kaldı ki Rabb’imiz de buna dikkat çekmektedir:
“De ki: ‘Kendisinden kaçtığınız ölüm muhakkak sizi bulacaktır. Sonra siz görüleni ve görülmeyen her şeyi bilen Allah’a döndürüleceksiniz. O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.”[3] “Her can ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz.”[4]
Sevgili peygamberimiz,
“Lezzetleri bıçak gibi kesen ölümü çok hatırlayın.” buyurmuştur.
[5] İmam Gazâlî de insanın ölümden ibret almasının yolunu şöyle tarif etmiştir: “Ölümü hatırlamanın en tesirli yolu, senden önce göçen akranlarını, emsallerini çokça anman, onların ölümlerini, yıkılıp toprak altına girdiklerini düşünmen; makam ve mevkilerindeki güzel görünümlerini gözünün önüne getirmendir. Sonra toprağın onların güzel sûretlerini nasıl çürüttüğünü tefekkür etmen; kabirlerde âzâlarının nasıl birbirinden ayrıldığını hayâle getirmen; kadınlarını nasıl dul, çocuklarını nasıl yetim bıraktıklarını, mallarını nasıl terk ettiklerini görmen; meclislerde boş kalan yerlerine ibretle bakmandır.”
[6]
Demek oluyor ki, akıllı insan görüp yaşadıklarından dersini alan kimsedir.
Hazırlıklı Olmak
İnsanın hangi vakitte nerede ölümle yüzleşeceği elbette belli değil. Nice genç insan bir de bakmışsınız ki aramızdan gitmiş. Kezâ pek çok pîr-i fânî çocuklarını kabre koyup yaşamaya devam etmiş. Velhâsıl ölüm çoğunlukla insanlar için bir sürprizdir. Ağır hastalığa yakalanan insan vefat edeceğini tahmin edebilir, ama beklemeksizin ölüme yakalananlar hiç de az değildir. Bununla birlikte, insanların kendilerine en uzak tuttukları şeylerin başında ölüm gelir. Gençler bir yana yaşlılar bile ölümü kendilerine yakıştıramazlar. Ölüme yaklaştıklarını ise dillerinin ucuyla söylerler. Çünkü hâlâ kalplerinin bir yanındaki yaşama isteği depreşik vaziyettedir.
İnsanın hayatı sevmesi ve dünyanın nimetlerinden istifâde etmeye gayret etmesi güzel bir şeydir. Sonuçta dünya bizler için yaratılmıştır. Bunda kınanacak bir şey yoktur. Burada unutulan husus, hepimizin dilinde dolaşan şu güzel sözdür: “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi âhiret için çalış.” Bu söz hadis olarak şöyle geçer:
“Hiç ölmeyeceğini zanneden biri gibi çalış, yarın ölecek biri gibi de tedbirli ol.”[7] “Sizin hayırlınız dünyası için âhiretini, âhireti için dünyasını terk etmeyendir.”[8] Veysel Karânî’nin şu sözü de muhteşemdir: “Ölümü, yattığında yastığının altında, kalktığında da karşında bil.”
Bizim hayat düsturumuz olan Kur’an nasıl bir yol takip etmemiz gerektiğini çok açık bir şekilde belirlemektedir: Öyleyse kitaba gerçekten uymakta geç kalmamak için gözümüzü yaratıcımızın buyruğuna döndürüyoruz:
“İnsanlardan öyle kimseler vardır ki, ‘Rabb’imiz! Bize (nasibimizi) dünyada ver.’ derler; böyle kimseler için âhirette bir nasip yoktur. Onlardan öyle kimseler de vardır ki, 'Rabb’imiz! Bize dünyada da iyilik, qhirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından muhafaza eyle.' derler.”[9] “Allah’ın sana verdiği servet ile âhiret yurdunu ara; dünyadan da nasîbini unutma; Allah sana nasıl iyilik ettiyse sen de öyle iyilik et.”[10]
Sözü Hulûsu Efendi (k.s.)’ye bırakalım:
Ölmeden ön ölmek olsun dâim ârzun ey gönül
Nefs ü şeytânın elinden çeşm-i nem-nâk olagör
***
Ölmeden öndin bul memât hayy ol içip âb-ı hayât
Hem ol ki mahv-ı mahz-ı zât cân vâkıf-ı esrâr ola
***
Seni bu hâl-i harâbdan götürürler bir gün
Ölmeden öndin ölüp göçmeden öndin göçegel
[1] Buhârî, rakam: 6508.
[2] Tirmizî, 2416.
[3] 62/Cum’a, 8.
[4] 29/Ankebût, 57.
[5] Musned, 7925.
[6] İhyâ, 4/402.
[7] el-Câmiu’s-Sağîr, 2893.
[8] Kenzu’l-Ummâl, 6336.
[9] 2/Bakara, 200-202.
[10] 28/Kasas, 77.