Allah’a İman ve Sonuçları
Kâinatta her şeyin yaratıcısı, sahibi ve yöneticisi Allah’tır. “Allah” lafzı, O’nun özel adıdır. Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak aklî ve ahlakî bir mecburiyettir. Çünkü akıl, zaman ve mekânı başlatan, eşyayı yoktan var eden bir yaratıcının olması gerektiğini düşünür. İnsanın, kendisini yaratan, yaşatan ve sayısız nimetler veren Yaratıcıya inanması ve ona kulluk etmesi ise ahlaki mecburiyettir.
Allah’ın zatına mahsus sıfatlarıyla O’nun varlığı hakkında bilgi sahibi oluruz fakat varlığının mahiyetini bilemeyiz. Allah’ın zatî sıfatları şunlardır: Vücut (mevcut), Kıdem (başlangıcı yok), Beka (sonu yok), Vahdaniyyet (tek), Muhalefetün li’l-havadis (sonradan yaratılanlara benzemez), Kıyam bi-nefsihi (varlığı kendindendir). Bu sıfatlar sadece Allah’a mahsustur, ondan başkasına bu sıfatlar yakıştırılamaz.
Allah’ın subuti sıfatları ve esma-i hüsnası (güzel isimleri) ise bize O’nun fiilleri hakkında bilgi verir. Bu sıfatlarla Allah’ı daha iyi tanıma imkânı buluruz. Allah’ın subuti sıfatları mutlak, eksiksiz ve sınırsızdır, insanlara da bu sıfatlardan cüz’i olarak vermiştir. Allah’ın subuti sıfatları şunlardır: Hayat, ilim, semi, basar, irade, kudret, kelam, tekvin. Yani insanların da hayatları, işitmesi, görmesi, iradesi vardır fakat bunlar kısıtlıdır.
Allah’ın zatını bu dünyada görmek mümkün değildir fakat varlığı ve kudreti eserlerinde görebilir, böylece imanımızı pekiştiririz. Allah’ın zatı ve mahiyetini (nasıl biri olduğunu) asla bilemeyiz. Bu hususta düşünmek de doğru değildir. Bizim zihnimiz onun zatını kavrayamaz, her neye benzetilirse benzetilsin o değildir, onu bir şeye benzetmek de caiz değildir. O; varlığıyla, eser ve faaliyetleriyle her yerdedir. Meydana gelen her şeyi görür, işitir ve ona iyi ya da kötü şeklinde bir kıymet takdir eder.
Biz, Allah’ı Kur’an’dan, kendisini tanıttığı kadarı ile tanıyabiliyoruz. İhlas Suresi’nde, Ayete’l-kürsi’de (Bakara, 255), Haşr Suresi’nin son ayetlerinde ve birçok ayetin sonunda yer alan er-Rahman, er-Rahim, el Aziz, el-Âlim, es-Selâm, el-Kuddûs, el-Mâlik, el-Hâlik, el-Vedûd vd. sıfatlarda Allah bize kendisini tanıtır. Allah’ı tanıtan 99 güzel isme Esma-i Hüsna denilmektedir. Halk arasında Kulhü olarak bilinen surede bize Allah saf tevhit inancına göre tanıtıldığından bu sureye İhlas Suresi denilmiştir. Sure mealen şöyledir:
“De ki Allah tektir. Samet’tir. (Her şey ona muhtaçtır, O hiçbir şeye muhtaç değildir.) O, doğmamış ve doğurulmamıştır. Hiçbir şey O’nun dengi değildir.”
Yahudiler, Üzeyir (a.s.)’ı, Hıristiyanlar da Hz. İsa (a.s.)’ı Allah’ın oğlu kabul ettiler. Müşrikler de meleklere Allah’ın kızları diyorlardı. Bütün bunlar şirktir, yani böyle inananlar Allah’a ortak koşmuş olurlar. Allah’a yakınlaşmak için bazı nesneleri kutsal kabul etmek, Allah’ın belirlediği kutsallar dışında yeni kutsallar icat etmek şirktir; şirke düşene de müşrik denir. Müşrik Allah’a inansa bile onun imanı geçersizdir. Şirk, Allah’ın affetmediği en büyük günahlardandır.
Allah’a iman etmek, O’na en iyi şekilde ibadet etmeyi gerektirir. Çünkü O, hiçbir mecburiyeti yokken bizi yaratmış ve bize sayısız nimetler vermiştir. Allah’a imanımızın bir gereği olarak, O’nu çokça anmamız (zikir) ve O’na şükretmemiz gerekir. Yüce Yaratıcımız: “Beni anın ki ben de sizi anayım, bana şükredin, nankörlerden olmayın.” (Bakara, 152) buyurmaktadır. Allah’a inanmamak, ona yanlış inanmak, inansa bile gaflete düşüp unutmak, sadece işi düşünce O’nu hatırlamak büyük bir nankörlüktür.
Allah katında ibadetlerimizin ve kulluğumuzun kabul olması için imanımızın Allah katında sahih ve makbul olması gerekir. İmanın sahih ve makbul olmasının üç şartı vardır:
Dinin emirlerinden bir kısmını kabul edip bir kısmını kabul etmemek, kabul etse bile bazı hükümleri demode, çağ dışı ve gereksiz görmek imanı tahrip eder. Bu sebeple zihnimizde oluşan inancın akaitte belirlenen ve Kelam ilminde açıklanan inanç esaslarına tam olarak uyup uymadığını bilmemiz ve gözden geçirmemiz gerekir.
Kur’an’da birçok yerde “İman edenler ve salih amel işleyenler..” mealinde ayet cümleleri geçmektedir (Bkz. Bakara, 25, 82; Nisa 57, 112; Maide 93; Yunus 4; Ra’ad 29). Salih amel, bir işi hem usulüne uygun olarak hem de ihlaslı olarak sırf Allah için yapmak anlamına gelir. Ayetlerde imandan sonra amel zikredilmektedir.
Buna göre iman amel etmeyi gerektirir, denilebilir. İman edip ibadetlerini yapmayanlar büyük günah sahibi olurlar fakat dinden çıkmazlar. Ehl-i sünnete göre, amel imandan bir cüz değildir. Ameli olmayanın da imanı geçerlidir fakat amel ile korunmayan iman zayıf kalır ve her türlü yıkıcı etkiye açık hale gelir.
Emine Büşra YÜKSEL
YazarHicret’in 10. yılıydı... Mekke fethedilmiş, İslamiyet daha geniş kitlelere yayılmıştı.İslam’ın kurtarıcı eli Becileoğullarına da ulaşmış, 150 kişilik bir heyetle Medine’nin yolunu tutmuşlardı. Cerir b...
Yazar: N.Nida DURAN
Komşu; ev, iş yeri, arazi, köy, şehir, ülke bakımından yakın olan, yan yana veya çok yakın olanların birbirine göre aldıkları addır. Kimlerin komşu sayılıp sayılmayacağı hususundaki tespit örfe bırakı...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL
Kardeşlik; beşerî ilişkilerde kan bağı ve duygusal bağ ile kurulan bir yakınlığı ifade eder. İnsanlar, ya bir anne ve babadan olmaları hasebiyle kan kardeşidir ya da inanç ve gönül bağı sebebiyle meca...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL
Sağlık, Allah’ın nimetlerindendir. Sağlık, ibadeti tam olarak yapabilmenin de temel şartıdır. Sağlığı bozulmuş bir mü’min, hastalık durumuna göre, İslâm’ın beş temel şartından üçünü (namaz-oruç-hac) t...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL