Akıl ve Kalbin Dengesi
Akıl ve mantık, elbette yaşam sürecimiz açısından fazlasıyla önem taşımakta… Ancak insanın yaşamını verimli ve güvenli bir şekilde sürdürebilmesi açısından sadece mantık yetersiz kalmakta. Salt mantıkla hareket eden bir insanı programlanmış bir bilgisayara, bir robota benzetmek mümkün. Alternatifleri, yine kendisine yüklenen program çerçevesinde seçebilir. Peki ya sevmek, üzülmek, sevinmek, mutlu olmak, öfkelenmek, şefkat duymak, hissetmek, sezmek, âşık olmak, nefret etmek, niyet etmek, heyecanlanmak, coşmak, korkmak, cesaretlenmek, empati duymak, hayal etmek, rüya görmek, dua etmek, huzur bulmak, mutlu olmak, mutsuz olmak, vicdan sahibi olmak, ilham almak gibi gerçekleri nereye koyacağız? Çok mantıklı bir adam her zaman çok şefkatli bir adam mıdır? Ya da çok mutlu mudur? İnsanlarla duygusal empati sağlayabilir mi? Çok akıllı ve mantıklı bir patronunuz ya da müdürünüz, pekâlâ duygusuz ve zorba biri olabilir. Öğrencilik yıllarınızda çok bilgili, akıllı ve mantıklı bir öğretmeninizin dersi pek de zevkli geçmemiş olabilir ya da o çok mantıklı öğretmeninize bir türlü ısınamamış olabilirsiniz. Buna karşın aklını, mantığını, duygusal zekâsını ve vicdanını dengeli bir biçimde kullanabilen, insanlarla sıcak ilişkiler kurabilen, empatik ve lider özellikli bir öğretmeninizden gördüğünüz sıcaklık ve ilgi sayesinde çok daha mutlu ve verimli anlar yaşamış olabilirsiniz. Sadece mantık kurallarına göre hareket edenler birer makine ya da robot gibi yaşarlar; “Yağmur yağdığı zaman şemsiye açılır ve yağmurdan korunulur.“ gibi… Peki, ya doğayla baş başa kalmanın verdiği huzuru hisseden ya da sevdiğiyle el ele bir nisan yağmurunun altında şarkılar söyleyerek, iliklerine kadar ıslanarak, keyifle, mutlulukla yürüyen bir kişinin davranışlarını mantığın hangi kefesine koyacağız? Herkes ıslanmamak için köşe bucak kaçarken ya da şemsiyesini açarken, siz hangi mantık kuralına göre böyle bir şey yaparsınız? Peki, ya suyun kaldırma kuvvetini hamamda banyo yaparken keşfeden ve keşfettiği anda sokaklara fırlayıp “Evraka! Evraka!” diye bağıran ünlü bilim ve düşünce adamı Arşimed’in bu hareketini akıl-mantığın neresine koyacağız? Ya Hezarfen Ahmet Çelebi’ye ne dersiniz? O devirde yapma kanatlarla Galata Kulesi’nden atlayarak uçmaya kalkmak akıl-mantık işi miydi? Bir ışık demetinin üzerine binip Evren’e yolculuk yaptığını hayal eden ve E=mc2 ‘yi bulup fizikte devrim yapan Einstein’a ne demeli? Belki de başarılı bilim adamları için genellikle kullanılan “uçuk-kaçık biri” tanımlaması, akıl ve mantıkla birlikte bunların çok ötesindeki potansiyel zekâlarını da devreye sokan kişiler olmalarından kaynaklanmaktadır. Sadece mantık kurallarına ve bilinçli zihne bağlı olarak resim çizmeye çalışan bir ressam, belki de hayal, sezgi ve ilham güçlerinden esinlenerek çizilmiş bir resim kadar kaliteli ve özgün bir eser ortaya çıkaramayacaktır. Sadece mantık kurallarından bir nota kombinasyonu çıkarmaya çalışan bir müzisyen, rüyasından aldığı ilhamla yüzyıllarca tüm insanlığın dinlediği evrensel yapıtlar çıkarabilen bir müzik adamı kadar başarılı olamayacaktır. Örneğin, aşk için canını vermek, hiçbir mantıksal temelle bağdaşmaz. Ama insanın doğasında bu ve buna benzer bir dizi garip özellikler vardır. Sorun, bunların kaynağının nesnel veya mantıksal olmaması da değildir. Sorun, insanoğlunun Evren’i bunlar olmadan, sadece akılla anlamaya çalışmasıdır. Bizim anlatmak istediğimiz, kesinlikle akıl ve mantığın bir kenara koyulması gerektiği anlamında bir şey değildir. Söylemek istediğimiz, sadece IQ testlerine dayanan akademik zekânın, bir insanın başarısı, mutluluğu üzerine tek başına etkili olmadığıdır. Tabii ki mantığı bir kenara koyarak sadece duygularla hareket etmek kişiyi insanlıktan uzaklaştıracaktır. Sadece duyguları, dürtüleri ve sezileriyle hareket edenler de hayvanlar âleminde yaşamış gibi olurlar. Sadece duyu ve dürtüleriyle hareket eden bir kişi acıktığı anda yoldan geçen birinin elindeki yiyeceği kapabilecek ya da bir dükkândan rastgele ve zorbalıkla yiyecek temin etmeye çalışacaktır. Trafikte tüm yolların kendisine ait olduğu hissine kapılarak önüne çıkan herkese saygısızca davranabilecektir. Çok zengin olma dürtüsüyle hareket eden biri “Amaca giden her yol mubah.” felsefesi gereği, dolandırıcılık, hırsızlık, hortumculuk yapabilecek, hatta cinayet işleyebilecektir. Tabii ki bu işleri yapan kişilerin bir kısmı çok mantıklı insanlar da olabilir, akademik başarıları da yüksek olabilir. Yani sadece duygularıyla hareket edenler değil, sadece mantığıyla hareket edenler de suç işleyebilir. Mesela bir hırsız, hırsızlık konusunda mantığını çok iyi kullanan zeki biri olabilir. Bir katil, işleyeceği cinayetler için sıradan bir insanın akıl ve mantığını aşan cinayet senaryoları hazırlayabilir. Üstün IQ’ya sahip birçok bilişim suçlusu var. Bu kişilerin matematiksel-mantıksal düzeyleri bizlerin belki de çok üzerinde… Kısaca, akıl-mantık ile duyu-sezi araçlarımızı ayrı ayrı kullanmak kadar bu ikisinin bir arada ancak koordinasyonsuz kullanılması da insana ve çevresine zarar verecektir. Akıl-mantık ile duyu-sezi özelliklerimizle birlikte başka bazı şeylerin de devreye girmesiyle mükemmel bir koordinasyonun sağlanabilmesi için bilmemiz gereken birtakım şeyler var. Aklınızı fazla karıştırmak istemem. Anlatmak istediğim, tek başına akıl-mantık ya da tek başına duygusal araçlar ya da bunların her ikisini de koordinasyonsuz ve ilişkisiz kullanmanın insanı mükemmelleştirmediği… Burada “kalp” değimiz olgu da devreye girmeli… Belki de akıl-mantık ile duyu-sezi koordinasyonunu sağlayan en önemli insanî araçlarımızdan biridir kalp. Kalpten kastetmek istediğimiz, sadece vücudumuza kan pompalayan o mükemmel organımızın fiziksel varlığı değil tabii ki… Kalbin fizik ötesi boyutlarından bahsetmek istiyoruz burada. Hani “kalpsiz insan” derler ya… O insanın gerçekten bizim anladığımız anlamda kalbi olmasaydı zaten hayatta olmazdı. Bu durumda yaşamasına rağmen, “kalpsiz” olan birinin sahip olduğu kalbin özelliklerini anlatmak istiyoruz burada. Ya da “iyi kalpli bir insan” diye tasvir edilen bir kişiyi düşünelim: Burada anlatılmak istenen, herhalde adamın kalbinin çok sağlıklı olduğu ve iyi kan pompaladığı değildir. Burada mecaz bir kalp tanımlaması var. Biz bu anlamdaki kalpten bahsetmek istiyoruz. Anatomik kalbimiz, hayatî fonksiyonlarımız açısından çok önemlidir. Kalp çalışmazsa insan da yaşamaz. Ya da bitkisel hayat yaşayan biri, her ne kadar kalbi çalışsa da insanî anlamda yaşıyor sayılmaz. Günümüzde Batı toplumlarında çok kaliteli eğitimler verilmesine, lüks ve konforun da en üst düzeylerde bulunmasına rağmen yetişen yeni nesil, bencil, doyumsuz, saldırgan, duyarsız, saygısız tutumlar sergileyebilmektedir. Bu tür insanlar birbirlerinin hatalarını hoş görmekten çok, kendisine hata yapıldığını düşündüğü anda karşısındakini yok etmek isteyebilmektedir. Güzel okullar bitirmekte ama istediği başarıyı yakalayamamakta ve hayal ettiği yaşam şeklini elde edememektedir. Özenli ve pahalı eğitimlere rağmen istenilen “adam gibi adam” yetiştirmekte sektelere uğranılmaktadır. Bir kısım bilim adamları, psikologlar ve eğitimciler: “Biz nerede yanlış yapıyoruz?” diye sormaktalar. Sebebini de özetle şöyle açıklamaktalar: “Biz sadece maddî eğitim veriyoruz. Beynin daha çok sözel-matematiksel-mantıksal özelliklerini taşıyan sol yarımküresine hitap ediyoruz. Sıradan bilince önem verdiğimiz hâlde sezgisel bilinci hesaba katmıyoruz. Hayal kurma, sezme, düşünme, ilişki kurma, bütünü algılama, ilham gibi yetenekleri barındıran sağ beyin yarımküreyi aktive edemiyoruz. Çok mantıklı adamlar yetiştiriyoruz ama dâhiler yetiştiremiyoruz. Bedenleri ve mantığı eğitiyoruz ama gönülleri eğitemiyoruz.” Yukarıda anlattıklarımızı Hz. Mevlâna ne güzel özetliyor: Aklın yoksa yandın… Ya kalbin yoksa? O zaman zaten sen yoksun ki…
Selçuk ALKAN
YazarMezarlıklar bizim uhrevî definelerimiz, hazireler de manevî hazinelerimizdir. Bu mekânlar, şehirlerimizi, ilçelerimizi, kasabalarımızı, köylerimizi süsleyen bedestenlerdir âdeta. Süheyl Ünver’in tabir...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Lügatte “sağlam ve muhkem olmak” anlamına gelen “ve-sâ-ka” ya da “güvenmek, itimat etmek” manasındaki “si-ka/vüsûk” kökünden türemiş bir isim olan mîsâk kelimesi “antlaşma ya da kuvvetli ahid” anlamla...
Yazar: Gökhan ÖZBEK
Kış mevsimi denilince muhtemelen ilk aklımıza gelen iki mefhum, kar ve soğuk olmalı. Doğrudur, lâkin kâinatta zerreden küreye her türlü hadise ve anasır, onlara verdiğimiz mana nisbetinde tecessüm ede...
Yazar: Selçuk ALKAN
“Birlik ve beraberlik”, çok sık duyduğumuz kavramlardan olsa gerek. Öğrencilik yıllarımızdan tutun, mezuniyetten sonra, askerlik görevinde, iş hayatında, kitle iletişim araçlarında, velhasıl bu toprak...
Yazar: Selçuk ALKAN