AİLEYİ AYAKTA TUTAN DEĞERLER
"Aşk ve sevgi evliliğin ya da ilişkinin nedeni gibi düşünülür hep. Aslında iyi ilişki varsa¸ eşler arasında aşk ve sevgi ortaya çıkar. Bu iki duygu iyi bir ilişkinin başlangıcı değil¸ sonucudur. İyi ilişki varsa sevgi çoğalır¸ yoksa azalır. Bu nedenle evlenecek kadın ve erkek arasında¸ başlangıçta nefretin ya da negatif duyguların olmaması birlikte yaşamaları için yeterlidir." İslâm ahlak felsefecileri aileyi ayakta tutan dört temel değerden bahseder. 1. Sevgi (Karşılıklı sevgi ve ötekine karşı yükümlülükleri yerine getirmek) 2. Saygı (Birbirine saygı ve birbirinin haklarına riayet) 3. Karşılıklı güven¸ iffet ve sadakat 4. Karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma1 Arapça bir kelime olan aile' kelimesinin kökeni âle' fiilidir. Anlamlarından biri de fakir ve muhtaç olmak' demektir. Kelimenin kökenine indiğimizde aile' birbirine muhtaç olan bireylerin meydana getirdiği birlikteliktir. Yani ailenin kuruluş felsefesi¸ birbirine çeşitli açılardan muhtaç olan insanların¸ meşru bir birliktelik ortamında birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılamasıdır. Bizler toplum olarak ihtiyaç' dediğimizde aklımıza hep ekonomik ihtiyaçlar gelir. Karşımızdaki insanın duygusal ihtiyaçlarını hep geri plana iter¸ bazen de gereksiz görürüz. Bundan olsa gerek ki kadınlar¸ erkeklerinden yakınırken¸ "Saçımı süpürge ettim ama kıymetimi bilmedi."; Erkekler kadınlarından yakınırken de "Yediği önünde yemediği arkasında¸ bu kadın neden bir türlü mutlu olmuyor?" derler. Oysa Yüce Yaratan evliliği sevgi ve şefkat temeli üzerine kurmuş ve bunu varlığına ve yüceliğine işaret eden bir delil olarak göstermiştir: "O'nun sınırsız kudretinin göstergelerinden biri de iç dünyanızda huzur ve dinginliğe kavuşasınız diye size kendi türünüzden eşler lütfedip aranızda sevgi ve şefkati yerleştirmiş olmasıdır. Hiç şüphesiz bütün bunlarda sağduyuyla düşünen kimseler için dersler ve ibretler vardır."2 Ayetin satır aralarından şunları okuyoruz: Evlilik sıradan bir olay değil¸ düşünen akıl sahiplerini Allah'ın varlığına ve yüceliğine ulaştıran bir ayet¸ bir delildir. Yani her şeyden önce üzerinde düşünülmesi gereken bir olaydır. Ailenin kuruluş amacı¸ insanın huzur ve sükûn bulmasıdır. Bu huzur ve sükûn için gerekli olan sevgi ve merhametin ilk nüvesi¸ eşlere ilâhî bir destek olmak üzere¸ bizzat Cenab-ı Allah tarafından yerleştirilmiştir. Sevgi tek başına yeterli değildir. Sevginin şefkat ve merhametle desteklenmesi gerekir. Bu noktada şöyle bir soru kaçınılmaz oluyor. Allah'ın birbirinde huzur bulsun diye yarattığı eşler¸ nasıl oluyor da birbirinin kâbusu hâline geliyor? Madem Allah eşler arasındaki sevginin temelini kendisi atmıştır¸ neden bunca kadın kocaları tarafından öldürülüyor? Eğer Allah vaadinden dönmezse' neden bu sevgisizliğimiz? Sanırım bu soruların cevabını günümüz dünyasında evliliğe¸ aşka ve sevgiye bakışımızda aramamız gerekiyor. Biz evliliğe bizi Allah'a götürecek bir ayet değil¸ birtakım maddî ihtiyaçlarımızı en üst düzeyde karşılamayı amaçladığımız bir şirket gibi bakıyoruz. Dünyevî alacak ve vereceklerimiz bittiğinde sevgimiz de bitiyor. Biz her şeyi dünya ile sınırlandırıyor sonra da o dünyada boğuluyoruz. Hem de dindar olduğunu söyleyen bir hanımefendinin şu sorusu günümüz insanının evliliğe bakışını anlatması bakımından önemli diye düşünüyorum. Şöyle sormuştu hanımefendi bütün samimiyetiyle: "Hocam iki gün üst üste aynı yemeği yesek sıkılıyoruz. İnsan bir ömür boyu aynı insanla bir arada olmaktan sıkılmaz mı?" Madem evlilik insanı Allah'a götüren bir ayetse biz günde kırk defa Fatiha okumaktan sıkılıyor muyuz? Neden eşlerimiz bir ayet gibi okuyup her gün bir sırrını keşfederek oradan Allah'a¸ oradan dünya ve ahiret saadetine ulaşmaya çalışmıyoruz? Yani biz Allah'ın oluşturduğu sevgiyi işleyip¸ emek harcayarak çoğaltmak yerine onu tüketiyoruz. Rabb'imizin ayette işaret ettiğini yapıp¸ sevginin bittiği yerde şefkat ve merhameti devreye sokmuyoruz. Dikkat edersek¸ Yüce Allah ayette "eş yaratmak"tan bahsederken haleka' fiilini kullanıyor. Bu yalnız Allah'a ait bir yaratmadır. Hiç birimiz kendimiz için bir eş yaratamayız. Ama "sevgi ve şefkat"ten bahsederken ceale' fiilini kullanıyor. Yani bu insanın da yapabileceği bir eylemdir. Allah eşler arasına o sevginin nüvesini atıyor. Belki bunu tam karşılığı büyüklerimizin Nikâhta keramet vardır.' dedikleri şeydir. Ama o sevgiyi işleyip çoğaltmak veya tüketmek bize düşüyor. Biz her şey gibi sevgiyi de tüketiyoruz. Peki¸ bu nasıl oluyor? "Aşk ve sevgi evliliğin ya da ilişkinin nedeni gibi düşünülür hep. Aslında iyi ilişki varsa¸ eşler arasında aşk ve sevgi ortaya çıkar. Bu iki duygu iyi bir ilişkinin başlangıcı değil¸ sonucudur. İyi ilişki varsa sevgi çoğalır¸ yoksa azalır. Bu nedenle evlenecek kadın ve erkek arasında¸ başlangıçta nefretin ya da negatif duyguların olmaması birlikte yaşamaları için yeterlidir. Birbirlerini çok az tanıyan ama kanı ısınan kişilerin evlilikleri örnek evlilik olabilir. Öte yandan birbirine âşık iki kişi¸ evlendikten altı ay sonra birbirinden nefret eder hâle gelebilir. Dolayısıyla eşler arası iletişimde çok önemli bir yere sahip olan aşk ve sevgi¸ evlilik için sebep değil ancak sonuçtur. Sevgi¸ evliliğin başında da¸ ortasında da¸ sonunda da gerekli bir duygudur."3 Yani gerçek aşk henüz hiçbir şey paylaşmamış iki gencin birbirlerinin gözlerinde yıldızları görmesi değildir. Gerçek aşk¸ yetmiş-seksen yaşlarında¸ birbirinden hiçbir beklentisi kalmamış iki ihtiyarın birbirlerinin gözünün içine bakabilmesidir. Bu da emek ister. Dolayısıyla "sevgi emektir". Hz. Aişe Validemiz Peygamberimiz (s.a.v.)'le yeni evlenmişti. Eşinin kendisini sevip sevmediğini¸ ne kadar ve nasıl sevdiğini merak ediyordu. Aişe Validemiz bu düşüncesini Hz. Peygamber (s.a.v.)'le konuşmadan edemedi. - Ey Allah`ın Rasûlü¸ beni seviyor musun? - Evet¸ Ya Aişe tabi seviyorum! Hz. Aişe daha fazlasını merak ediyordu. Acaba nasıl seviyordu? Hemen sordu; - Beni nasıl seviyorsun? Peygamberimiz sevgi şeklini tanımladı eşine; - Kördüğüm gibi. Bu cevap Hz Aişe'yi çok sevindirdi. Çünkü kördüğüm açılmazdı. Açılmayan¸ bitmeyen sırlı bir sevgi demekti. Alacağı cevap onu çok mutlu ettiği için Hz. Aişe Validemiz sık sık sorardı: - Ey Allah'ın Rasûlü! Kördüğüm ne âlemde? Peygamberimiz¸ Hz. Aişe'yi memnun eden cevabı verdi her defasında; - İlk günkü gibi...4 Hani güzel bir türkü vardır¸ Yare varmak hoştur amma¸ yaren olmak başkadır başka Âşık olmak hoştur amma¸ sadık olmak başkadır başka.
Cansever DOKUZ
YazarHz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail, Allah’ın emrine uyarak, yıkılan Kâbe’yi, Cebrail (a.s.)’in gösterdiği temeller üzerine yeniden inşa ettiler. Baba oğul bir yandan Kâbe’nin duvarlarını yükseltirke...
Yazar: Cansever DOKUZ
Yavuz Sultan Selim’in kısa süren saltanatından sonra Osmanlı Devleti’nin başına geçen oğlu Kanûnî Sultan Süleyman da babası ve dedeleri gibi tasavvufa meyilli bir padişahtı. Hatta o tasavvufa meyli ba...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
1. DİLEDİĞİNE MADDÎ VE MÂNEVÎ NİMETLERİNİ BOL BOL VEREN, RUHLARI BEDENLERE YAYAN El-Bâsıt da bir şeyi yayan ve genişleten demektir. Yüce Allah'ın en güzel isimleri arasında yer alan ‘el-...
Yazar: somuncueditor
Gönül varmak ister, sevda şehrine Kalkıp gidemezsin, dalıp gidersin Papatya, menekşe, gonca gülleri Hayâl âleminde, alıp gidersin Geçerken dağları, mor bulutları Gönlüne dokun...
Yazar: Cansever DOKUZ