Ahmed ve Ahad Beyninde Bir Mîm Fark
16.yüzyıl dîvân şairlerinden Yahya Bey, Arnavut asıllı olup doğum tarihi ve yeri bilinmemektedir. Geldiği bölgenin taşlık yapısından dolayı Taşlıcalı lakabını almıştır. Acemi Oğlanlar Ocağı’nda askerî eğitim alan şair, bilahare Yahyalı Akıncılar Ocağı’nda bulunmuş askerî bir bürokrattır.[1] Taşlıcalı Yahya, Şeyhzade Mustafa’nın devlet eliyle öldürülmesinden sonra bir mersiye kaleme almış ve adeta dönemin padişahı Kanûnî Sultan Süleyman’ı eleştirmiştir.[2]
Ömrünün son demlerinde Gülşenî şeyhi Uryânî Mehmed Dede’ye intisap eden şair, bu olaydan sonra ilhâm-ı Rabbânî ile tasavvufî ve rindâne şiirler kaleme almıştır. Taşlıcalı Yahya’nın 4 eseri vardır: Dîvân,[3] Hamse, Şehrengîz-i Edirne ve Şehrengîz-i İstanbul.[4]
Taşlıcalı Yahya Bey:
"Oldu şîrin sözlerin her yerde mahbûbu’l-kulûb
Mu‘teberdir taşlı yerlerden çıkan âb-ı zülâl[5]
beytiyle doğduğu yerin taşlık yapısı ve taşlı yerlerden çıkan suyun daha temiz-tatlı oluşu arasında bir ilgi kurarak şairliğini över. Buna göre Taşlıcalı Yahya’nın şiiri her yerde ve her kalpte sevilmiş, nadir bulunan tatlı bir su gibi herkes tarafından itibar görmüştür. Vakıa bu mudur bilinmez ama şairin Peygamber Efendimiz’i metheden 168 beyitlik güzel bir na‘t-ı şerifi vardır.[6] Daha çok Hz. Peygamber (s.a.v.)’in doğumu, mucizeleri ve miracını konu edinen kasideden seçilen bazı beyitler yazımıza konu edilecektir:
"Bir menzil-i bâlâya erişdi nazar etse
Dünyâ görünürdü ana hardal gibi ednâ"
(Öyle yüce bir menzile erişti ki dönüp baksa dünya, ona bir hardal tanesi gibi değersiz görünür.)
Şair burada şehâdet (fizikî) âleminden gayb (metafizik) âlemine urûc eden/yükselen Hz. Peygamber (s.a.v.)’in nazarında dünyanın bir değeri olmadığını anlatır. Her ne kadar bu manevî tecrübe, dünyanın zaman, mekân ve boyut kayıtlarından münezzeh olsa da şair yükseklik-yücelik benzetmesinden ve dünyâ ile ednâ arasındaki etimolojik akrabalıktan hareketle dünyayı ednâ / aşağılık-değersiz bir yer olarak tavsif eder. Öyle ki dünya, mirâca çıkan Hz. Peygamber (s.a.v.)’in gözünde bir hardal tanesi kadar küçülmüştür. İşte bu küçülmeyi şair, zâhiren yükseğe çıkan birinin aşağıdaki varlıkları küçük görmesine benzeterek, hadiseyi insan idrakine yaklaştırmayı hedeflemiştir.
"Makbûl duâ gibi varıp Hazret-i Hakk’a
El götürüben ümmetini kıldı temennâ"
(Makbul bir dua gibi Hakk’ın huzuruna varıp el açarak ümmeti için yalvardı.)
Şaire göre Hz. Peygamber (s.a.v.), mirâcda ümmeti için dua etmiştir. Belki de ümmetinden büyük günah işlemeyenlerin bağışlanacağı müjdesi,[7] bu duaya mukabil olarak verilen bir miraç hediyesidir. Ayrıca temennâ ile kast edilen, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ümmetini düşünerek defaatle namazın azaltılması yönündeki niyazıdır. Beyit, bir öncekinden bağımsız düşünülürse ikinci bir anlam da ortaya çıkabilir. O da kıyamet günü Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in ümmeti için şefaat dilemesidir. Hadis-i şerifte “Her peygamberin kabul olunmuş bir duası vardır, ben duamı ümmetime şefaat etmek üzere kıyamet gününe erteledim.”[8] buyrulması, ikinci yorumu desteklemektedir.
"Ahmedle Ahad beynini bir mîm kılur farḳ
Şol denli eripdir ana kurbiyyet-i Mevlâ"
(Allah ona öyle yakındır ki aralarındaki mesafe, Ahmed ile Ahad kelimelerini birbirinden ayıran mîm kadardır.)
Şair bu beyitte manevî yakınlığı, maddî bir örnekle anlatır. Buna göre miraç gecesi Allah (c.c.) ile Hz. Peygamber (s.a.v.) arasında bir kadar mesafe kalmıştır. Ayrıca bu beyit bir zıtlığı da ihtiva eder. Zira tasavvufî düşüncenin varlık nazariyesinde -özellikle Ekberî geleneğin- Zât’tan ilk zuhur eden nûr-ı Muhammedî’dir. Yani her ne kadar zâhiren kelimesi kelimesini kapsasa da bâtınen Ahmed, Ahad’dan zuhur etmiştir.
"Destüne kalem almamış idin ne ῾acebdür
Engüşt ile levh-i feleğe yazduŋ iki râ"
Parmağınla göğün sayfasına iki ‘râ’ yazdın; (oysa daha önce) eline kalem (dahi) almamıştın, (bu) ne hikmettir/pek şaşırtıcıdır!)
Şair beyitte, hem Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ümmî oluşuna hem de şakk-ı kamer mucizesine atıfta bulunur. Buna göre yazıyı bilmeyen birisi, nasıl olur da parmağı ile ayı ikiye bölmek suretiyle, gökyüzü levhasına birbirine bakan iki ‘râ’ harfi yazabilmiştir!? Evet, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) belki zâhiren ümmîdir. Fakat enfüs ve âfâkın, insanın ve âlemin yaratılışındaki kevnî âyetleri ondan daha iyi kim okuyabilir!?[9]
"Bağrına basarsan yeridir seng-i siyâhı
Dâim hacerü’l-esved olur Ka‘be’de zîrâ"
(Siyah taşı bağrına bassan yeridir; zira Hacerü’l-Esved/siyah taş daima Kâbe’de bulunur.)
Yahya Bey, burada Hz. Peygamber (s.a.v.)’i Kâbe’ye, açlıktan karnına bağladığı taşı[10] Hacerü’l-Esve’de benzeterek durumu hüsn-i ta‘lîl ile anlatır.[11] Buna göre dünyanın manevî merkezi olan Kâbe’de Hacerü’l-Esved’in sürekli bulunması, sadece dünyanın değil varlığın ruhânî merkezi olan Hz. Peygamber (s.a.v.)’in karnında siyah bir taş bulunmasının benzeridir.
Yazımızı şairin şefaat temennisini dile getiren dua mahiyetindeki beytiyle bitirelim:
"Ve'l-hâsıl elinden komaya dâmen-i ῾afvün
Mahşer günü oldukda öle dirile Yahyâ"
[1] Tuba Onat Çakıroğlu, “Taşlıcalı Yahya Bey’in Şiirlerinde Devlet Adamı Kimliğinin İzleri”, Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi 2/4 (2018), 62-72.
[2] Konu hakkında müstakil bir çalışma ve ilgili mersiyye için bk. Ahmet Atilla Şentürk, Taşlıcalı Yahya Beğ’in Şehzade Mustafa Mersiyesi (İstanbul: Büyüyenay Yayınları, 2018).
[3] Esra Bozyiğit, Taşlıcalı Yahyâ Bey Divanı (İnceleme - Tenkitli Metin - Nesre Çeviri - Sözlük) (İstanbul: Marmara Üniversitesi, 2021).
[4] Taşlıcalı Yahya Bey hakkında detaylı bilgi için bk. Bayram Ali Kaya, “Taşlıcalı Yahya Bey”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, (Erişim 13 Aralık 2021).
[5] Bozyiğit, Taşlıcalı Yahyâ Bey Divanı, 146.
[6] Yapılacak iktibaslarda Bozyiğit’in açıklamalarından faydalanılmıştır. Şiirin tam metni ve nesre çeviri için bk. Bozyiğit, Taşlıcalı Yahyâ Bey Divanı, 158-164.
[7] Müslim, Îman, 279
[8] Buhârî, Deavât, 1; Müslim, Müsâfirîn, 273.
[9] Medine müdafii Fahreddin Paşa’nın mülazım çavuşu İdris Sabih Bey’in de dediği gibi: Bir ümmî isen de Yâ Rasûlallah / Ancak sen okursun yüreğimizi.
[10] Tirmizî, Zühd, 39.
[11] Zâtî de Hz. Peygamber (s.a.v.)’in karnına bağladığı taşı, yüzük taşına benzetir ve Hz. Peygamber’in, nübüvvetin hâtemi olduğunu hatırlatır. bk. Hamit Demir, “Ya Rasûlallah! Senin Vasıflarına Nihayet Yoktur”, Somuncu Baba İlim Kültür ve Edebiyat Dergisi 254 (2021), 33.
Hamit DEMİR
YazarEl-İstifâ min Esmâi'l-Mustafâ (s.a.v.)15.yüzyıl Arap şairlerinden Allâme Bulkînî, Mısır’da Memâlikü’l-Burciyye[1] Devleti’nin faaliyet gösterdiği bir dönemde yaşamıştır. O dönemde hem doğudan hem de b...
Yazar: Hamit DEMİR
Asıl adı İbrahim, lakabı Tâceddin olan Ahmedî, 14. yüzyıl Anadolu’sunda yaşamış şairlerden birisidir. Anadolu’nun 14. yüzyılda doğudan ve batıdan maruz kaldığı Moğol ve Haçlı taarruzları, döneme dair ...
Yazar: Hamit DEMİR
Sevgili öğretmenim,Dağları, tepeleri geçerekBilgi ırmağı gibiNasıl da coşup geldin?Annen, baban, çocuklarınYok muydu memlekette?Nasıl sevdin bizleri,Yollara düşüp geldin?Söyler misin öğretmenim,Hangi ...
Şair: Bestami YAZGAN
Celvetiyye Tarikatı’nın kurucusu olan mutasavvıf şair Aziz Mahmud Hüdâyî (k.s.), 1541 yılında bugün Ankara’nın ilçesi olan Şereflikoçhisar’da dünyaya gelmiştir. İlk tahsiline burada başlayan Hüdâyî, s...
Yazar: Hamit DEMİR