ÂDÂB-I MUÂŞERET VE İNSAN
Âdâb-ı muaşeretimiz¸ içtimaî hayatımızda geçmişimizdeki haline nispeten¸ maalesef büyük bozulmalara uğramıştır.
Âdâb-ı muaşeretimiz¸ içtimaî hayatımızda geçmişimizdeki haline nispeten¸ maalesef büyük bozulmalara uğramıştır. Ailelerdeki başta olmak üzere¸ okullarda¸ iş yerlerinde¸ komşulukta¸ alışverişte¸ ulaşımda ve insanların herhangi bir ihtiyaçları için toplu olarak bulunabildikleri yerlerde ve bilhassa büyük şehirlerimizde¸ âdab-ı muaşeretteki bozulmaların misalleriyle her gün çok karşılaşılmaktadır.
İslâmî hayatın gelenek haline gelmesiyle teşekkül etmiş ve asırlardır devam etmiş olan âdâb-ı muaşeretimizin bozulmasına sebep olanlar¸ bizi İslâmiyetten soğutmağa çalışanların tahripkâr gayretleri ve asrımızdaki çok gelişmiş haliyle maalesef ekseriya iyi kullanılmayan kitle iletişim vasıtaları olmuştur. Bunların yaydığı dehşetli manevî zehirlerden kontrol ve murakabe süzgeçinden geçirilemeden etkilenmelerin sebep olduğu ahlâkî sağlığımızdaki âdab-ı muaşeret bozuklukları¸ çok mühim bir içtimaî meselemizdir. Bu hal¸ âcil olarak teşhisimizi ve tedavimizi icap ettiren yaygın ve daha fazla yayılmak tehlikesinde içtimaî bir hastalık görünüşü arz etmektedir.
Bu teşhis ve tedavi mevzuunda yapmamız gereken şey¸ doktor muayenehaneleri önünde yüksek vizite ücretleri veya sosyal bir güvenlik kuruluşunun sağlık karneleriyle işlem yaptırıp saatlerce beklenilen muayene sıralarına girmemiz değildir; bu mevzuda bizzat gereğini araştırıp¸ öğrenip yapmamız gerekli ve yeterlidir.
Bir Müslüman için âdâb-ı muaşeretin kaynağı¸ "Yaşayan Kur'an" ve "Nümune-i imtisal bir insan" olarak bunu ders vermiş olan Peygamberimizdir (a.s.). Asr-ı saadetteki Müslümanlarla başlayarak¸ Peygamberimizin (a.s.) örnekliği asırlar boyunca Müslümanlar tarafından incelenmiş ve bu hususta çok kitaplar yazılmıştır. O¸ mahlûkatın en şereflisi ve en mükemmel insan olarak¸ bize yaşayışıyla hakikî insanlığı ve âdâb-ı muaşereti ders vermiştir. Onun sünnetinin bir kısmı¸ ayni zamanda zaruriyât-ı diniyedir (farzlar ve vâcipler) onlara mutlaka uymalıyız. Onun istihbâbî olan diğer sünnetlerine de mümkün olduğu kadar uymağa çalışmalıyız. İçinde yaşadığımız cemiyetin örf ve âdetlerinin ise¸ ancak zaruriyât-ı diniyeye aykırı olmayanlarına uymamıza cevaz verilebilir.
Âdâb-ı muaşeretle İslâmın ve sünnet-i seniyyenin alâkasına böyle kısaca temas ettikten sonra¸ insanı "kâinatın en mükemmel makinası" özelliğiyle de ele alarak¸ bu mevzua kolay anlaşılabilir bir başka yaklaşımda daha bulunmağa çalışacağız:
En basit bir makinenin bile kullanma talimatına uyulmazsa¸ o makine ya bozulur veya verim alınamaz. En mükemmel makine halinde ise¸ onun kullanma talimatına uymak çok daha fazla önemlidir. Bu¸ hiç kimsenin inkâr edemeyeceği bir gerçektir. Fakat¸ insanlar basit makineleri kullanırken kullanma talimatlarına ekseriya uyabilirken¸ en mükemmel makineyi kullanırken¸ tam aksi bir davranışla¸ kullanma talimatına ekseriyetle muhalefet ederler ve aslında bu muhalefetlerinin neticesi olan arızaların sebeplerini ve giderilme yollarını da garip ve anlaşılmaz bir şekilde¸ başka yerlerde ararlar!
İnsan¸ kâinatın en mükemmel makinesidir. Onu Yapan¸ "Kullanma Talimatı"nı da vermiştir. Bu makine¸ onu Yapanın "Kullanma Talimatı"na uyularak çalıştırılmazsa¸ elbette arıza verecek ve ondan verim alınamayacaktır.
Misal verecek olursak¸ aile saadetinin nasıl sağlanabileceği¸ aile geçimsizliklerinin nasıl önlenebileceği ve çeşitli ailevî meseleler mevzularında yapılan neşriyat¸ bu devirde sayı ve hacim bakımından ilk sıralarda yer alıyor. Eğer bir hastalık devamlı olarak gündemin başında yerini koruyor¸ onunla ilgili olarak her gün yeni ilaçlar piyasaya sürülüyor¸ yeni teşhis ve tedavi metotlarından bahsediliyorsa¸ o hastalık çok yaygın ve çok tehlikeli demektir. Bu durumda o hastalığa karşı en iyi teşhis ve tedavi metotlarının en kısa zamanda bulunup insanların istifadesine sunulması gerekir. Uzaklarda zannedilen bu teşhis ve tedavi metotları¸ bazen yanıbaşımızda ve hatta gözümüzün önünde de olabilir; fakat biz farkında olmayabiliriz.
Cemiyetimizde de batı cemiyetlerindekine benzer şekilde yaygın hale gelmek tehlikesini ciddî bir biçimde hissettiren ailevî meselelerin ve huzursuzlukların sebeplerini¸ teşhis ve tedavi şeklini en basite indirgeyerek anlayabilmekte ve en isabetli çözüme varabilmekte¸ bir makinenin kullanma talimatına uymak misali¸ göz önüne alınabilir.
Türkçemizin bir azizliğindendir ki¸ ayni ifade bazen ayni mevzuda hem olumlu hem de olumsuz manâya gelebilmekte; kişilerin niyet ve maksatlarına göre¸ bazen bu cins ifadelerde tevilin en uç ve en aykırı noktasına kadar gidilebilmektedir. Bunun en bariz ve tipik misallerinden biri¸ çocuklarımızın okula ilk başladığında eline tutuşturduğumuz "Okuma Kitabı"dır. Bu kitap ismi¸ niyet ve maksada göre "Kitap okuma!" yasaklaması olarak da¸ yani tevilinin en uç ve en aykırı şekliyle¸ tamamen ters bir manâda da kullanılabilir.
Bunun gibi¸ en basitinden en mükemmeline kadar bütün makinelerin onlara arıza verdirtmeden ve verimli olarak kullanılabilmesi için¸ onu yapan tarafından verilen "Kullanma Talimatı" da tamamen ters bir manâda¸ yani "Talimatı Kullanma!" yasaklaması olarak anlaşılırsa¸ bu tevil en uç ve en aykırı manâsına kadar zorlanırsa ve "Kullanma Talimatı"na uyulmazsa¸ o makinenin arıza vermesinden veya verimli çalışmamasından¸ kimin kime şikayete hakkı olabilir ve bu durumla ilgili başka sebepler ve çareler aramanın ne faydası olabilir?
İşte¸ "Âdâb-ı Muaşeret ve İnsan" mevzuuna basit ve kolay anlaşılır bir yaklaşım tarzı olarak¸ insanın kâinatın en mükemmel makinesi olduğunu ve onu Yapanın "Kullanma Talimatı"nı da yapmış olduğunu düşünebilmeli; en başta onun ailevî meseleleri olmak üzere¸ insanın ferdî ve içtimaî hayatındaki her neviden bozuklukların sebep ve çarelerini başka yerlerde aramak yerine¸ her şeyden önce¸ onu Yapanın verdiği "Kullanma Talimatı"na uyularak çalıştırılıp çalıştırılmadığını araştırmalı ve buna göre gereğini yapmalıyız.
Mustafa NUTKU
Yazar“Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek” mefhumu, insanlara genel manada güzellikleri telkin eder. Yaratılmışların en şereflisi olan insan elbette ki, “ahsen-i takvim” olduğu için fıtrî olarak da, cismî o...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Tefsir, hadis ve fıkıh âlimi. Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’in bacanağı, Şeyh Edebali’nin hemşehrisidir. Doğum tarihi bilinmemektedir. Sultan Orhan devrinde vefat etti. Karamanlı olan Durs...
Yazar: Muammer YILMAZ
Kanûnî’nin küçük oğlu Selim, 28 Mayıs 1524’te İstanbul’da dünyaya geldi. Annesi Hürrem Sultan, saray içinde sözü geçen, etkili bir kadındı. Saray kadınlarına ve hizmetkârlara, Şehzade Selim’in terbiye...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Şeyh Abdurrahman Erzincanî’nin soyu, Orta Asya’dan gelerek Erzincan’a yerleşmiştir. Evlâd-ı Rasûl’den ve Yıldırım Bâyezîd devri meşayihlerindendir. Zamanının gerekli ilimlerini memleketi olan Erzincan...
Yazar: Resul KESENCELİ