GÖNÜL KUTSALDIR
Demişlerdir
gönüldür Ka'betu'llâh
Nazargâh-ı Hudâ
şâzı gönüldür
Çıkardıkda
kamuyu ara yerden
Safâ vü Merve
Hicâz'ı gönüldür
Hulûsi Efendi (k.s.) ilim ve irfan önderi
idi. Gönül medeniyetini ilim, adalet, sevgi, rahmet, hoşgörü, şefkat, gibi
eskimeyen evrensel değerler üzerine inşa etmişti. Göz kamaştırıcı eserleriyle
tarihe imzasını atan, önce gönüllere hitabeden, gönüllere değer veren bir
mürşid-i kâmildi. Medeniyetle “gönül”
arasında sıkı bir bağ ve bütünlük vardır. İnsan “gönül”ü keşfettikçe, gönüle
değer verdikçe medenileşmiştir. “Âlemden maksat âdemdir, âdem ise gönülden
ibarettir.” sözüyle ilahî tecelli yeri gönlün kudsiyetine işaret edilmiştir.
Hulûsi Efendi Dîvânı’ndaki bir beyitte şöyle buyurur:
Demişlerdir gönüldür Kâ’betu’llâh
Nazargâh-ı Hudâ şâzı gönüldür
Şiir dünyamızda gönül kırmak
Allah’ın evini (Beytullâh’ı) tahrip etmek, gönül yapmak da Kâbe inşâ etmek
olarak tavsif edilmiştir.
Gönlü uyanık olanın, baş gözü uyusa
bile gönlünde yüzlerce göz açılır. Gönül sahibi, altı yüzlü aynadır; Allah altı
cihette o aynadan nazar eder durur. Yüce Allah: “Ben yere, göğe; hatta arşa
bile sığmam. Ey aziz, bundan emin ol! Fakat şaşılacak şeydir ki, inanan kişinin
kalbine sığarım. Beni ararsan inanan gönüllerde ara.” buyurdu. Mü’minin kalbi,
adalet sahibi olan ve kendisinden yardım dilenen Hakk’ın elindedir, O’nun iki
parmağı arasındadır. Yüce Allah, “Biz gönle bakarız, su ve topraktan ibaret
olan surete değil.” buyuruyor.
İnsan,
evine bir misafir geleceği zaman hazırlık yapar, mekânını temizler, süsler;
misafirin, kalacağı yerde kendini rahat hissetmesi için o yeri kalabalıktan,
çer çöpten arındırır. Hele gelecek olan misafir, hatırlı, makam mevki sahibi
ise bu hazırlıklar daha da dikkatli yapılır, hatta bazen mübalağaya bile
vardırılır. Düşünün evinize Cumhurbaşkanı gelecek… Ne hazırlıklar yaparsınız
değil mi? Bulur buluşturur, alır alıştırırsınız; olduğunuzdan bile farklı
davranır, farklı konuşursunuz. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) de “Mü’minin kalbi, Allah’ın evidir.” buyuruyor
ve “Göklere ve yere sığmam, mü’min
kulumun kalbine sığarım.” Hadis-i kutsisi rivayet ediliyorsa gönül evinin
de düzeltilmesi gerekiyor. Sevgilinize muhabbetinizin göstergesi, ispatı başka
hiç kimseye karşı ona duyduğunuz hissi duymamakla olur ancak. Kalbinizde başka
sevgililer varsa o sevgide sadakat aramak ancak safdillik olur. Karacaoğlan
gibi nerede bir dünyalık güzel görüyor da ona meyil duyuyorsanız kalbinizi
muhasebeye çekmeniz gerekir. Çünkü böyle güvenilmez, şıpsevdi gönül gerçek
manada aşkın olgunluğuna, muhabbetin kemaline erişmediğini gösterir. Fuzûlî
gibi “Âşık-ı sâdık menem” diyebilmek için bir tek sevdaya bağlanmak gerekiyor.
Allah aşkından ve Allah’a karşı gerçekten muhabbetten söz edebilmek için de
Onun bulunduğu ya da geleceği mekânı temizlemek gerekiyor. Para sevdası, mal
mülk sevdası, şan şöhret, makam sevdası ile Allah sevdası bir arada bulunmaz
elbet, daha doğrusu bunların sevdası olamaz. Çünkü maddî anlamda ihtiyaç giderici
şeyleri, hayatın idamesi için gerekli görmeli ancak. Aşkın manevî bir yönü
vardır, maddî şeylere müteallik olamaz. Dolayısıyla maddiyatın gönülde yeri
yoktur. O halde Şemseddin Sivasî’nin şu
beytine katılmamak olmaz:
Sür çıkar ağyârı dilden ta tecellî ede
Hak
Padişah girmez saraya, hâne ma’mûr
olmadan
Bu
kadar önemli ve bir o kadar da mukaddes olan bir mekâna yani insan gönlüne
hassas davranmak gerekiyor.
İnsan üzüldüğü, kırıldığı zaman “Gönlüm
kırıldı, kalbim incindi.” der; çünkü manevî duyguların tezahür ettiği yer
olarak gönül bilinir, kalp bilinir.
Mutasavvıflar
kalp, gönül temizliğine çok önem vermişlerdir. Öyle ya alelade bir misafir
geleceği zaman bile onun geleceği mekânlar temizleniyor, her türlü kötü ve
çirkin görüntüden arındırılıyorsa Allah’ın tecelli edeceği mekân da her türlü
çirkinliklerden arındırılmalı değil mi?
Sinan Paşa
gönlü Rahman’ın arşı olarak görüyor:
Kalb-i
mü’min ki arş-ı Rahmân’dır
Anı
yıkmak ziyâde tuğyândır
“Mü’minlerin
kalbi Allah’ın tahtıdır. Onu yıkmak isyanların en büyüğüdür.”
Gönlü
mutlak surette mukaddes bir mekân olarak tanımlayan Yûnus Emre, gönül yapmanın
çok büyük bir sevap, kırmanın ise en büyük günahlardan olduğu üzerinde çok
duruyor. Yine bir şiirinde gönül yıkan insanın kıldığı namazın bile kabul
olmayacağını ifade eder. Nasıl olsun ki hem mabud olduğunu bilecek hem de onun
tecelligâhını yıkacaksın. Bu, şuurlu bir Müslümanlık olmaz. Abdestin bir anlamı
var, o da ibadete hazırlık içindir. Gönül yıkan bir insanın aldığı abdestin de
özelliği kalmaz, elini yüzünü yıkayan diğer insanların işleminden farklı bir
nitelik taşımaz der Yûnus:
Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil
Buna mukabil gönül yapmak, yani bir
kimsenin gönül hoşnutluğunu kazanmak, küçücük de olsa bir iyilik yaparak onun
hayır duasını almak, o küçücük hayrı çoğaltır, Allah’ın rızasına nail olur.
Bir gönülü yaptın ise
Er eteğin tuttun ise
Bir hayır da ettin ise
Bir’ine bin’dir az değil
Gönül yapmak kimi zaman da hacca gitmek
gibi hatta ondan daha fazla sevap kazandır insana:
Yûnus
der ki ey hoca istersen var bin hacca
Hepisinden
eyice bir gönüle girmektir
İnsan, yaratılış itibarıyla zayıf bir
varlıktır, hata yapabilir. Bir anlık öfkesine kapılıp kalp de kırabilir, günah
da işleyebilir. Önemli olan hatanın idrakine hemen varıp onu telafi etmektir.
Bunun yolu da Allah’tan af, kullardan özür dilemektir ki böylece yıkılan saray
yeniden imar edilmiş olsun.
Hulûsi
Efendi (k.s.) diyor ki: “Cenab-ı Hakk’ın nazar ettiği mekân olduğundan gönül
için Allah’ın Kâbe’sidir, demişlerdir. Eğer insan kalbinde mekân tutan
Allah’tan başka bütün sevgileri aradan çıkarırsa o zaman gönül sanki hacdaki
Safâ ve Merve mekânı gibi olur.” O hâlde biz de diyelim ki Yûnusça: “Hepisinden iyice bir gönüle girmektir.”
Vedat Ali TOK
YazarDürr-i şehvâr-ı risâlettir Muhammed Mustafa Tâc-ı Levlâk-i hilâfettir Muhammed Mustafa Kimi insanlar vardır ki omuzlarında taşıdıkları ulvî gâyelere ulaşmak için, birçok insanın hedef hâline...
Yazar: Vedat Ali TOK
Yûnus Emre (?-1320)Canım kurbân olsun senin yolunaAdı güzel kendü güzel MuhammedŞefâat eyle bu kemter kuluna Adı güzel kendü güzel Muhammed Mü’min olanların çokdur cefâsıÂhiretde olur zevk ü sefâ...
Yazar: Vedat Ali TOK
(Buhûrîzâde Mustafa) Itrî (1640-1712)Sâyesi düşmez yere bir böyle nahl-i Tûr’sunMihr-i âlem-gîrsin başdan ayağa nûrsunTarîk-i gülzâr-ı âlem, mâlik-i mülk-i âdemMünkîrine mahz-ı mâtem mü’minine s...
Yazar: Vedat Ali TOK
Tasavvufî bir kavramı olarak fenâ; dünya ve içerisindeki bütün nesnelerin, sûfînin gözünden silinmesini ifade etmektedir. Kul kendi davranış ve fiillerini görmekten vazgeçerek gerçek kul olma seviyesi...
Yazar: Musa TEKTAŞ