KIŞ ÜZERİNE KISA BİR HASBİHÂL
Kış mevsimi denilince muhtemelen ilk aklımıza gelen iki mefhum, kar ve soğuk olmalı. Doğrudur, lâkin kâinatta zerreden küreye her türlü hadise ve anasır, onlara verdiğimiz mana nisbetinde tecessüm eder muhayyilemizde… Gelin biraz eskilere gidelim bakalım, kış denilince kar ve soğuktan hariç başka neler gelirdi insanların aklına. Soba, odun, ateş, köz, baca, duman, kestane, güğüm, çay ilk aklıma gelenler. Kış demek, ısınacak yakıt temin etmek demekti eskiden. Ve elbette ülkemizin, başta kırsal kesimlerinde olmak üzere birçok beldesinde hâlâ da böyledir. Metropollerdeyse kış, doğalgazla eşleşir, o kadar. Ve belki de kombi ayarı, bakımı ve doğalgaz faturaları... Çağdaş (!) dünya, mefhumlarımızı da basite indirgedi, güdükleştirdi sanki. Açıkçası ben, medeniyet dedikleri şeyin, yani metropoller, geniş caddeler, eğlence mekânları, tramvay, metro ve kapitalizmin kutsal mabedi alışveriş merkezleri, lüks otomobiller, geniş ve yüksek katlı evler ve bunun gibi bir sürü ıvır zıvırdan mürekkep, sunî hayat tarzının, medeniyet adına insanları kandırmak olduğuna inananlardanım. Zira bu kandırmacayı da içerisinde bulunduğumuz şu pandemi dönemi açıkça gösteriyor. Kırsal kesimde yaşayanlar, evlerinin bahçelerine çıkabiliyorlar. Köyde yaşayanlar, arazilerde, tarlalarda, dere kenarlarında, tepe başlarında, ormanlar da tabiatla hemhâl olabiliyorlar. Lâkin sokağa çıkma kısıtlamalarının hapse dönüştüğü ikametgâhlar, işte bu moderniteyi temsil eden metropoller… Yüksek beton binaların duvarları arasında hapiste kalmaktan başka bir işe yaramıyor şu sıralar modernite… Üstüne üstlük, sanal dünyadan, televizyonlardan beyinlere boca edilen olumsuz haberlerin estirdiği kötü telkinlerle tamamen depresif, mutsuz hatta anti-sosyal ve saldırgan birer zombilere dönüşüyor yurdumun güzel insanları… Konuyu dağıtmayalım... Kış demek, birçok hazırlığı ve sorumluluğu da beraberinde üstlenmek demekti bir zamanlar. Yakacak odun, kömür hazırlığı, kışlık yiyecekler, kurutmalar, salçalar, tarhanalar, bulgurlar, kavurmalar, kış meyveleri ve daha birçok şeyin hazırlığı demek idi. Sobanın üzerindeki kestaneler çıtırdarken, evde bizimle beraber oturan nine ve dedemizin anlattığı menkıbeler, masallar, bilmeceler, tekerlemeler demekti. Onları dinlerken, cama vuran kar tanelerini hissederek, sobaya daha çok yanaşmaktı belki de… Cep telefonu yoktu, alışveriş merkezi de yoktu, internet zaten yoktu. Kime ulaşmak istiyorsan, ya onun yanına gidecektin ya da o senin yanına gelecekti. Ama daha mı mutluydu insanlar? Nostalji demagojisi yapmayalım tabii, “Ah o eski günler nerede?” diye… Eskinin de zorlukları çoktu. Ama galiba insanlar çok daha basit şeylerle mutlu olabiliyorlardı. O gün aç olarak yatmamak mesela… Ya da bayramdan bayrama alınan bir ayakkabı… Bana sorarsanız, çocukken kış aylarında hep üşürdüm ve çok sık hasta olurdum. Öksürüğüm bitmezdi. Büyüdükten sonra da çalıştığım birçok okulda kaloriferler yanmazdı ve bu nedenle öğrenci, öğretmen hep titrerdik; o kadar çok titrerdik ki… Ama bir türlü kendimize dönemez, kendimize gelemezdik. Hep birlikte hasta olurduk. Bugünkü bel ve diz ağrılarım o günlerden kalma. Bu sebeple bana sorsalar, yaz ayı derim. Lâkin Yüce Allah hiçbir şeyi boşa yaratmadığı gibi mevsimleri de boşa yaratmamıştır. Kış olmasa yazın kıymetini bilebilir miydik? Kış olmasa, dağlarda biriken kar kütleleri yazın içeceğimiz suyun deposunu nasıl hazırlayacaktı; toprak, daha iyi ürünler vermek için nasıl dinlenecekti? İlk ve sonbaharı da unutmayalım; hepsini şu dünyaya ve üzerinde yaşayanlara ayrı ayrı ikramları var her mevsimin. Kış, bir bakıma ölümü de hatırlatır. Bununla birlikte gelecek bahar, ölümden sonra dirilişi de muştular beraberinde… Kış demek, bahara aday mevsim demek. Tıpkı gecenin en karanlık vaktinin, güneşin doğmasına en yakın olduğu vakit gibi. İşte dertler, kederler de böyle; bazen zirve yapar, lâkin sabır ve dua ile, gelecek baharın kokusu, doğacak güneşin nuru çok yakındır. Her mevsiminiz, gönlünüze bahar ıtırlarını doldursun efendim. Şu zor günlerde tüm hastalarımıza şifalar diliyorum Rabbi’mden…
Selçuk ALKAN
YazarCahiliye Dönemi müşrikleri mühim işlerine “Lat adına!”, “Uzza adına!” ve “Menat adına!” diyerek başlarlarken Hıristiyanlar “Baba-oğul ve kutsal ruh adına!” diyerek başlarlardı. Hanif dinine mensup ola...
Yazar: Aydın BAŞAR
Ailemiz, gözlerimizi açtığımız ilk toplum birimidir. Okul çağına gelene kadar her şeyi ailemizden görür ve öğreniriz. Bizlerin bugünlere gelişinde, büyümemizde, gelişmemizde, eğitimimizde, velhasıl bi...
Yazar: Selçuk ALKAN
Dünya kurulduğundan bu yana insanlar zaman zaman sıkıntılara, bunalımlara girmiş ve böylesine çıkmazlarda onları teselli ve irşad edecek birçok gönül ehli insan ortaya çıkmıştır. Bu dev şahsiyetlerde...
Yazar: Selçuk ALKAN
Hak ve hakikat dostlarının büyüklerindendir Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî. Gönüllere kandil olan bu Türkmen şeyhinin gerçek adı "Bektaş"tır. Babası, Horasan hükümdarlarından İbrâhîm-i Sânî'dir. Vefatında...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ