İNSANIN ANLAM ARAYIŞI

“İnsan halefiydi kâinatın. Dağlar taşlar¸ yükü kim taşır dendiğinde geri
çekildiler ve insan kaldı bir tek eşref-i mahlûkat sıfatıyla yükün karşısında.
Aklı vardı¸ iradesi vardı ve cesurdu.”
İnsan ne için yaşar?
Aşk mı¸ hikmet mi¸ vuslat mı?
Sordunuz mu hiç kendinize¸ alıp da vermenin verip de almanın garantisi olmayan bir nefeslik ömrümüzde nedir yaşama sebebim diye?
İsterseniz en baştan başlayalım hayat hikâyemize
İnsan halefiydi kâinatın. Dağlar taşlar¸ yükü kim taşır dendiğinde geri çekildiler ve insan kaldı bir tek eşref-i mahlûkat sıfatıyla yükün karşısında. Aklı vardı¸ iradesi vardı ve cesurdu. Sahiplendi yükü¸ omzunda iz bırakacağını bilmeden. İşte onun en büyük acziyeti buydu: Yaşamadan hiçbir şeyi bilemezdi ki!
Görevi devralışının üzerinden yıllar¸ yüzyıllar geçti. Acılar katmerlendi¸ sevdalar karardı
Şimdi aynayı size çevirelim.
Kaç yıl yaşadınız? 20¸ 25¸ 30
Kaç günün doğumuna ebelik ettiniz ve kaç mehtapta tekrarını bir daha asla göremeyeceğiniz güne veda ettiniz. Geride bıraktığınız hatıralarınız¸ yaşanmışlıklarınız¸ çıkarttığınız dersleriniz¸ ibretlikleriniz¸ unutamayacaklarınız
Bakalım neler var heybenizde?
Yaşama teğet geçen hayaller mi biriktirdiniz gönül kilerinizde?
Aç kaldınız demektir bir ömür boyu!
Beyniniz ve gönlünüz arasında fikirlerinizle mekik mi dokudunuz?
El emeği¸ göz nuru bir oya hayat bulmadıysa boşa çektiğiniz çile!
Varlık anlam bulmuyorsa varlığınız karşısında¸ sancılar¸ serzenişler¸ pişmanlıklar ve keşkeler birer kor olup düşer gönül meydanınıza.
Her keşke dediğinizde hayat duvarınızın sıvası biraz daha dökülür.
Her boş ver dediğinizde gönül ayinesi buğulanır¸ göstermez olur hakikat güzelinin çehresini.
Bananeler¸ amanlar¸ beyhude serzenişler el-aman dilemedikçe Yaradan'dan geçmez bu varlık sancısı; süründürür¸ kıvrandırır ama öldürmez.
Aşk
Tek hece ama söylendiği kadar kolay yaşanmıyor herhalde. Yürek her zamanki yerinde ama daha hızlı çarparken yârim dediğinin gözlerinde bulamıyorsan Hakk'ın hakikatini¸ inan nafile çektiğin gönül sancısı. Geçer oda geçer. Cennetten kovulmuşluğun acısı¸ utancı¸ pişmanlığı sinesindeyken insanoğlunun¸ onu da unutur. Zaten bir tek gönlünü acıtıyor¸ ruhuna sirayet etmiyorsa aşk¸ ben âşığım deme! Mecnun'dan hayâ et¸ ben âşığım deme! Aşkın ateşi duman olup tütmüyorsa başında¸ Leyla'nın ahı tutar¸ ben âşığım deme! Bırak aşk¸ uğruna gözünü¸ sevdasını ve bahtını karartanlara kalsın. Öyle kolay değil¸ acıya bedellenmek. Öyle kolay değil¸ kader mürekkebiyle alın yazısına “âşık” yazdırmak.
Ve hikmet¸ bulunmaz nimet! “Arayanlar bulamazlar ancak bulanlar yalnız arayanlardır” dediği gibi Gazali'nin. Hakkında manaları aciz bırakan¸ kelimelere önünde başını eğdirecek kadar hükmeden hikmet. Sözün sustuğu yerde asıl marifet şüphesiz diyebilmektir¸ vardır bunda da bir hikmet!
Ya ölüm! Ölmek için yaşar mı insan? Şahit olduğu tüm örneklerindeki gibi. Başı belli sonu belli bir yolun yolcusuyuz hepimiz. Kimi ortasından gitmiş¸ kimi de kenarından hayat yolunun. Başı belli sonu belli: Doğum ve ölüm. Ama yolculuk boyunca yüreğinizde biriktirdiğiniz muhabbet kadar sarılırsınız vuslat anında Yaradan'a. İşte size yolculuğun sırrı!