MEVLANÂ YA VE TÜRKİYE'YE HASRET
Anna Masala¸ Türkiye'de tanınan ve sevilen bir İtalyan bilim kadını.
Anna Masala¸ Türkiye'de tanınan ve sevilen bir İtalyan bilim kadını. Uzun bir süre¸ Roma Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü Başkanlığını da yapan Masala¸ Türkiye'ye gelmemek için direnen¸ geldikten sonra da¸ sevip hayatının önemli bir bölümünü burada geçiren bir Türk Dostu'dur. Adından söz edilince ilk akla gelen Mevlâna ve Yunus Emre'dir. Ölümünden kısa bir süre önce yazıp yayımladığı “Türkiye'ye Aşk Mektuplarım”¸ onun ülkemize ve insanımıza duyduğu hayranlığı anlatır. Bu kitabında¸ “Demirtepe mahallesinde beni Konya'ya kadar götürecek olan otobüse bindim. Ne kadar küçüktü Konya o zamanlar (1966). Alâeddin Keykubad sanki hâlâ sarayında sultandı. O zamanlarda çok trafik yoktu¸ atlı arabalarla taksi gibi faytonlar geçiyordu sadece
Böylece Konya'daki ikinci hayatım başladı. İstanbul'da İstanbullu isem¸ Konya'da da ruhen Mevlevî'ydim. Eski zamanlarda olduğu gibi ben de bir çeşit çile doldurdum. Küçük bir mürid oldum¸ Horasan'dan değil¸ Roma'dan geliyordum”¸1 diye söz eder. Anna Masala¸ bunun biraz daha detayına yönelir ve şunları da ilave etmekten kendini alamaz:
“Mevlâna Celâledin-i Rumî¸ Yunus Emre¸ Hacı Bektaş Velî kırk yıldan beri benim manevî hocalarımdır. Ama belki de ben bilmeden önce¸ dünyaya geldiğim günden beri bana eşlik ettiler. Bir tasavvuf adamının da dediği gibi alnımın yazısı¸ kaderim bu. Mevlâna'yı yeni dünya görüşümü¸ insanlık ruhumu¸ Yunus Emre'ye tevazuumu¸ tasavvuf şiirine sevgimi (Taptuk'un tapusunda¸ kul olduk kapusunda/ Yunus miskin çiğ idik¸ piştik elhamdülillah)¸ Hacı Bektaş'a da Anadolu insanına sevgimi borçluyum.
Ama Mevlâna bir derya¸ onu kim tamamen anlayabilmiştir ki? Bu nedenle onu sevmek ve memleketimde de bu sevgiyi yaymaya çalışmakla yetinirim. O bana da ¸ “Gel¸ ne isen öyle gel” buyurdular. Onun her zaman sevenlerinin kalbinde yaşadığını bilsem de ben¸ bin kere türbesine gittim. Bir gün yaşlı bir Mevlevî bana: “Gönlümüz televizyon gibidir; sen kalbini açarsın ve Konya kanalını bulursun”¸ demişti. O günden sonra yıllar geçti ve benim gönlümün televizyonu her zaman açık. Hacı Bayram Velî¸ “N'oldu bu gönlüm¸ n'oldu bu gönlüm” der. Benim gönlüm küçük bir tekke: “Tapduk'un tapusunda¸ kul olduk kapusunda¸/Yunus miskin çiğ idik¸ piştik elhamdülillah”.2
Mevlâna ile görüşlerini hayatının sonuna doğru katıldığı Uluslararası Mevlâna Sempozyumunda dile getirdi. Onun buradaki konuşması Mevlâna'ya farklı bir noktadan baktığı için önem taşımaktadır. Aynen alıyorum:
“Memleketinden veya sevdiği diyardan uzak olan¸ duygularını bütün dünya dillerinde söyler¸ ama Türk dilinde hasret kelimesi daha derin duyguları anlatır. Hasret gibi tek gurbet kelimesi de insanlara heyecan verebilir.
Bu fakir¸ Türk asıllı değilim ama Türk kültürü ve ruhuna aşık olduğum için Türk topraklarından ayrılırken daima hasret hisseder¸ bu derdin manasını iyi bilirim. Bir gurbetçi gibi gurbet ellerine düşerim.
Burada Yazar'ın sözünü bölmek belki doğru olmayacak ama¸ önemli bir itirafını nakletmenin bu meselenin daha iyi anlaşılması bakımından yardımcı olacağını sanıyorum. Türkiye'ye geliş hikâyesinde şöyle bir diyalog yaşar Masala:
“Türk dilinin sesini ilk defa Roma Üniversitesi Şarkiyat Enstitüsünde 10 Ocak 1954 tarihinde duydum. Arapça hocam Prof. Francesco Gabrieli¸ büyük Türkolog Prof. Ettore Rossi ile Farsça okumamı söylemişti. O yıl Prof. Rossi'nin Türkçe dili için öğrencisi yoktu. “Mezuniyetten sonra ne iş yapmayı düşünüyorsun?” diye sordu. “İslâm tarihi üzerine çalışmak istiyorum”¸ dedim. Bunun üzerine; “Pekiyi ama unutmayın ki Akdeniz'de İslâm tarihi yüzyıllar boyunca Türkçe konuştu”¸ dedi. O zaman 19 yaşındaydım ve Türk tarihini sadece lisedeki tarih kitaplarından biliyordum: Bizans'ın fethi¸ Otranto¸ Barbaros Hayreddin¸ İnebahtı Savaşı¸ Viyana Kuşatması ve Osmanlı İmparatorluğu'nun düşüşü. Türkleri tanımıyordum ve sevmiyordum. Prof. Rossi'ye şöyle cevap verdim: “Türk tarihinin bu kadar önemli olduğunu sanmıyorum¸ ayrıca Türkçe okumak da istemiyorum”. “Pekiyi” dedi Prof. Rossi; “Ne olursa olsun¸ siz bu günden itibaren Türkçe okuyacaksınız!” Böylece derslere başladım: “Ev¸ evler¸ evlerim¸ evlerde
” “Göktürkler¸ Uygurlar¸ Karahanlılar¸ Selçuklular¸ Devlet-i Ali Osmaniye. Türkiye Cumhuriyeti
” Tarihinizi ve çok güzel dilinizi önce sevgisiz¸ ilgisiz¸ sonra saygıyla. En sonunda büyük sevgiyle okurken seneler geldi geçti.”3
İnsanların kaderindeki kırılmalar bazen istemeyerek yönelseler de hayırlarına sonuçlar doğurur. Anna Masala¸ bu şansı yakalayanlardan birisi. Mevlâna'ya bakışındaki tutarlılık da buradan geliyor olmalı ki¸ sözlerine şöyle devam eder:
“Türk halk edebiyatında¸ bilhassa tasavvuf şiirlerinde hasret çaresiz bir dert olur ama tasavvufa göre bir çare varsa Allah'tan gelir; çünkü Türk mistik şiiri uzun¸ coşkun bir ırmak¸ öyle bir deryadır ki insanoğlu suyundan içmek zorundadır.
Hasretim büyük güzel İstanbul camileri¸ Yeşil Bursa¸ Ankara'daki Anıt Kabir¸ Yunus köyleri içindir.
İstanbul'dan ayrılırken Yahya Kemal'in şiirlerini hasret ile okur¸ hasret ile eski bir gazeli dinlerim.
Türk edebiyatında hasret¸ ayrılık¸ gurbet duyguları ozanları¸ aşıkları bazen bizi de ağladır.
Âşık mahlasını taşıyan eski bir ozanın meşhur bir şiiri şöyle der:
“Dünyayı gezdim dolaştım
Ayrılık gibi dert olmaz
Tatlı canımdan usandım¸
Ayrılık gibi dert olmaz.”
Aynı zamanda Aslı Han için hasretten ağlıyor Kerem Dede.
Neyse¸ bu ozanların listesi pek uzundur: Karacaoğlan¸ Âşık Ömer¸ Âşık Garip¸ Gevherî¸ Ercişli Emrah vs. vs. hasretten bahsediyorlar.
Hasret her kelimenin ucunda. Türk halk edebiyatında¸ Anadolu'nun bahçesinde¸ yayla ve dağlarında¸ bütün yollarında güller gibi açıktır.
Ayrıca büyük bir heyecan verir gemicilerin hasreti: Murad Reis türküsünde gemicilerin vatana hasreti vardır:
“Bir gemimiz var telli varaklı
Yelkenleri kırmızı¸ yeşil direkli
Tayfamız da vardır aslan yürekli
Rabbim nasip eyle bize karayı
Evvelden karayı sonra sılayı.”
Âşık Kerem başka bir hasret söyler:
“Bir han köşesinde kalmışım hasta¸
Gözlerim kapıda kulağım seste
Kendim gurbet ilde gönlüm heveste
Gelme ecel gelme¸ üç gün ara ver
Al benim sevdamı götür yare ver.
Böyle söyler şair¸ çünkü böyle ağlar gerçek derdi olan:
Erzurum dağları kardır geçilmez
Gizli sırdır her adama açılmaz
Ayrılık şerbeti zehir içilmez”
Yıllar¸ asırlar boyunca Türk kavimleri¸ Horasan'dan gelen Türk abdalları¸ sultanların kahraman orduları uzak toprakları fethederken¸ ebedî vatandan olarak Anadolu'ya hasret hissettiler¸ çünkü gurbetçilerimiz için de bütün dünya yollarında gerçek yolluk hasrettir.
Ama başka derin bir hasret daha var: Bu fani dünyadaki hasret; yani Allah'a hasret. Bu duygu bülbülün feryadına benzer¸ neyin nefesinden doğar çünkü büyük hocamız Mevlâna der ki:
“Ney feryadımın sırrıdır.”
Biz de Mevlâna'nın meşhur on sekiz beytini okurken¸ neyin sesini dinlerken Hüssameddin Çelebi gibi heyecanlanırız.
“Bişnev in ney çün şikâyet miküned
Ez cüdayiha hikâyed miküned”
Hazreti Mevlâna ile bütün dertlilere “dinle neyden” diyebiliriz.
Hasret aşktan gelir¸ aşk demektir¸ tek Âşığına varınca biter.
Aşk konusunda Mevlâna der ki; “Benim sırrım feryadımdan uzak değil; fakat gözde kulakta o nur yok. Ten candan can da tenden gizli kapalı değil; lakin cami görmek için kimseye izin yok.” Bu fakire göre Mevlâna'nın sırrı Allah'ın nuruna hasretteyiz.
Mevlâna'nın hasreti
Mevlâna'nın gerçek vatana hasreti
Ve Allah'a dönmek istediği zaman¸ Allah'ın emri geldiği zaman¸ Mevlâna hasreti ile bu dünyadan göç etti. Bu sebeple onun vefatının yıldönümünde her sene binlerce kişi nurlu türbesini ziyaret eder¸ Şeb-i Arûs gününü kutlar. Bu gün dert¸ feryat yok¸ hasretimiz de bal olur¸ çünkü Mevlâna gönlümüzdedir. Biz de bu sene hep beraber Mevlâna'nın türbesini ziyaret edeceğiz çünkü kendisi şöyle buyurdular:
“Gelsin varlık namına ne varsa gelsin¸ kafiri¸ putperesti¸ mecusisi gelsin.” Biz Allah'ın kulu¸ Mevlâna'nın halkı olarak işte geldik.
Dervişin derdi Hubbü'l vatan içindir. Hepimiz yolcuyuz: Allah'tan geliyoruz¸ Allah'a gidiyoruz. Gönlümüz Allah'ın evi ise de kendi gönlümüzde çareyi bulabiliriz. Aramak¸ daima Allah'ı aramak. Başka bir tasavvuf hocası ve Mevlâna'nın manevî yoldaşı Yunus Emre'nin sözleriyle hepimiz bunu söyleyebiliriz: “Dağlar ile taşlar ile çağırayım Mevlam seni” ve Allah'ın yardımıyla belki bir gün Yunus ile diyeceğiz ki:
“Hak'tan inen şerbeti içtik elhamdülillah.” Hazreti Mevlâna'ya göre; “Bir kimse Allah ile oturmak dilerse¸ tasavvuf ehli ile otursun¸ çünkü tasavvuf yolu en zor ve en güzel yoldur.”
Şüphesiz bu fani dünyada bile hasreti ile Allah'ın kulu Allah'ı bulur.
Hazreti Mevlâna buyurdular ki:
“Bütün işler ihtimal üzerinedir¸ bunun için din işini her şeyden üstün tut ki selamete eresin. Bir kapıyı ümitten başka bir şeyle açmaya izin yoktur. Her şeyin sevabını Allah daha iyi bilir.”
Hasret¸ hissetmek¸ susmak gibidir; bunun sembolü olarak Mevlâna'nın bir hikâyesi vardır:
Bir gün Peygamber bir çölde susuzluktan bunalan bir Arap kervanının imdadına yetişti. Demek ki o nurlu su ile insanoğlu derdinden kurtulmalıdır. Allah'ın emri ile Peygamberin yardımı ile mistik pınarı bulacağız. Susuzluk hasretimiz bitecek.
Hubbü'l Vatan'a hasreti hatırladık. Kardeşimiz Yunus bu konuda der ki:
“Anda varan kalır heman kalam ey dost deyi deyi.”
Neyin sesini dinlemek Allah'a hasreti hissetmek demektir. Allah'tan ayrılık için ney ağlar ve ağlatır. Ney konusunda Mevlâna der ki: “Yol değil ateştir bu neyin sesi.”
Ama tek ney'in sesi değil¸ mutribin sesinden derde derman gelir¸ ateş ve bal¸ semâ ile hep bu sesler âşıkların gıdası olur.
Mevlâna der ki: “Güzel sesi işitirken kalbin hayalleri o kadar kuvvetlenir ki¸ adeti suret bağlar.”
Dervişin kalbi daima dosta hasrettir¸ ama Mevlâna'ya göre hakikat ve güzellik gönüldedir¸ dışarıda değil. Demek ki¸ kalbimizde Allah'ı bulmalıyız¸ böylece tek hasreti değil¸ sevdayı da hissederiz.
Ölmeden ölmek ve yaşamak:
Mevlâna der ki:
“Ne mutlu o kimseye ki¸ ölmezden evvel öldü; onun canı bu üzümün aslından bir koku aldı.”
Hasret öyle derin bir duygu ki¸ gerçek âşık onu anlatamaz. Ahiret gerçek hayata hasreti hissetmeliyiz.
Mevlâna'ya göre; “İnsanın her duygusu başka başkadır ve her duygu diğerinden habersizdir.”
Mevlâna der ki: ” Bütün dünya nur ise suret olsa güzellikten ancak gözün haberi olur.”
Demek ki¸ biz hasret hissederken tek gönül gözü ile güzelliği bulabiliriz.
Bize akıl ve gönül lazım¸ çünkü Mevlâna'nın dediği gibi:
“Akıl Hakk'ın gölgesidir¸ Hak ise güneştir. Gölgenin güneş karşısında da takatı vardır.”
Gölgemizde o güneşe hasretiz. Büyük hocamız Mevlâna¸ Hazreti Peygamberin emrini hatırlatır bize:
“Tanrı¸ suretlerimize değil¸ kalbimize bakar.”
Hasret derdini mutluluğa çevirmek istersek Allah'ın yoluna çıkmalıyız. O zaman Allah bize yakın olur¸ gönlümüzün kapılarını O'na açmalıyız¸ hasret biter¸ aralarımız iyileşir.
Hazreti Mevlâna'nın sözleri bitmez bir ders olur âşıklara¸ çünkü kendileri Allah'a hasrettir. Hakk'ın yolunda¸ Hak isterse¸ bir hoca¸ bir mürşit¸ bir şeyh bulabiliriz.
Gerçek şeyhimiz bu derin hasreti¸ hissederken bizden daha çok ağlar¸ derdini anlatır ama Mevlâna'nın dediği gibi: “Şeyhin ağlayışı da gülüşü de Hak içindir.”
Cenab-ı Allah Mevlâna'ya ulu bir hoca gönderdi. Uzaktan¸ tasavvuf illerinden geliyordu Hazreti Şemseddin-i Tebrizî.
Divanında kendini Şeyh hissetmeyen Mevlâna Şems için şöyle diyordu:
“Şems-i Tebrizî gerçek şeyhimizdir. Biz O'nun ayaklarının tozuyuz.”
Şems Anadolu'ya geldi¸ Hazreti Mevlâna ile buluştu ve Konya'dan ayrıldığı zaman Mevlâna yalnız kaldı. Şems'e hasret kaldı Mistik bir hasret idi. Derdi ile hocasına derin bir çağrı gönderdi.
Mevlâna mektuplarında Şems-i Tebrizî'ye hasret duygusunu anlatır:
“Ey gönlümün nuru gel
Ey dileğim¸ ey maksadım gel
Ey seven ve sevilen
Bilirsin ki yaşamamız senin elinde
Sıkıntı etmeden n'olur gel
”
Bu derin duygudan uzunca bahsetmek isterdim ama bu konuda sözler yetmez. Tasavvuftan bahsetmek istedim ama¸ tasavvuf adamı değilim. Aklıma Yunus Emre'nin sözleri gelir:
“Dervişlik der ki bana sen derviş olamazsın.”
Bu sebeple Yeşil Kubbe'ye daima hasretteyim. Hasretim hiçbir zaman bitmez. Bize bir ümit lazımsa inanırız ki¸ “Haktan ümit kesilmez.”
Aziz dostlar¸ hasret konusunda sözlerim bitmez¸ sizden ayrılınca hasretim bitmez ama bugün Türkiye'deyim. Bu güzel Türk topraklarında ney sesiyle Mevlâna'nın dersi ile¸ ben de derman buldum. Yarın yine gurbet ellerine düşeceğim ama yarın başka bir gün. Türk ruhu dermanımdır¸ vesselam
”4
Dipnot
* Yazar'ın yakında çıkacak olan “Batıdaki Mevlâna” isimli kitabından
1- Anna Masala¸ Türkiye'ye Aşk Mektuplarım¸ s.70. Kültür Bakanlığı Yayınları¸ Ankara-2002
2- age.s.107. Kültür Bakanlığı Yayanı¸ İstanbul- 2002
3- age¸ s.1. Kültür Bakanlığı Yayanı¸ İstanbul- 2002
4- Uluslararası Mevlâna Bilgi Şöleni¸-2000¸ Sempozyum Bildirileri¸ s. 331. Kültür Bakanlığı Yayını¸ Ankara-2000