SELAMLAŞMA ADABI

Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz buyuruyorlar ki:
“Binekli olan, yaya yürüyene selâm verir. Bir topluluktan birisi selâm verince, diğerlerine de kâfi gelir.”
Selâm vermek sünnet, almak ise farzdır. Selâm vermenin sünnet oluşu, muhtelif hadis-i şeriflerle sabittir. Almanın farz oluşu ise, “Size bir selâm verildiğinde, siz ondan daha güzeli ile (alın) selâmlayın. Yahut onu, aynen o selâmla karşılayın.” (5/Nisâ, 86) mealindeki ayet-i kerime ile sabittir.
Ebu Hüreyre (r.a.)’den rivayet olunan bir hadis-i şerifte, Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır: “Selâmı küçük büyüğe, binekli olan yürüyene, yürüyen oturana ve az olan kalabalık olana verir.”
Amr ibni Atâ (r.a.)’nın oğlu Muhammed anlatıyor:
“Abdullah ibni Abbas’ın yanında oturuyordum. Onun huzuruna Yemen halkından bir adam girdi ve “Es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berakâtühü.” diyerek selâm verdi. Sonra bir şeyler daha ilâve etti. O zamanlar gözleri âmâ olan İbni Abbas (r.a.):
“Bu kim?” diye sordu. Oradakiler:
“Bu sana gelen bir Yemenlidir.” diye onu kendisine tanıttılar. Bunun üzerine İbni Abbas (r.a.):
“Selâm, bereketle tamamlanır.” buyurdu.
Yani selâm “ve berakâtühü” sözü ile tamamlanmış olur. Bundan başka bir şey ilâve edilmez.
Enes ibni Mâlik (r.a.) anlatıyor:
“Ömer ibni Hattâb (r.a.)’ı dinledim. Bir adam ona selâm verdi. O da selâmını aldı. Sonra adama:
‘Nasılsın?’ diyerek halini hatırını sordu. O da:
‘Allah’a hamdolsun.’ diye karşılık verdi.
Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.):
‘İşte, senden istediğim budur.’ buyurdu.”
Bu sözüyle Hz. Ömer (r.a.); mü’minin başta akıl, sıhhat âfiyet nimetleri, İslâm nimeti ve ümmet-i Muhammed’den olma nimetlerini kendisine meccanen ihsan eden Allahu Teâlâ’ya hamdetmesi, ona şükretmesi gerektiğini anlatmak istedi.