Vefâtının 30. Yılında Tarık Buğra
Tarık Buğra Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatının en çok konuşulan, hakkında değerlendirmeler yapılan ve özellikle güçlü romancılığı vurgulanan bir yazarımız. Küçük Ağa, İbişin Rüyası, Dönemeçte ve Yağmur Beklerken gibi romanlarıyla eleştirmenlerin haklı övgüsünü alan, Firavun İmanı ve Gençliğim Eyvah gibi romanlarıyla da önemli tartışma alanları açan Tarık Buğra, vefâtından sonra değeri daha çok anlaşılan iyi edebiyatçılarımızdandır.
Şair ve yazarların, sanatçıların yuvarlak ölüm yıldönümleri önemlidir. Bu tür vesîlelerle sanatçılarımız ve edebiyatçılarımız, toplumun ve bilhassa sanat dünyamızın, edebiyat âleminin gündemine geliyor, haklarında programlar yapılıyor, eserleri üzerinde yeniden duruluyor.
Tarık Buğra da bu sene, vefâtının 30. yılı münâsebetiyle yeniden edebiyat gündemine yerleşti. Şimdiden Konya’da, Akşehir’de, İstanbul’da ve Türkiye’nin muhtelif illerinde rahmetle ve hürmetle anılmaya başlandı. Yuvarlak yıldönümlerinin belki de en kalıcı yararı, uzun zamandır unutuluveren yazarların yeniden hatırlanıp keşfedilmesine, kitaplarının ve fikirlerinin gündeme taşınmasına, haklarında konuşmalarda bulunulup sanat anlayışları hakkında ilginç ve özgün yorumların yapılmasına vesile olmasıdır.
Tarık Buğra hakkında vefâtının 10. yılı münâsebetiyle 2004 yılında Beyoğlu Tünel’de bulunan TZT Kültür Merkezi’nde bir anma toplantısı düzenlemiştik. O programa Ergun Göze, Beşir Ayvazoğlu, Prof. Dr. Zeynep Kerman ve Yücel Çakmaklı katılmış ve büyük yazarımıza dâir görüş ve düşüncelerini ayrıntılı olarak dile getirmişler, hâtıralarını anlatmışlardı.
Yönettiğim o toplantı, geniş yankılar uyandırmış, programa dâir basın yayın organlarında pek çok yazı yayımlanmıştı. Yıllar sonra Bâbıâli Sohbetleri’nde de bir Tarık Buğra toplantısı daha düzenledik. Orda da bilhassa Gürbüz Azak ile Ünal Sakman’ın konuşmaları dinleyicilerin dikkatini çekmişti.
Tarık Buğra’nın bağımsız kişiliğinden ve herhangi bir gruba bağlanmadığından hep bahsedilir. Peki, gerçekten Tarık Buğra herhangi bir edebî gruba, bir sanat akımına, bir fikir cereyanına bağlı değil miydi? Millî sanat anlayışını benimsediği konusu tartışmasız olan Buğra, milliyetçi muhafazakâr bir sanatçı olmasına rağmen hayatı boyunca kendisini yalnız hissetmişti.
Esasen o, vazgeçemediği hürriyetini tercih etmişti. Dünya görüşüne yakın siyâsetçilerin iktidarda olduğu dönemlerde bile bu yalnızlıktan kendisini kurtaramamıştı. Zira sağ iktidarlar istediği ve gerektiği gibi kültüre, sanata, edebiyata önem ve değer vermiyor, bu sahaları boş bırakıp ihmâl ediyorlardı.
Büyük derdi buydu ve bu yüzden diğer kesim gibi sağcı siyâsetçileri de eleştiriyordu. O, siyâsî hareketliliğin en yoğun olduğu 1960’lı ve 70’li yıllarda bile, sağ ve muhâfazakâr çizgideki okura sahip olmasına rağmen fert üzerinde durmuş ve bireyin hürriyetini devamlı olarak savunmuştur.
Bazı eleştirmenlerin taraflı ve peşin hükümlü olduğuna inanan Tarık Buğra, bu haksızlıkların kendisine uygulandığını yazılarında ve konuşmalarında belirtmiştir. Bu münekkitlerin eserlerini okumadan, piyeslerini seyretmeden ön yargıyla, katı ve keskin hükümler verdiğini söyler ve bu tür eleştirmenleri şöyle eleştirir: “Münekkit için, çok zaman en önemli, hatta tek önemli şey kendisidir. Hesapları vardır. Dikkat edin, iki kere ikinin üstüne yürüyen münekkitler, ölçüleri bilmeyen, bilse de bilmezlikten gelen münekkitler görecek ve bir vasıta yapılmak istendiğinizi anlayacaksınız.”
1981 yılında Tarık Buğra’ya Kültür Bakanlığı tarafından mükâfat verilmesini hazmedemeyen Fethi Naci, tezat teşkil eden açıklamasında Tarık Buğra’nın ödülü hak ettiğini söyledikten sonra karşı çıkışını, “Ancak Atatürk’ün doğumunun 100. yılında, bir bakanlığın ‘İslâmî dünya görüşüne sahip bir yazara ödül vermesini doğru bulmadığını iddia ederek görüşünü tevil etmeye çalışır. Tabiî bu tuhaf değerlendirmeye, Buğra’nın tavrı son derece net ve gerçekçidir.
Bir Düşünce Adamı
Şüphesiz Tarık Buğra, iyi bir romancı olmanın yanı sıra sağlam bir düşünce adamıydı. Çıkardığı Yol dergisinde de görüleceği gibi ülkenin temel problemlerini dert edinmiş bir aydındı aynı zamanda. Politikacıların dar bakışlarına hiçbir zaman iltifât etmemiş bir irfân ve kültür adamıydı.
Peki, hayatta iken anlaşılabildi mi Buğra, kıymeti bilinebildi mi? Bunu söyleyebilmek oldukça zor. Çünkü o, yaşarken kendini hep ayrı bir yerde hissetti. Hiçbir zaman anlaşılamadığı görüşündeydi. Nitekim yakın arkadaşı şair Gültekin Sâmanoğlu, romancımızın rûh hâlini, “Hassas bir yaratılışı vardı. Bağımsız hür ve dürüsttü. Bu sebeple de yalnız sayılırdı.” şeklinde anlatıyor.
Tarık Buğra gerek yaşarken gerekse vefât ettikten sonra kişiliği ve eserleri üzerine yazılar yazılan, yorumlar yapılan seçkin bir romancı. TYB tarafından düzenlenen 75’nci yaş kutlamaları çerçevesinde Tarık Buğra için gazete ve dergilerde yazılar yazılıp anketler düzenlenmişti.
Bu anketlerden biri 4 Şubat 1993 tarihinde yayımlanmıştı. Buğra hakkında görüşlerine başvurulan yazarlardan Attilâ İlhan şöyle diyordu: “İyi romancılarımızdan biridir. Türkiye’nin son elli yıllık tarihini kendi zâviyesinden ele almış ve başarılı romanlar yazmıştır. Tarihî romanlarında da kendi düşünce sistemi içinde onun kadar güçlü bir romancı gelmemiştir.”
Doğan Hızlan, vefâtından bir gün sonra 27 Şubat 1994 tarihli Hürriyet’teki yazısında, “Gençliğim Eyvah’ın yazarı Tarık Buğra ile tartışabilirim, karşıt görüşlere düşebilirim, ama Küçük Ağa’nın yazarını bütün gücümle, iyi edebiyatın ilkeleriyle savunurum.” diyecekti.
Aynı gazetenin bir başka yazarı Hadi Uluengin de 5 Mart 1994 tarihinde, Buğra’ya ayırdığı yazısının son paragrafını şöyle bitirecekti: “Tarık Buğra öldü. Türk edebiyatının yalnız adamı gitti. Politikada taraf olan, ama sanatı ideolojik angajman ile değil evrensel yaratıcılık ile belirleyen birey insan, inandığı Tanrı’nın mağfiretine kavuştu. Tarık Buğra eyvah! Biraz da gençliğinde onu hiç anlayamamak gafletini yaşamış olan benim için, ‘gençliğim eyvah!’”
Tarık Buğra’nın vefâtından sonra Ahmet Kabaklı, Gültekin Sâmanoğlu, Dilaver Cebeci, Beşir Ayvazoğlu, Alpay Kabacalı, Prof. Dr. Orhan Okay, Mehmet Çınarlı, Mehmed Niyazi, Atilla Özkırımlı, Prof. Dr. Birol Emil, Ziya Bakırcıoğlu ve Mustafa Miyasoğlu da yazarımızın sanatı hakkında olumlu yazılar yazdılar.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları tarafından yazarımızın güzel eseri İbişin Rüyası’nın başarıyla sahnelenmesi üzerine, 20 Aralık 1997 tarihinde Türkiye gazetesinde yazdığım yazının başlığı “Tarık Buğra’nın Rüyası” idi.
Bir vefât yıldönümünde Ekrem Kaftan’ın sorularına cevap veren rahmetli romancımızın eşi Hatice Bilen Buğra, Tarık Buğra’nın hakkıyla anlaşılamadığını söylüyordu. Tarık Bey’in yakın arkadaşı Ergun Göze, Küçük Ağa’yı, “Türk tarihinin dramı” olarak nitelerken Mehmed Niyazi yazarın hikâyeciliğine temas ediyor; Abdurrahim Balcıoğlu ise Buğra’nın büyük izler bıraktığını kaydediyordu.
Tarık Buğra, yakın tarihimizi kaleme almış önemli bir romancıydı. Hatice Buğra’nın dediği gibi gerçekten anlaşılabildi mi? Romanları okunabildi mi? Eserlerindeki fikirler kavranabildi mi? Roman kahramanlarının iç dünyaları idrâk edilebildi mi? İdealleri, hayalleri, rüyaları ve düşünceleri tam manasıyla sindirilebildi mi?
Tarık Buğra’yı rahmetle anarken başta Küçük Ağa olmak üzere bütün kitaplarına ilginin giderek artması şüphesiz çok sevindiricidir. Türkçenin şahikasına erişmiş bir yazar olan Tarık Buğra, son yıllarda çok kullanılan tâbir ile tam anlamıyla “yerli ve millî” bir yazarımızdı. Dolayısıyla onu okumak bir bakıma kendimizi daha yakından tanımak, keşfetmek ve anlamak demektir. Buna da şüphesiz hepimizin çok ihtiyacı vardır.
Tarık Buğra, yeni Türk edebiyatının en önemli romancılarındandır. Güçlü tahlilleri, mükemmel tasvirleri ve derinlemesine işlediği fikirleriyle, sağlam bir zemine oturttuğu eserleriyle geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmıştır. Romanlarından sinemaya aktarılan filmleri, onu Türk edebiyatının en çok tanınan, okunan ve sevilen isimleri arasına katmıştır.
Cumhuriyet Türkiye’sinde gelişen modern Türk edebiyatının gerçek temsilcilerinden biri şüphesiz Tarık Buğra’dır. “Küçük Ağa’nın büyük yazarı”, başta romanları, sonra hikâye ve tiyatro eserleri ile edebiyatseverlerin gönlünde esaslı bir taht kurdu. Sadece romanları ve sanat anlayışı ile değil, hisleri, idealleri ve düşünceleriyle de kültür hayatımızın belirleyici ve aktif çehrelerinden olan Tarık Buğra, Türkiye’nin yakın tarihini sahih şekilde işleyen romanlarıyla ön plâna geçti.
Son Karşılaşma Üsküdar’da
Benim için unutulmaz bir karşılaşmaydı. 1987 yılıydı. İstanbul’un Anadolu yakasında, Üsküdar’a bağlı Harem otobüs terminalinde merhûm yazarımızla karşılaşmıştık. Beyaz ceketi ve bu renge uyumlu kasketiyle hemen dikkat çekiyordu. İlerlemiş yaşına rağmen genç ve dinç görünüyordu.
Selâm verdim, ayaküstü biraz sohbet ettik. O Yalova’ya, ben ise yedek subay olarak askerlik şubesinde başkanlık yapmak üzere görev almak üzere Tunceli’nin Çemişgezek ilçesine gidiyordum. Tarık Buğra Türkiye’nin yetişmiş iyi bir yazarı, dürüst ve cesur bir aydını, tarihimizi bize sevdiren soylu ve cesur bir romancısıydı.
Sadece Osmancık ve Küçük Ağa bile onun aziz milletimize yaptığı büyük hizmeti anlatmaya yeter de artar bile. Merhûm Yücel Çakmaklı’nın çektiği o unutulmaz filmleri Anadolu’nun tenha köşesinde askerlerimle birlikte seyrediyor, verilen olumlu mesajlardan çok istifade ediyorduk. İyi okuyucular, bu derinlikli ve incelikli yazarı külliyât olarak okuma ihtiyacını hep hissetti. Zaten iyi bir yazarı tek romanıyla değil bütün eserleriyle okumak ve anlamaya çalışmak gerek.
Başlığımızda “Yalnız Adam” dedik. Hakîkaten yalnızdı ve hiç kimseye kafasını, fikrini, dünya görüşünü teslim etmemişti. Aklını kimsenin cebine bırakmamıştı. Nitekim bu gerçeği kendisi de, eleştirmen Tahir Alangu’yu şâhit göstererek şöyle belirtiyor: “Hakkımda verilmiş bunca hükümden bir tekini, rahmetli Tahir Alangu’nun, ‘Hakîkî mânâda edebiyatımızın yalnız adamı Sait Faik değil, Tarık Buğra’dır.’ deyişini sevmiş, benimsemişimdir.”
Tahir Alangu, Cumhuriyetten Sonra Türk Roman ve Hikâyesi adlı eserinde yazarımız hakkında, “Bütün grupların dışında kaldı o.” dedikten sonra “Tarık Buğra, Sait Faik’ten daha yalnız yaşamak zorunda kalmıştır.” demiştir. Doğrudur. Kendi iç dünyasında yalnız kalmış olsa da çevresi tarafından çok sevilmiş ve sayılmıştır yazarımız.
Tarık Buğra bir samîmîyet ve ahlâk âbidesidir. Bir yerde bütün duygu, fikir ve inanç dünyasını şöyle hülâsa ediyor: “Emin olun. Yemin ederim. Yola çıkarken de bütün hayatım boyunca da ne şöhret için ne para için çalıştım. Ben sadece kendi yapabileceğim en iyi şeyi yapmak için çaba harcadım. Yokluklara katlandım. Birçok imkânları reddettim sırf bunun için...”
Tarık Buğra, kalemine dayanmış yani alın terine güvenmiş ve bu yolda üstün gayret sarf etmiş bir emek adamı, bir edebiyat ustasıdır. Aziz yazarımıza Allah’tan rahmet diliyorum. Kabri nûr, mekânı cennet olsun. Yeni Tarık Buğra’ların yetişmesi ise en büyük dileğim, temennim, isteğim ve duâmdır. Ümitvârım, yetişecek inşallah…
Mehmet Nuri YARDIM
YazarSevdasına kapılma, pür telaşla hayatınSayılıdır nefesi, vakt-i sıradır ömürBir kalanı görmedim, yaşı geçmiş dünyadaKime saray saltanat, kime yaradır ömürMülk edinsen dağlarca, götürdüğün var mı kiMaka...
Şair: Celalettin KURT
Müslüman için ibâdet kavramı hayatın bütün alanını kuşatır. İbâdet sadece namaz kılmak, oruç tutmak veya hacca gitmek değildir. Yoldan karşıya geçmekte zorlanan yaşlıya yardım etmek, otobüste engelli,...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
“Yoktan yaratmak” ve “vardan yaratmak” olmak üzere Allah’ın yaratması iki şekildedir. “Allah yoktan yarattı” denildiği zaman bu sözden Allah’ın hiçbir hammadde olmadan bir şeyi yarattığı anlaşılır. Ku...
Yazar: Aydın BAŞAR
Ölüm haktır ve muhakkaktır. Hepimiz için, bütün Müslümanlar, hatta bütün insanlar için bu gerçek böyledir. Mademki bu mukadder akıbetten kaçış yok. Akıllı olan kişi ölümden korkacağına görevlerini hat...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM