İman ve İmtihan İlişkisi
“İnsanlar denenip imtihandan geçirilmeden, sadece ‘İman ettik.’ demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar?” Andolsun ki biz, onlardan öncekileri de sınamıştık. Allah, elbette doğru olanları ortaya çıkaracaktır; keza O, yalancıları da mutlaka ortaya çıkaracaktır.”1
Bu âyetlerde mü’min insanın yaratılış gâyesi olarak imtihan edilmesi üzerinde durulmaktadır. İmtihan kavramının karşılığı olarak fitne sözcüğü kullanılır. Fitne kelimesi, lügatte; “bir şeyin cevherini posasından ayırmak için ateşle muâmeleye tabi tutmak, içindeki yabancı maddeleri ayırabilmek için altını ve gümüşü eritmek” anlamına gelir. İşte hayatta karşılaştığı belâlar da insanın özünü, kötü ahlâkî düşünce ve davranışlardan ayırıp çıkardığı, günah ve hatâlardan arındırdığı için “fitne” olarak adlandırılmıştır.
Her çağda Müslümanlar değişik belâlarla imtihan edilmişlerdir. İslâm’ın ilk yıllarında putperestlerin, başta Bilâl-ı Habeşî, Habbâb b. Eret, Ammâr ve Yâsir (Yüce Allah hepsinden razı olsun) gibi kimsesizler olmak üzere, Müslümanlara uyguladıkları baskı ve zulümlerin dayanılmaz noktalara ulaştığı Mekke Dönemi’nin sonlarında inen yukarıda söz konusu ettiğimiz bu âyetler, gerçek mü’min ve Müslüman olmanın anlamını ve şartlarını ana çizgileriyle ortaya koyması bakımından büyük önem taşımaktadır.
Buna göre insanların sorumluluklarını yerine getirmiş sayılmaları, dolayısıyla gerçek manada Müslüman olmaları için yalnızca “İnandık.” diyerek sözlü bir iman ikrârında bulunmaları yeterli değildir. Asıl dindarlık, Allah’ın insanları inançları uğrunda bazı güçlüklerle imtihan ettiğinde ortaya çıkar.
Her ne kadar bu âyetlerin, belirtilen tarihî bağlamla ilgili olarak indiği kabul edilse bile içerdiği anlam ve mesaj süreklidir, evrenseldir. Kapsamı da insanoğlunun karşılaşabileceği yoksulluk, hastalık, ölüm, savaş gibi bütün acı olayları, hatta yerine getirmek zorunda olduğu ödev ve sorumluluklara katlanmayı da içine alacak kadar geniştir.2
Yine Ankebût Sûresi’nin 3. âyetinden de anlaşıldığı gibi geçmiş çağlardaki topluluklar da bu tür fitnelerle imtihana tabi tutulmuşlar. Düşmanlarının baskı ve zulümlerine maruz kalmışlar. Buna göre iyilikle kötülük, iyilerle kötüler, mü’minlerle münkirler arasındaki çatışma insanlık tarihinde sadece bir dönemde yaşanıp bitmiş bir olgu değildir; aksine bu “sünnetullah”tır, yani Yüce Allah’ın sürüp giden şaşmaz bir yasasıdır.
Başlangıcından sonuna kadar dünya hayatı bireyler için olduğu gibi topluluklar için de bir imtihan alanıdır. Nitekim Müslümanlar ilk zamanlarda olduğu gibi tarihin sonraki dönemlerinde de sıkıntılar yaşamışlar, inançlarını ve kutsal değerlerini yok etmek isteyen hareketlerle karşılaşmışlardır.
Günümüz Müslümanları da aynı durumu dünyanın değişik bölgelerinde ağır bir şekilde yaşamaktadırlar. Tarihin gelecek dönemlerinde de bu tür tehlikelerle karşı karşıya kalabileceklerdir.
Şu halde “iman ve imtihan”la ilişkili bu âyetler sadece ilk Müslümanları değil, her dönemdeki bütün inançlı insanları, -sadece “İnandım.” demekle yetinmeyip- kişisel ve toplumsal varlıklarına, değerlerine, hak ve özgürlüklerine, ülkelerine ve bağımsızlıklarına sahip çıkmaya; bu uğurda gerekirse özveride bulunmaya, zorluklara ve acılara katlanmaya çağırmakta; doğrularla yalancıların, gerçekten mü’min olanlarla sözde mü’minlerin bu şekilde ortaya çıkacağını, bunların Allah katındaki değerlerinin de bu imtihandaki başarı derecelerine göre belli olacağını ifade etmektedir.3
Bu gün yaşadığımız dünyanın değişik ülke ve bölgelerinde Müslümanlar değişik imtihan ve belâlarla karşı karşıya bulunmaktadırlar. Bunların başında Filistin Müslümanları geliyor. İsrail, başta Kudüs olmak üzere işgal ettiği tüm Filistin şehirlerinde İslâmî kimliği yok etmeye ve nüfus yapısını değiştirmeye çalışıyor. Dışarıdan getirdiği yerleşimcileri haksızca gasp ettiği Müslümanların arazilerinin üzerine yaptığı konutlara ve şehirlere yerleştiriyor.
Bu konuda hak hukuk tanımıyor. Sürekli Filistinlilerin haklarını ihlal ediyor. Birleşmiş Milletler’den ve Batılı insan hakları kuruluşlarından ciddi ses çıkmıyor. Siyonist İsrail, gerek Kudüs’te ve gerekse diğer Filistin kentlerinde nüfus yapısını ciddî oranda değiştirmiş durumdadır. İşgal altında bulunan Filistin topraklarında fiilî durum oluşturarak Müslüman kimliği tamamen tasfiye ediyor.
Her gün İsrail askerleri mülevves ayaklarıyla Mescid-i Aksa’yı kirletiliyor, mazlum Müslümanların kanını dökmeyi sürdürüyor.
Bir başka imtihan alanı Doğu Türkistan...
Doğu Türkistan hâlâ Çin’in esâreti altında yaşıyor, inim inim inlemeye devam ediyor. Müslüman halk, 70 senedir insanlığın görmediği korkunç bir şekilde zulüm, horluk ve eziyet görüyor. Bugün Kızıl Çin tarafından Doğu Türkistan bütün dünyaya kapatıldı. İslâm dünyası da gerekli hassâsiyeti, tepkiyi gösteremedi ve desteği veremedi.
Doğu Türkistan’ı dünyaya kapatan Çin, bununla da kalmıyor, Doğu Türkistan’ın ismini, cismini nisyâna terk etme politikasını en acı bir şekilde sürdürüyor. Doğu Türkistan Müslümanlarının başta ibadet özgürlüğü olmak üzere, her türlü insan hakkı elinden alınıyor.
Arakanlı Müslümanlar, Sünnîdirler Osmanlı’nın dağıtılmasından sonra sömürgeci Batı devletleri sömürge haline getirdikleri İslâm coğrafyalarında hep bir “güney-kuzey” sorunu oluşturmuşlardır. Ne zaman Müslümanlar vahdetten söz etseler, işte o zaman yapay sorunlar hemen devreye sokularak Müslüman toplulukların güçleri zayıflatılmak istenmiştir. Arakan’da olup bitenler buna örnektir.
İngilizlerin desteğiyle iktidarda olan ırkçı ve Budist milliyetçi yönetimler, Müslümanları birbirine düşürecek şekilde etnik temelde kliklere ayırmışlardır: Zerbadiler, Arakan Müslümanları, Kamanlar ve Myedu şeklinde. Arakan diye adlandırdıkları Müslümanları, -yerli olmalarına rağmen- ırkçı Burma hükümeti yabancı gibi tanıtmıştır. Hep onları bu topraklardan sürülmesi gereken unsurlar olarak görmüşlerdir.
Bengal bölgesinin doğu kıyıları boyunca 450 km. kadar uzanan Arakan bölgesi, aşılması imkânsız dağlar silsilesiyle kaplıdır. Bu bölgeden isimlerini alan Arakanlı Müslümanlar, sünnîdirler; kendilerini Rohinga ya da Roewengyah şeklinde isimlendirirler. Dinlerine bağlı ve İslâmî duyarlılığı yüksek olan bu Müslümanların varlığı Budizm’in zayıflamasına yol açmaktadır. Onların dindarlığından etkilenen Budistler, ihtidâ ederek İslâm’ı seçmektedirler.
Bugünkü yaşanan sorunların arka planında böyle bir durum söz konusudur. Budistleri kullanan yöneticiler, Arakanlı Müslümanlara karşı soykırım başlattılar. Evlerini, işyerlerini, camileri yaktılar, arazilerini gasp ettiler. Bununla da kalmadılar, korkunç bir şekilde onları katlettiler, kadınların ırzlarına geçtiler. Binlercesi ölen Arakanlı Müslümanların binlercesi de Bangladeş’e sığınmak zorunda kaldılar.
Netice olarak, biz Müslümanlara düşen görevler vardır. Modern zamanlarda hepimiz konumumuza göre imtihanlardan geçiyoruz. Müslümanlar kardeştir. Mademki Müslümanlar bir vücudun organları gibidir. Nasıl ki bir organa sirâyet eden acı ve ağrı diğer organları etkiliyorsa, aynı şekilde dünyanın neresinde olursa olsun Müslümanlara sirâyet eden bir acı bizi de etkilemekte, onların imtihanı bizim de imtihanımız olmaktadır.
Bugün Keşmir, Somali, Kırım, Doğu Türkistan, Filistin, Bosna, Yeni Zelanda ve Arakan olur; yarın da bir başka bölge ya da ülke Müslümanları olur. Bu konuda dünya Müslümanları el birliği, gönül birliği ve fikir birliği ederek güçlerini birleştirmeli, mazlumlarla maddî ve mânevî dayanışma içerisine girmelidirler.
Elbette sadece Müslümanların değil, bütün dünyada dinine, meşrebine, mezhebine ve ırkına bakılmadan tüm mazlum ve mağdurların dramına sessiz kalınmamalıdır. Mazlum coğrafyalarda yaşatılan insan hak ve hukuk ihlalleri, bütün bir dünya gündemine taşınmalıdır. Çünkü imanımız böyle bir dayanışmayı gerektirmektedir:
“Ey Rabb’imiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme! Üstesinden gelemeyeceğimiz şeyleri üzerimize yükleme! Bizi bağışla, ayıplarımızı ört ve bize rahmetinle muamele buyur! Sen bizim sahibimiz ve yardımcımızsın; artık inkârcı topluluğa karşı bize yardım et!”4
Dipnot * Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ
1. 29/Ankebût, 2-3.
2. Bkz. Kur’an Yolu Tefsiri, Diyanet, IV, 252.
3. Bkz. Kur’an Yolu Tefsiri, Diyanet, IV, 253
4. 2/Bakara, 286.
Ramazan ALTINTAŞ
YazarŞiâr, sözlükte, “bir şeyin kendisine özgü niteliklerine kılavuzluk eden alâmet, nişan, sembol, parola” anlamlarına gelir. Çoğulu, şeâir olup, bir şeye alem kılınan, bir şeyle alâmetlendirilen he...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Dinde, akıl sahibi olan ve ergenlik çağına adım atan kadın ve erkek her Müslüman, Allah’ın kendilerine yüklediği fiillerden sorumlu tutulmuştur. Bu âlemde hiçbir varlık başıboş değildir. Hayvanl...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Yaşadığımız yüzyılda, bütün bir Batı dünyası “ümmetleşme” süreci yaşarken, İslâm dünyasında aynı emperyalist batı, etnik ve mezhep bağlamında yapay ayrılıkçı sorunlar üretmektedir. Bütün bunlara rağme...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Beni ey servi mecnûn eyleyen vechin hayâlidir Yazılmaz söz ile denmez bu ne aşkın melâlidir Girer meydân-ı aşka her taraf yâra sücûd eyler Yine ol secdesi anın Hudâ-yı Zü’l-Celâlidir Gözün gör...
Yazar: Es-Seyyid Osman Hulusi Ateş Efendi