Rahmânî Rüyâlar
Rüyânın¸ insanlığın var olmasından itibaren¸ insanların yaşantısında büyük bir yeri olmuştur. İslâm âlimleri; Kur'an ve Sünnet'in açıklamalarıyla yetinmiştir. Uykuda görülen salih ve rahmanî rüyânın Allah katından gelen¸ bir kısmının müjdeleyici ve bir kısmının uyarıcı olduğu görüşünü benimserler. Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmaktadır: "Esasen mü'minin rüyâsı peygamberliğin kırkaltı cüzünden bir cüzdür."[1]
Rüyâyı Anlatanlar
Hz. Ebû Bekir (r.a.)¸ ashap içerisinde ileri görüşlülüğü ile seçkindi. Rüyâ yorumlama hususunda derin bir sezgisi vardı.[2] Cafer-i Sâdık Hazretleri de¸ önde gelen rüyâ tabircilerinden biri olarak kabul edilmektedir. Onun tabirlerinin en önemli özelliği¸ farklı tabir seçeneklerini titiz bir şekilde sınıflandırmasıdır.[3]
Ubeydullah Ahrar Hazretleri¸ küçüklüğünde hem Taşkent'te medreseye devam eder hem de ziraatla meşgul olan babasına yardım ederdi. Mâneviyatı yüksek olan Ubeydullah Ahrar Hazretleri¸ gençliğinde rüyâsında Hz. İsa (a.s.)'yı görür. Hz. İsa (a.s.) ona; "Evladım! Hiç mahzun olma¸ seni ben yetiştireceğim." der. O bu rüyâyı tanıdığı sâlih zâtlara anlatır. Onlar da; "Sen ileride tıp ilmine sahip biri olacaksın." derler. Fakat Ahrâr¸ onların bu yorumuna itibar etmez. İsa (a.s)'ın bir nebi olarak ölü canları diriltme mucizesi gösterdiğini¸ Allah (c.c.)'ın da velî kullarına kalpleri imanla canlandırma kuvveti vereceğini düşünür.
Allah (c.c.)'tan böylesi bir güce sahip olmayı diler.[4] Ubeydullah Ahrâr (k.s.)¸ çocukluk yıllarına ait bir başka rüyâsını ise şu şekilde anlatmaktadır:
"Bir gece Şâh-ı Nakşbend (k.s.)'i rüyâmda gördüm. Bana birtakım mânevî ameliyatlar yaptı. Ardından yürüyüp gitti. Peşine takıldım. Kendisine yetiştiğimde bana; Allah (c.c.) mübarek eylesin.' dedi."[5]
Silsile-i sâdattan Muhammed Masum Hazretleri ise¸ küçük yaşlarından itibaren içinde doğup büyüdüğü mânevî atmosferin tesiriyle pek çok tasavvufî hâli tecrübe etti. 14 yaşındayken bir gün kendisinde meydana gelen hâli babasına arz ederek: "Gördüğüm vakıaya binaen¸ kendimde öyle bir nur görüyorum ki¸ bütün âlem güneş gibi ondan aydınlanmaktadır. Eğer o nur sönerse dünya karanlık olacak." dedi. Bu hâli duyan İmâm-ı Rabbânî ona kutupluk müjdesini vererek: "Sen zamanının kutbu olursun." dedi. Babası sözüne devam ederek şöyle dedi: "Allah (c.c.)'a hamd ve senalar olsun ki¸ vaat edilen ele geçti. Müjdelediklerine kavuştum." Gerçekten İmâm-ı Rabbânî'nin rüyâ yorumunda dediği gibi oğlu Muhammed Masum'un etkisi halifeleri ve müritleri vasıtasıyla o kadar yayıldı ki¸ onun irşad nuru dünyanın pek çok yerine ulaştı.[6]
Amaç Hedefe Ulaşmak
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri de çeşitli sohbetlerinde rüyâ ile alâkalı hatıralar nakletmiş ve sahih rüyâların her zaman tahakkuk edeceğine işaret etmişlerdir. Bir defasında: "Biz rüyâlarla amel etmeyiz. Gözü açık görülen ve vakıa denilen rüyâlar doğrudur. Çalışmanıza mükâfat olarak arada sırada rahmanî rüyâ ile ödüllendirilebilirsiniz ama yine de üzerinde fazla durmamak lazımdır. Amaç rüyâ görmek olmamalı¸ menzile ulaşmak olmalıdır." buyurmuşlardır.
Osman Hulûsi Efendi (k.s.) bir sohbetlerinde buyurdu ki: "Rus savaşı olduğu zaman babam bir gün bir rüyâ görmüş. Rüyâsını camide komşulara anlatmış: Bu gün rüyâmda ecdadımız Hz. Ali (r.a.) Efendimizi gördüm. Sivas'ta Vali konağının önünde¸ atına binmiş elinde kılıcı¸ gözleri fincan gibi çakmak çakmak¸ Rus tarafına doğru nazar ediyordu.' demiş. Aradan birkaç gün geçmiş¸ komşular babama gelmişler: Hatip Emmi müjde¸ rüyân çıktı¸ Rus ordusu bilinmedik bir sebepten dolayı dağılmış. Ağır mühimmatını da bırakıp kaçmışlar.' diye babamı müjdelemişler."[7]
Hulûsi Efendi Hazretleri bir sohbetlerinde şöyle anlatır: "Ağabeyimle çocukluk yıllarımda Çukurova'da alış veriş yaparken sohbet ettiğimizi kıskanan insanların şikâyeti üzerine bir müddet cezaevinde bulunduk. Mahkemeye çıktık. Ağabeyim: 'Gardaş¸ bu gün berat edeceğiz¸ bak Efendi Hazretleri (İsmail Hakkı Efendi (k.s.)) geldi burada oturuyor.' dedi. Ben de: 'Ağabey¸ Efendi Hazretleri hiç bizden ayrılmadı ki hep bizimle beraberdi' deyince Ağabeyim ağlamaya başladı. Biz hapiste yattığımız zaman Validem¸ bir rüyâ görmüş. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz: "Oğlumuz Hulûsi'yi bırakın¸ onun yerine ben yatacağım." diye buyurmuş. Oğul ötesi denmez. O rüyâdan birkaç gün sonra tahliye olduk. Mahkemede suçsuzluğumuz anlaşılınca berat ettik. Hâkim dedi ki: 'Evladım bu adam size iftira etti¸ günlerce suçsuz yere yattınız¸ bundan davacı mısınız?' Biz de davacı olmadık. Bunun hapis yatmasına gönlümüz razı olmaz¸ affedin.' dedik. Hâkim o adama: 'Sen insan evlatlarına rastladın¸ yoksa ben sana yapacağımı biliyordum dedi. Ondan sonra Adana'da kalamadık döndük memlekete geldik."
Osman Hulûsi Efendi (k.s)'yi birçok ihvan rüyâsında görmüş¸ onun sireten ve sureten Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)'e benzediğini müşahede etmişlerdir. Buna örnek olarak Hacı Önder Özdeğer'den dinlediğimiz bir rüyâyı nakledelim: "1984 yılında Osman Hulûsi Efendi ile Sivas'a gitmiştik. O gece bir rüyâ gördüm. Rüyâmda bir mescide namaz kılmaya girdim. İçeride Hulûsi Efendi ve yüzü ay gibi parlayan bir zatı oturuyor hâlde gördüm. Ortalarında bir sancak vardı. Sancağın bir ucu Hulûsi Efendi'de diğer¸ ucu da Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'de idi. Her taraf nur-i ilâhî ile dolmuştu. Bu manzara karşısında düşüp bayılmışım. Ertesi gün Sivas Ulu Camii ziyaret ederken Hulûsi Efendi ben hiçbir şey demeden bana: 'Allah mübarek etsin. Rüyânda Rasulullah Efendimiz (s.a.v.)'i gördün.' diye buyurdular."[8]
Rüyâdan Sohbete
Sohbetler tanışmaların¸ kaynaşmaların¸ yakınlaşmaların vesilesidir. Ankara'da bulunan Terzi Lütfü Bey bir gün rüyâsında¸ Hz. Hüseyin (r.a.) Efendimizi görür. Tasavvufî yönden¸ bir arayış içindedir. Birçok değişik cemiyetlere gider gelir¸ fakat bir türlü tatmin olamaz. Sohbet esnasında bir ara Lütfü Bey¸ Osman Hulûsi Efendi ile göz göze gelir. Lütfü Bey bakar ki rüyâda gördüğü sîmâ. O anda cezbelenen Lütfü Bey elindeki çay bardağını yemeye başlar. Yanındakiler bardağı elinden almak isterler. Osman Hulûsi Efendi müdahale eder: "Bırakın yesin" der. Lütfü Bey bardağı yer. O arada Osman Hulûsi Efendi arkadaşlara bir ilahî okumalarını söyler¸ Lütfü Beye dönerek: "Bu ilahîyi iyi dinle¸ bu senin için okunuyor." diye buyurur. Arkadaşlar:
Dedim yâra bayık ol
Gönül gönül ayık ol
Öl yolunda âşık ol
Gönül gönül ayık ol[9]
İlâhîsini okurlar. Ondan sonra da Lütfü Bey sohbetleri terk etmez.
Hulûsi Efendi Hazretleri 1981 yılında Ankara'da tedavi görmüşlerdir. Yanında refakatçi kalan arkadaşa bir sabah: "Gece bir doğuş oldu. Bir Na't-ı Şerif yazdım. Rüyâmda bir mücevherat yığınının başında duruyordum. Oradan bir parça alıp kime versem onda da inkişaf ediyor¸ bir mücevherat yığını oluşuyordu. Bu arada bu na'tı yazdım." diye buyururlar.[10]
Dürr-i şehvâr-ı risâletdir Muhammed Mustafâ
Tâc-ı Levlâk-i hilâfetdir Muhammed Mustafâ
Arkadaş anlatmaya devam ediyor: "1987 yılı hac ziyaretimizde bir gün Mescid-i Nebevî'de¸ oturuyorduk. Ahmet Efendiyle beraber¸ duvarda yazılı olan sahabelerin isimlerini okuyorduk. Hulûsi Efendi'ye sordum: "Efendim Ebu Hureyre (r.a.) Aşere-i Mübeşşere'den mi?" dedim. Hulûsi Efendi buyurdu ki: 'Hayır oğul¸ o değil. Kâğıt kalem ver yazayım.' buyurdu. Bir kâğıt verdim Arapça şu beyti yazıp verdi.
Çârı yârı dahi Zübeyir ve Talha¸
Abdurrahman¸ Sad¸ Said¸ Ubeyde
Sonra şöyle buyurdu: İşte Aşere-i Mübeşşere bunlar. Biz küçükken bir rüyâ görmüştük. Rüyâmda on kişiyle beraber bir sofrada yemek yedik. Tek tek bu on kişiyle görüştüm¸ ellerini öptüm. İsimlerini de beyit hâlinde yazmıştım. Sabah olunca rüyâmı anneme anlattım. Annem: Oğlum ne güzel bir rüyâ görmüşsün. Bu görüştüğün kimseler¸ Rasûlullah (s.a.v.) tarafından dünyada iken cennetle müjdelenen Aşere-i Mübeşşere denilen sahabeler.' dedi. İşte bu yazdığım beyit o zamanki rüyâmda yazdığım beyit.' diye buyurdular."[11]
Hulûsi Efendi (k.s.) bir sohbet esnasında oğlu Kemal Efendi içeri girer. Misafirlere Kemal Efendi'yi tanıtarak; "Kemal'ım büyük oğlumuz. Oğlanların büyüğü Kemal'im¸ kızların küçüğü de Aişe'm. Bir gün rüyâmızda Hz. Aişe (r.anh) Validemizi gördüm. Parmaklarının ucuna kadar tesettürlü idi. Koynundan bir şey çıkardı¸ bana verdi. Parlak bir lambaya benzer¸ tarifi mümkün değil¸ bembeyaz nur. O gün Aişe'm dünyaya geldi. Hz. Aişe (r.anh) Validemizin ismini koyduk." diye buyururlar. Çocuklarının isimlerinin manevî işaretlerle konulduğuna bu hatıra bir delildir.[12]
Rüyâda Verilen İki Elma
Hacı Naciye Validemiz de bir rüyâsını şöyle anlatıyor:
"Çocuklarım Ahmet Şemsettin ve Hamid Hamideddin' doğmadan önce çok güzel bir rüyâ gördüm. İhramcızade İsmail Hakkı Efendi (k.s.) Darende'ye teşrif etmiş¸ bahçede kavak ağacının altında oturmuş¸ Efendi ile sohbetteler. Ben hizmet ediyorum. Bu arada Efendi sohbetten kalktı ve göğe yükseldi¸ ben hayretler içerisinde kaldım. Pir Efendimiz 'Kızım ne bakıyorsun Hulûsi Efendi oğlumuzu takip et' dedi¸ ben de peşine düştüm. Semanın birinci katında¸ yüzünü göremediğim bir zat¸ Efendiyle sohbet ediyorlardı. Ben yanlarına geldim durdum. Nuranî yüzlü zat bana iki tane elma uzattı. Bunları muhafaza et iyi bak' dedi. Ben de elmaları aldım koynuma soktum. Bu rüyâdan sonra Allahu Teâl⸠Ahmet Şemsettin ve Hamid Hamideddin'i bahşetti. O iki elma iki evladıma işaret idi. Daha sonra iki genç hanım geldiler¸ beni aldılar ve götürdüler. Gittiğimiz yerler dünya evlerine benzemiyordu¸ değişik yerlerdi. Beni nereye götürüyorsunuz¸ siz kimlersiniz?' dedim. Burası Cennet'ül Âl⸠seni Kevser Irmağında ve Zemzemle yıkayacağız' dediler. Görevleri sorulduğunda Biz burada görevliyiz¸ birimiz hulle biçeriz¸ birimiz de hizmet ederiz' dediler. Bu işler bittikten sonra bir top anahtar verdiler¸ odaları açmamı söylediler. Ben sırasıyla açtım. Her odada büyük insanlar vardı ve nur gibi parlıyorlardı. Odalardan birinde Hulûsi Efendi (k.s.) diz çökmüş oturuyordu. Ben şaşırdım¸ daha önceleri latife yapardı¸ Sizleri almadan gideceğim' derdi. Bizlere de nasip oldu onların makamlarını gördük."
Rahmanî İşaretler
1990 yılında Hulûsi Efendi Hazretlerinin vefatından sonra¸ H. Hamidettin Ateş Efendi Şeyh Hamid-i Veli Camiini tehdit eden kaya kütlesinin kaldırılması için bazı usta ve teknik elemanları davet eder¸ nasıl kırılıp kaldırılması hususunda görüş alır. Birçok mühendis ve ustalar bu işin mümkün olamayacağını¸ kaya kırılırken¸ caminin kubbesinin üzerine düşebileceğini söylerler. İstanbullu mermerci İsmail Usta da bir gün bu iş için Darende'ye gelir. Aşağıdan bakınca Bu iş kolay¸ peynir gibi keser¸ alırım' der. Kaya kütlesini yakından inceleyince yapamayacağını beyan eder. H. Hamidettin Ateş Efendi¸ bir gece misafir olmasını ertesi günü gitmesini söyler. O gece İsmail Usta rüyâsında o kaya kütlesini üç muhterem zatın çelik halatlarla sıkıca bağladıklarını ve kendinin tehlike olmadan kırıp¸ işi yapmasını emrettiklerini görür. Sabah kalkınca¸ büyüklerin manevî ellerinin o işin üzerinde olduğuna inanarak kaya kütlesinin kırılmasına başlar. Bu işi kazasız bir şekilde tamamlar.
Yine 1990 yılının güz aylarında H. Hamidettin Ateş Efendi bir gün rüyâsında Medişeyh/Seyyid Abdurrahman Gazi Hazretlerini görür. Medine'den İslâm fetihleri için buralara gelip¸ Darende'ye 8 km uzaklıkta vefat eden ve tabiinden olan bu zat¸ rüyâsında H. Hamidettin Ateş Efendiye şunu söyler:
"Evladım¸ üzerimde taşlar yığılı¸ kabrimin bulunduğu yeri imar edip¸ üzerimdeki taşları kaldır. Allah da senin üzerindeki yükleri hafifletsin" buyurur. Bu rüyânın işaretiyle buradaki türbenin de yeni bir proje ile imar ve ihyası yapılır.
H. Hamidettin Efendi 1998 yılında umre seyahati esnasında Sudanlı Kadirî Tarikatı liderlerinden Seyyid Hüseyin¸ Kâbe-i Muazzama'da görüşüp tanışır. Bir gün sonra da Seyyid Hüseyin H. Hamidettin Efendi'nin ziyaretine gelir. O gece bir rüyâ gördüğünü söyler ve rüyâsını şöyle anlatır:
"Rüyâmda Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimizi gördüm. Başı arş-ı alaya değiyordu. Onun hemen yanında zamanın kutbu Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri vardı. Onun yanında da siz vardınız. Sizi seven insanların yüzleri de bana gösterildi. Sayısız bir topluluk gördüm. Ancak bu arada sayıları az da olsa sizi sevmeyen insanların olduğunu da gördüm. Nesep silsilesinden ecdadınızı ve kardeşleriniz de gördüm. Sizi Allah için seviyor ve Allah için muhabbet besliyorum. Lütfen bizi duanızdan ve himmetinizden ayırmayın."
[1] Buharî¸ Ta'bir 26; Müslim¸ Rü'ya 8 (2263).
[2] Özköse Kadir- Şimşek H. İbrahim¸ Altın Silsileden Altın Halkalar¸ ¸ s.53¸ Nasihat Yay. Ank¸ 2009.
[3] Annemarie Schimmel¸ Halifenin Rüyaları İslâm'da Rüya ve Rüya Tabiri¸ çev.: Tûba Erkmen¸ Kabalcı Yayınları¸ İstanbul 2005¸ s. 23.
[4] Nakşbendî¸ Necmeddin b. Muhammed¸ Altın Silsile¸ s. 211-212¸ (Hulâsatü'l-Mevâhib¸ haz.: İbrahim Tozlu¸ Semerkand¸ 4. Baskı¸ İstanbul 2008.
[5] Nakşbendî¸ Hulâsatü'l-Mevâhib¸ s. 212.
[6] Kuku¸ Süleyman¸ Evliyânın Kutbu Muhammed Masum Farukî¸ ¸ s. 4¸ Damra Yay.¸ İstanbul¸ ts.
[7] Somuncu Baba Araştırma ve Kültür Merkezi Arşivi¸ Röportajlar Dosyası¸ nr. 9/146-4.
[8] S.B.A.K.M. Arşivi¸ Röportajlar Dosyası¸ nr. 9/146-6.
[9] Ateş¸ Seyyid Osman Hulûsî¸ Dîvân-ı Hulûsî-i Darendevî¸ s. 188¸ haz.: Mehmet Akkuş¸ Ali Yılmaz¸ Nasihat Yay.¸ İstanbul 2006.
[10] S.B.A.K.M. Arşivi¸ Röportajlar Dosyası¸ nr. 9/1.
[11] S.B.A.K.M. Arşivi¸ Röportajlar Dosyası¸ nr. 9/18.
[12] S.B.A.K.M. Arşivi¸ Röportajlar Dosyası¸ nr. 9/115.
Musa TEKTAŞ
YazarKolaylaştırınız¸ güçleştirmeyiniz¸ müjdeleyiniz¸ nefret ettirmeyiniz.(Buhârî¸ İlm¸ 12; Müslim¸ Cihâd¸ 6.)Mensubu olmakla iftihar ettiğimiz İslâm dininin kendine özgü birtakım özellik ve güzellikleri v...
Yazar: H. Hamidettin ATEŞ
Tasavvufta mârifet; kişinin kendini tanıyarak Rabb’ini tanıması, Allah dostlarına âşinâlık kazanması, hakîkat bilgisine erişmesi ve irfân meclislerine kavuşarak, âriflerin sırrına vâkıf olması şeklind...
Yazar: Musa TEKTAŞ
06.02.2023, Saat: 04.17, Yer Darende…Büyük bir zelzele ile uyandık. Bu arada Malatya, Gaziantep, Kilis, K. Maraş ve Elbistan’daki yakınlarımızı ve dostlarımızı arayarak depremin nerelerde hissedildiği...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Yaratılıştaki Yüz Güzelliğini Koruyarak Mahşerde Mahcup Olmamak İçinde yaşamış olduğumuz şu âlemde, yaratılmış olan bütün güzellikler Cenab-ı Hakk’ın ilâhî güzelliğinin bir yansımasıdır. Çünkü gü...
Yazar: Musa TEKTAŞ